EŞCİNSELLİK
Genellikle gazete manşetleri konuya yaklaşımı çok sağlıklı yansıtmasa da hemen hemen bütün köşe yazılarında konunun ele alınması önemli.
Hele bunun kısa bir süre öncesine kadar medya için de tabu konuların başında geldiği düşünülecek olursa…
Eşcin
Sarris davası, belki toplumun tabularını yeniden su yüzüne çıkardı ama sağlıklı bir tartışma sürecini de başlattı.
Genellikle gazete manşetleri konuya yaklaşımı çok sağlıklı yansıtmasa da hemen hemen bütün köşe yazılarında konunun ele alınması önemli.
Hele bunun kısa bir süre öncesine kadar medya için de tabu konuların başında geldiği düşünülecek olursa…
Eşcinsellikle konusunda yazdığım ilk yazı 2006 yılına denk geliyor. Bundan 5 yıl öncesine.
İlginçtir, o güne kadar Kıbrıs Türk basınında bu konuyu değerlendiren hiçbir köşe yazısı yazılmamıştı. KIBRIS Gazetesi, ilk kez bir eşcinsel röportajını yayımlarken, bu kendi aramızda da uzun tartışmaların konusu olmuştu.
Temel tartışma konusu ise, aslında toplum baskısıydı. Çünkü genel bakış açısı, bu konuların basında yer almasının özellikle gençlere kötü örnek olacağıydı!
Süleyman Ergüçlü ile uzun uzun tartıştığımızı hatırlıyorum. “Bizim en yüksek tirajlı gazete olarak toplumsal sorumluluğumuz var” diyordu.
Ben ise, o toplumsal sorumluluğun herkese karşı olduğunu söylemeye çalışıyordum.
Sonuçta bir uzman görüşü ile birlikte röportajı yayımlama kararı aldı gazete yönetimi.
Röportajın yayımlandığı gün, ismini ve fotoğrafını kullanmadığımız ama eşcinsel kimliğini açıklarken, toplumsal temelde birçok önemli konuya da değinen röportaj yaptığım kişi ilk telefon edendi.
Bu konunun ilk kez bu kadar geniş bir röportaj temelinde bir gazetede yayımlanacak olmasını, aydın bir genç olarak çok önemsemişti.
Ama cinsel kimliğini ailesi bilmiyordu. İlk kez 6 yaşında fark ettiği, ergenlik döneminde de kabullendiği cinsel kimliğini ailesinden gizliyordu.
24 yaşındaydı ve ailesinden ayrı yaşıyordu.
O sabah kahvaltıda gazeteyi ilk babası okumuş.
Röportaj ile ilgili ilk refleksini paylaşırken tüylerim diken diken olmuştu.
“Ben olsam bunu öldürürdüm. Allah kimseye vermesin” demişti baba.
İşte bu yüzden açıklamamayı seçmişti, saklanmayı, yalan söylemeyi!
Bu yazılar ve röportajdan sonra çok sayıda elektronik posta ve telefon aldım. Bu yazıları birileri anlayacak diye tuvalette gizlice okuduğundan bahsedenler vardı. Kimliği deşifre olmasın diye evlenen, yıllarca karısına tek kelime edemeyen ve şimdi çocuklarından da kendisini saklamak zorunda olanlar anlatıyordu hikayelerini.
Ve tabii ki, bunlardan bahsetmenin günah olduğunu, gençlere kötü örnek olup özendirecek, onları kötü yola sevkedecek “zırvalıklar” olduğunu söyleyenler de vardı.
İtalya’daki Pompei yanardağının patlama sebebinin de eşcinsel Romalıları cezalandıran Allah’ın gazabı olduğunu söylüyorlardı.
Bir gün telefonun ucunda etkileyici ama çaresiz bir ses bir hikaye anlattı.
Evliydi. 2 kızı vardı.
Toplum hayatında tanınan, oldukça saygın bir işadamı.
Bir gece arabada sadece konuşurken, partneri ve kendisini yakalayan polisin, eşcinsel olduğunu kabul etmesi halinde kendisini serbest bırakacağını söylemesi üzerine, “ben eşcinselim” demişti.
Ve sonrasında uzun süren işkence, dayak ve hapislikle sonuçlanacak dava süreci…
İngiltere’ye kaçmıştı…
Tek arzusu çocuklarının gerçeği öğrenmemeleriydi. Hele bu şekilde.
Şimdi nerede ne yapıyor bilmiyorum ama hala dönemeyeceği kesin.
Bu hikayeler toplumsal travmaların da parçaları aynı zamanda.
Bugün tanınmış bir siyasetçi üzerinden gündemden düşürmüyoruz eşcinselliği. İlk kez bu kadar geniş bir zeminde tartışılıyor, yasa.
İlk kez bu kadar çok yazılıp çiziliyor.
Bunu bir fırsat olarak değerlendirip, artık sonuç alıcı bir hareket içine girmeliyiz. Bunun öncülüğü de mecliste CTP ile TDP’ye düşer.
Sol siyaset muhafazakarlığını bir tarafa bırakıp, sözsel demokrasi ve insan hakları sloganlarını uygulamayı öğrenebilmeli.
Demokrasi ve insan hakları sadece bizim gibi olanlar, bizim seçtiklerimiz için talep edilebilecek değerler değil.
Herkes için temel ihtiyaç…