1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Eserlerimde kadının kendini bulma, var olan dengesizliği dengeye getirme durumunu yansıtıyorum”
“Eserlerimde kadının kendini bulma, var olan  dengesizliği dengeye getirme durumunu yansıtıyorum”

“Eserlerimde kadının kendini bulma, var olan dengesizliği dengeye getirme durumunu yansıtıyorum”

“Küçükken ressam olmak istiyorum diyordum ve resim yapma sevdamda en büyük öncülüğü annem yaptı. Bu serüven annemin desteği ile başladı.”

A+A-

Çini ustası, tasarımcı, eğitmen Sinem Baba, Rüstem Kitabevi’nde açılan “Döngüdeki Değişim” Sergisinde hayatın temeli üretimdir felsefesinden yola çıkarak değişim, döngünün kırılması, gelenekselle modernizmin harmanı, Çininin insanlara sevdirilmesi gibi sevdaların peşinden gidiyor. Eserlerinde de anlattığı birçok şeyin yanında “Her birimiz farklıyız ama günün sonunda hepimiz de kadınız” da diyor.

 

Murat OBENLER

 

“Küçükken ressam olmak istiyorum diyordum ve resim yapma sevdamda en büyük öncülüğü annem yaptı. Bu serüven annemin desteği ile başladı.”

Türkiye/İzmir doğumlu birisi olarak 3 yıldır adada yaşıyorsun. Kıbrıs’taki insanların seni daha iyi tanıyabilmesi adına bize biraz kendini tanıtır mısın?
Sinem Baba: Benim bugün meşgul olduğu işlerle maceram çocukluğa kadar gidiyor. Ben “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuna doktor, mühendis,avukat,öğretmen gibi bilindik yanıtlar yerine “ressam olmak” cevabı veriyordum ve resim yapma sevdamda en büyük öncülüğü annem yaptı. Resim yapmayı el sanatları üzerine çok başarılı olan annemden öğrendim. Bu serüven annemin desteği ile başladı. Kendi hayalim resim yapmak olduğu için küçük yaştan itibaren hep bir üretim süreçlerinin içinde olmuşumdur. Kendi hayalim bu olduğu için kendimi dinledim ve bu konudaki en büyük yönlendirmeyi de annem yaptı. 

 

“Anaokulunda arkadaşlarımın yarım kalan boyalarını tamamlardım. Hayatımda hep bir üretim süreci olmuştur.”

İstemek başarmanın yarısıdır derler. Sen bu kararı çok erken vermişsin belli ki. Okul yıllarında bu yönelim, sevgi ve sevda nasıl ilerledi?
Evet. Gerçekten öyledir. Anaokulunda arkadaşlarım yarım kalan boyamalarını tamamlamak için bana getirirlerdi. Yardımcı olmayı çok severdim. Makasla kesilecek bir şeyler olduğunda hep ben yapardım. Öğretmenlerimin de bana destek verdiklerini söyleyebiliriz. Ortaokulda ev ekonomisi dersi veren hocamızın da el yapımı şeyler konusunda öğrettikleriyle o yaşlarda yastık dikip, tel kırma işi, tığla bir şeyler ördüğümü, kıyafetler yaptığımı hatırlıyorum. Hayatımda hep bir üretim süreci olmuştur. Ben bir asker çocuğuyum ve asker aileleri çocuklarına da hep bir devlet memuru olmayı empoze ederler. Onlara göre garanti işe yönelmek ve ona göre meslek seçmek gereklidir. Aslında ben hava pilot olmayı da gerçekten istedim ama göz bozukluğundan dolayı o defteri otomatik olarak kapattık.

 

“Sevdiğim şey üretmek, tasarlamak, resmetmekse bu hayatta sevdiğim şeyi yapmalıyım” diyerek dışarıdan resim kursuna yazılarak önemli bir döngüyü kırdım”

Süreç devam etseymiş Türkiye’nin en aykırı kadın hava pilotunu ağzımız açık izliyor olacaktık. Gökyüzündeki özgür uçma yolculuğu daha başlamadan bitti belki ama seramik ve çini eğitimi ile de bambaşka devasa bir özgür alan açılmış oldu senin için.
Lise döneminde ben Güzel Sanatlar Lisesi’ne gitmeyi çok istedim ama babamın yönlendirmesi ile Anadolu Lisesi’ni tercih ettim. Üniversiteye hazırlık döneminde ise içimdeki hiç dinmeyen “sevdiğim şey üretmek,tasarlamak, resim yapmak,resmetmekse bu hayatta sevdiğim şeyi yapmalıyım” dürtüsünü de dinleyerek bir arkadaşımın da gidişiyle ben de dışarıdan resim kursuna yazılarak hayatımdaki önemli bir döngüyü kırmış oldum. Benim hayatımda aslında 5 yıllık bir modern dans tecrübesi de var. Babamın karşısına geçerek “Ben kursa yazıldım çünkü Güzel Sanatlar Fakültesine hazırlanacağım. Beni dersaneden al.”dedim. Her gün 2,5 saat yolu da göze alarak İzmir Merkeze giderek yaklaşık 4 ay kurs aldım ve Güzel Sanatları kazandım.  

 

“Annem hep ebeveynlerin çocuklarını kendi tercihlerini yapmaları konusunda özgür bırakması anlayışına sahipti ve beni de o yönde hep destekledi . İki kız kardeş kendi yolumuzdan ilerlerken baba desteğini de hep yanımızda gördük”

Herhalde bu önemli karar anında annenin oyu senin güzel sanatlar okuman tarafındaydı.
Evet kesinlikle. Annem hep ebeveynlerin çocuklarını kendi tercihlerini yapmaları konusunda özgür bırakılması anlayışına sahipti ve beni de o yönde hep destekledi. Küçük kız kardeşim de İngiliz Dili ve Edebiyatı okumak istediğinde onun tercihinin arkasında durdu. Biz kızkardeşler olarak kendi yolumuzdan ilerlerken baba desteğini de hep yanımızda gördük. Yaptıklarımı,ürettiklerimi gördükçe kendi de benimle gurur duydu ve “İyi ki beni dinlememişsin ve kendi bildiğin yoldan gitmişşin” dedi. Başta da söylediğiniz gibi gerçekten ne yapmak istediğinizi bildiğinizde ve bu süreci planlayarak ilerlediğinde başarı da peşinden gelir. O yırtık davranma durumu ve kursa gitme kararım bu döngünü kırılma anlarından biri oldu.  İnatla bu yolda devam ediyorum.

 

“Üretim hayatın temelidir. Hayatta kalma mücadelemiz ancak üretimle devam edebilir.”

İnatla devam etme isteği ve süreklilik çok önemli günümüz dünyasında, özellikle de güvencesiz çalışılan, sömürüye açık çok fazla sektörün ve patronun olduğu serbest piyasa şartlarında.
Üretim hayatın temelidir. Hayatta kalma mücadelemiz ancak üretimle devam edebilir. Bu meslekte yaptığımız bu dışavurumlar bir şekilde karşılık buluyor, somut bir şekilde insana ulaşıyor. Ne kadar döngünün içinde karşıya ulaşıp orada bize dönüyor? Döngü nasıl ve hangi koşullarda tamamlanıyor? Kendi döngümüz içerisinde verdiğimiz mücadelede belli noktalarda bu sergi gibi küçük küçük mutluluklarla motive olup hayata devam ediyoruz.

img-4573.jpg

“Ben paylaşmayı seven bir insanım ve eğitimde de üretimde de paylaşımcı anlayışla ilerliyorum.”

Hayat dediğimiz bu başı ve sonu belli olmayan yolculukta insanın arzu ettiği şeyi hür iradesi ile özgürce yapabilmesi, bunu sanatsal bir forma sokarak yaratması çok değerli ve benzersiz. Ne mutlu sana ki bu yoldaki rotayı sen belirleyip bu yolu huzurla yürüyebiliyorsun.
Ben paylaşmayı seven bir insanım ve eğitimde de üretimde de paylaşımcı anlayışla ilerliyorum. Sürecim iyi ilerliyor. Bu sergim de öyle.

Üniversitede nasıl oldu bu donanım kazanma, bilgi akışı, tecrübe ve sendeki etkileri?
Üniversitede Güzel Sanatlara gitmeden önce lise yıllarında Arkeoloji Kulübü’yle arkeoloji kazılarına katılırdım. Athena Tapınağı ve Osmanlı Mezarları’nın kazıldığı dönemden bahsediyorum. Kazılarda çıkan seramik parçalar olsun çini parçalar olsun kazı evinde toplanıyordu ve restorasyon-birleştirme sırasında güzel sanatlar çıkışlı bir ekip çalışanı ile çalışma imkanı buldum. Benim yaptığım o sohbetler adeta bir canlı rehberlik dersi gibi oldu. Kazı çalışmalarındaki yüzyıllar öncesine ait parçaları da bulup çıkartma duygusu da herkesin tadabileceği bir şey değildir. Belki de yeni bir medeniyeti ortaya çıkaracak bir parça bulmanın heyecanı, mutluluğu ve sevinci. O arkadaşla yaptığımız konuşmalar ve kazı alanının büyüsü benim çini üzerine okumamı sağladı. Çini Tasarımı ve Onarımı Bölümü’nü de bilerek, görerek ve gönülden isteyerek okudum. Bir gün otobüs durağında seramik okudum ve çini yapıyorum deyince bir amcamız “Yani fayansçısın sen, öyle desene kızım” dedi.

 

“Çini benim hayatımın bir parçası haline geldi. Küçüklükte ressam olacağım diye çıkılan yolda şu anda tuvalin değil de seramiğin üzerine işliyorum”

 

Tabi çini sanatı çok geçmişlere kadar giden derin ve güçlü bir anlatımı olsa da Türkiye’de halk nezlinde çok da kendilerine yakın bulmadıkları bir şey. Çini deyince böyle geleneksel algılarla karşılaşıyorsun.
Üniversitede 4 yıl çini eğitimi aldım. UNESCO’lu eğitmen-sanatçı Mehmet Gürsoy’un yanında Kütahya’da stajımı yaptım.  Çini benim hayatımın bir parçası haline geldi. Resmetme sevdam çiniyle beraber birleşerek benimle var olup devam edecek. Küçüklükte ressam olacağım diye çıkılan yolda şu anda tuvalin değil de seramiğin üzerine işliyorum. Malzeme ve formlar değişti, bakış açıları değişti  ama hala daha bir resmetme,çizme ve boyama var. Bu açıdan kendimle gurur duyuyorum.

Diploma sonrası yolculuğun nasıl şekillendi? Özel mi çalıştın, akademisyenliğe mi yöneldin?
2014’te küçük ama kendi atölyemi açtım. Bunu daha da ilerleterek bir üretim sürecine başladım. Butik oteller için tabak işleri, kafelere-restoranlara özel tasarım bardak-tabak işleri gibi ticari işler yaptım. Sonra dünyayı Covid-19 vurdu. Bende maddi açıdan oldukça olumsuz etkileri oldu, üretim düzeniniz bozulunca manevi olarak da olumsuz etkileniyorsunuz. Bu süreçte kafamdakileri üreterek bazı işleri tamamlayarak biriktirdim.

tarihe-engelsiz-dokunus1.jpg

“Ben büyük şehir insanı değilim. Yaşam alanı olarak minimali, küçük olanı tercih ederim. Ada benim için güvenilir bir yer. Bir öğrencimin “Hocam sen ne yapıyorsun?” sorusu beynimde tokat gibi patladı ve tekrardan üretmeye başladım. Döngü orada kırıldı ve ne yapmak istediğim konusunda da herşeyi kırmaya karar verdim.”

Kıbrıs'a çalışma amacıyla gelişin de senin için bir bakıma yine bir döngünün kırılma anı oldu…
İlginç ve hızlı bir süreç oldu. Türkiyedeki Covid sürecinin sonunda bir arkadaşımın telefonda “Kıbrısta çini eğitmeni arıyorlar. Benim da aklıma sen geldin. Gitmeyi düşünmez misin?” teklifini hızlıca değerlendirdim ve eğitimi verecek yerle konuşarak evet diye yanıtladım. Böylece 3 yıl önce çalışmak için adaya geldim. Geçmiş yıllarda adaya geldiğimden dolayı burayı seviyordum ve bu bana da iyi geleceğini düşündüğüm yeniliği kucağımı açtım. Adanın küçük hali, doğanın varlığı bana güven veriyor. Ben büyük şehir insanı değilim (Baba mesleğinden dolayı tayinler sonucunda birçok nispeten küçük yerde yaşadım). Yaşam alanı olarak minimali, küçük olanı tercih ederim. Ada benim için güvenilir bir yer. İlk Karaağaç köyünde bu eğitimleri verdim. Bir süre sonra sistemimi de kurarak eğitimler de dahil hayatımı sürdürüyorum. Bu döngüde stabil bir durum yarattı çünkü üretim sürecim durdu. Bu üretimsizlik hali beni rahatsız etti. Tam da bu kaosu düşündüğüm dönemde bir öğrencimin bana “Hocam sen (üretim anlamında) ne yapıyorsun?” sorusunun beynimde yarattığı tokat ile tekrardan üretmeye başladım ve bu süreç beni bugünkü sergiye kadar getirdi. Döngü orada kırıldı ve ne yapmak istediğim konusunda da herşeyi kırmaya (bir silkelenme anı) karar verdim.

 

“Bütün hazırlığımdaki itici güç değişim oldu. Bu isim hem benim kendimin değişimi hem de geleneksel formatın değişimini anlatır. Yaptığım dört eserde kadının da kendi içindeki döngüsünün kırıldığı bir süreçten geçiyoruz olmamıza atıfta bulundum”

 

Serginin adı ve konsepti olan Döngüdeki Değişim başından itibaren belli miydi yoksa üretimler ortaya çıktıkça veya tamamlandıktan sonra mı karar verildi?
Ben hep değiştirmek diyerek çalıştım. Kendimi değiştirmeliyim, düşüncelerimi değiştirmeliyim. Bütün hazırlığımdaki itici güç değişim oldu. Ben çini ustasıyım, tasarımcıyım ve belli bakış açılarına sahip bir insanım. Kendime de “Bunları da değiştir, modern bir bakış açısı, form ve biçimle dönüştür” dedim. Çiniyi halen doğru düzgün bilen insan yok. Çininin çok standart bir formatı var ve yaptığınız şey büyük bir hata ve eleştiri noktası olarak da size dönebilir. Seramik zaten bunun kökünde var. Çini benim ustalığım. Algılar, üretim süreci ve kendi duygu-düşüncelerimin değişmesiyle var olan şeylerin hepsi de değişime uğradı. İşlerimin bitimine yakın da bunu isme taşıdım. Bu isim hem benim kendimin değişimi hem de geleneksel formatın değişimini anlatır. Bir de kadın olarak işlerimin içinde yaptığım dört eserde kadının da kendi içindeki döngüsünün kırıldığı bir süreçten geçiyoruz olmamıza atıfta bulundum. Artık daha fazla hayır deme, kendini bulma durumu, var olan dengesizliği dengeye getirme durumu, söylem bakımından daha bir güçlü olma durumu sözkonusu. Women adlı işimde birçok farklı kadın figürleriyle “Her birimiz farklıyız ama günün sonunda hepimiz de kadınız” diyorum. Yapraklar normalde bedeni örterken bu eserdekiler rahatça çevreye salınabiliyor.

img-20240418-164741.jpg

“Her eser birbirinden hem farklı hem de kendi içinde gruplara ayrılmış.”

O zaman eserlerin derinliklerine biraz dalalım isterim.
Her eser birbirinden hem farklı hem de kendi içinde gruplara ayrılmış. Ben stabillik durumunu sevmedim için birçok farklı tasarımları biraraya getirdim. Hepsi birbirinden farklı. Geleneksel motifleri işlerken bir su grubu oluştu. Ocean adlı eserde geleneksel Milet dönemi seramiklerinden alıntı yaptığım orijinal bir balık motifi var. Dışı yine hem modern tarzda hem de yine Milet dönemi seramiklerinden esinlendiğim balık desenleri var.
Koi ise Uzakdoğu temalıdır. Orada Haliç desenini (suyu ve derinliği temsil eder) değiştirerek kulandım. Yani ikisini kombinleyerek kullandım. Selçuklu mimarisinde tuğlalar, yıldız karolar karşımıza çıkar.
Seljuk Tile adlı tablo hem hareketi -değişimi temsil ediyor hem de orijinale bağlı kalarak modern bir yorumla yansıtılır. Çini de Çinden gelen demektir. Padişahın isteğiyle atölyelerde denemeler yapılır ve çini üretimi Anadolu’da da başlar. Çinilerde birçok medeniyetten örnekler görülebilir. Osmanlının iniş çıkışına göre de çinilerin kalitesi de değişim gösteriyor. İznik’te yapılan, saraya hitap eden çini de var Kütahya’da yapılan ve daha çok toplumun kullandığı çiniler var. İki çini iki farklı sosyal sınıfı temsil ediyordu.


“Değişim karşısında mahkumuz. Var olan bir şeye son verirken yeni bir şeye başlamış oluyorsunuz”

“Her döngüdeki değişim hem bir sonu hem de yeni bir başlangıcı temsil eder” sözünüzdeki felsefik yaklaşıma da biraz değinmek isterim.
Bir şeyi değiştirdiğinizde aslında var olan bir şeye son verirken yeni bir şeye başlamış oluyorsunuz. Bu her zaman tekrar eder. Bu değişim başladı ve bu değişim sürecektir. Yaşın, statünün, görüşün, dünyanın, yaşadıklarımızın değiştiği gibi. Değişim karşısında mahkumuz zaten.

Değişimler somut eserler anlamında sergiden sonra da devam ediyor mu?
Tabi ki üretimlerime devam ediyorum. İkinci bir sergi de planlıyorum. İlk sergim de olan “Tarihe Engelsiz Dokunuş” adlı ilk işim sosyal sorumluluk projesiydi. Görme Engelli bireylerin müzeleri daha rahat gezebilmeleri üzerine işler yapmıştım. Tüm resmi izinleri de alarak bazı tarihi eserlerin replikalarını kabartmalı olarak ürettim ve bu bireylerin eserleri dokunarak hissetmelerini istedim. Aslında tüm bireylerin de dokunmasına açık olduğu için müzelerdeki “eserlere dokunulmazlık” döngüsünü de kırdım. Anı defterimin de dolduğunu düşünürsek çok fazla insanı dokunduğunu düşünüyorum. Çok mutlu ve huzur duyduğum bir proje oldu. Fikir olarak da bir öncü olduğumu düşünüyorum.

sergi-foto-4.jpg

Bu haber toplam 1136 defa okunmuştur
Etiketler :