Ertan Galip’in ardından
Haftaya başlarken peş peşe gelen ölümlerle toplumun genelinin yüreği yandı.
Bu ölümlerden biri de, hani denilir ya; “kadife sesli sanatçı”, tam da öyle olan, sesinin güzelliği yaşamının son günlerine kadar süren Ertan Galip abimizi 16 Temmuz günü yitirdik.
Türk (Sanat) Müziğinin usta yorumcularındandı. ‘60’lar-‘70’lerden itibaren toplumun müzik yaşamında yer almış ve her zaman zarif, beyefendi duruşunu korumuş bir sanatçımızdı.
Kendisiyle tanışma, sohbet etme şansını çokça elde edebilmişliğimden dolayı mutluyum.
Ertan abiyle ilk söyleşimizi, Ekim 2006 yılında BRT-Tv’de yer alan Kum Saati programımda gerçekleştirmiştik. Söz konusu söyleşimiz, 2008 yılında yayımladığım “Söz Uçar Yazı Kalır-Müziğimiz Üzerine Söyleşiler” isimli kitabımda yer almıştı. Bu söyleşimizden bazı alıntılar yaparak kendisini anmak istedim. Huzur içinde uyu Ertan Galip abi...
“1946 yılında Lefkoşa’da doğan Ertan Galip, ‘60’lı yılların başından itibaren Türk Müziği’nde solist olarak adından söz ettirmeyi başarmış bir sanatçıdır. İlk sahneye çıkışı Lefkoşa Zafer sinemasında Topel Kültür Derneği tarafından gerçekleştirilen bir etkinlikle olmuştur. İlk seslendirdiği şarkı olan Şükrü Pınar’ ın hicaz makamındaki eseri “Söyleyemem derdimi kimseye derman olmasın diye” ile müzikal yolculuğuna başladı. Uzun yıllar çeşitli gruplarla sahne almış ve ülkemizdeki Türk Müziği’ne, solistliğiyle katkı sağlamıştır.”
“...O dönem televizyon olayı yoktu zaten. Radyo olayları... Ben aşırı bir Zeki Müren hayranıydım. Onu örnek aldım hep müzik yaşantımda. Tüm şarkılarını hemen hemen biliyorum Zeki Müren’in. Ondan çok esinlendim ama taklit değil. Hiç yapmadım ama onun yorumu çok etkiliyordu beni...”
“...Sancaktarımız Allah rahmet eylesin Kale beydi... biz “Kale bey” olarak bilirdik tabii gerçek ismini bilmiyoruz. Müziği çok severdi ve bu konuya çok büyük bir ilgi gösterdi. Hatta Mücahitler Gazinosu’nda gelir ön masada otururdu, etrafına çocukları toplardı, şamişi lokma yapılırdı, onları çocuklara yedirirdi, ısmarlardı. Devamlı bizi dinlemeye gelirdi, çok önem verirdi müziğe...”
“...Biz zaten o dönemler hep güncel güzel şarkıları çıkarıyor okuyorduk, ekip olarak devamlı bunlar üzerinde çalışırdık. O zaman hep kulaktan çıkarırdık şarkıları, çoğu arkadaşımızın çok büyük bir kabiliyeti vardı bu konuda. Hatta öyle daha güzel olduğuna inanıyorum...”
“...Zafer Sineması’nda bir konserdi, sivil olarak çıkıp şarkı okuduğum bu ilk deneyimim. Çok geniş kapsamlı bir dernekti Topel Kültür Derneği. Tiyatrosuyla, Batı Müziği’yle, Türk Müziği’yle çok geniş kapsamlı bir kuruluştu. Ama ne yazık ki çok yürümedi...”
“... o zamanlar her taraf kapalıydı, çıkış yoktu zaten. (Girne) Boğaz’a kadar... Pikniğe Kırnı’ya giderdik, sular şarıl şarıl akardı, ağaçların altında, piknik alanı oydu. Hatta havuz vardı orda, tüm Lefkoşa oraya akın ederdi. Bir de zaten Mücahitler Gazinosu vardı. Çağlayan’da işte Namık Çomunoğlu da vardı, şimdi çekildi kabuğuna, hiç gördüğüm yok kendisini, iyi bir müzisyendi. Keman’da Namık, Sait Sarsılmaz (darbuka) vardı, klarnet’te İbrahim, Derviş dayı rahmetli ve Sezai (akordiyon)... Her hafta sonu dolup taşardı bu Çağlayan Bar...”
“...Profesyonelliğe dönersek, esas konu ‘80’lerde başladı. Yapıyorduk bizler aslında, oraya buraya gidiyorduk zaman zaman. Ama en güzel olay ‘80’lerde başladı, Celebrity Aşk Gemisi’nde (restoran)... Orada sekiz sene as solistlik yaptım. Kemal Egesan da resepsiyonunda çalışırdı hatırlarım. İnerdi aşağıya yanımıza bazan, şarkı okumak isterdi, okurdu. Ben o zamanlar tek solisttim, Turgay Salim vardı, orkestra vardı, program uzun sürdüğü için iki defa çıkmak zorundaydım. İbrahim arkadaş daha çok istemişti Kemal’i çıkaralım diye, Kemal Egesan da böyle bir başlangıç yapmıştı işte. Kemal Egesan yalnız o işi yapardı ve parasını kazanırdı, tam bir profesyonel, başka bir işi yoktu... Sekiz sene Celebrity Hotel’de çaldıktan sonra, ondan çıkardık Dome Hotel, Jasmine Court, Salamis’e kadar giderdik, aranan bir adam haline gelmiştim o dönem. Hep bendim Türk Müziği’nde. Aradılar Londra’ya gitmiştim bir geceye mesela... Ama ne yazık ki böyle yerlere gittiğimde ne basınımız ilgilendi, ne de geldiler...”
“...o dönemler hep bendim değil mi? 80’lerden sonra. Ondan sonra kumarhane olayları başladı, bütün kumarhaneler kimlerin elindedir şu anda? Türkiye’den gelen yatırımcıların elinde. Yatırımcılar sanatçıyı nerden getirir? Türkiye’den... Geriye ne kalır? Sanatçılar sazlar Türkiye’den gelir... Bizden iyi değiller ki, ben inanmıyorum. Ben saz bulurum, toplarım üç beş kişi, nerde çalışacağım, maddi yönden kim çekecek Ertan Galip ve saz arkadaşlarını? Yani piyanist şantöre kalırık, böyle bir piyanist şantörle Türk Müziği olmaz. En büyük sebepler bunlar işte çekilmemizde.”
(Söz Uçar Yazı Kalır-Müziğimiz Üzerine Söyleşiler, Eralp Adanır-Mete Adanır Vakfı Yayını-2008)