“Esirliğim…”
MESARYA’DAN HATIRALAR… BİR ÖYKÜ…
Dr. Derviş ÖZER
Esirliğim mi?
Onu mu anlatayım?…
Sizin köyde yakalandım…
Sizin köyde zeytin ağaçlarının üzerindeydim, hemen yanında dere vardı, içinde de tatlı akan bir su, açlık önemli değildi de susuzluk için orada kalmıştım. Güneye geçmek için ağacın üzerinde geceyi beklerken yakalandım. Yakalanmadım aslında onu görünce ben, geriye A… diyerek ağaçtan atladım ve ona sarılmak istedim. İşte o an yüzüme Thomson’un dipçiğini yedim ve anladım ki savaş oyun değil, savaş, savaş öncesi çalışma arkadaşlığı değil. Yüzümün acısından ve ağzıma dolan kandan konuşamadım bile. Beni aldı hiç konuşmadan götürdü, ama ne götürme, her adımda küfür ve tekme. Sağımda solumda tanıdığım, tanımadığım ölen insanlar. Kaçarken vurulmuşlar ve şişmeye başlamışlar. Ama ben şanslıydım, ben tanıdığım bir düşmana esir düşmüştüm.
Neyse dayak yiye yiye köye vardık. Beni karargâh binasında bir odaya soktu ve çıktı. Benim arkadaşımdı beni vurmamıştı, seviniyordum. Gitti ve çok kalmadı. Elinde bir şişe su ile geldi suyu içmemi bekledi ve diğer elindeki sudan çıkmış guspo sapıyla bana vurmaya başladı.
Bu dayak sırasında canım çok acıdı. Hiç acımadan vuruyordu. Yediğim dayak sırasında sadece güldüm. Her şey bana şaka gibi geliyordu. O vurdukça ben gülüyordum ve ben güldükçe, beni daha çok dövüyordu. O, ben ona adıyla hitap etmeme rağmen beni tanımamışlığa geliyordu. Ben de dayağı yerken halime şükrediyor, İsa’ya teşekkür ediyor Meryem için haç çıkarıyordum. Yaşadığım için ve yediğim dayağını hissettiğim için seviniyordum.
Karargâhtaki o odaya benim gibi getirilen onlarca kişiyi dayaktan geçirip götürdüler ama A…beni bırakmadı, götürülmeme izin vermedi. Vermedi de her gün ve her gece acımaksızın beni gusbo sapıyla dövdü. Günlerce kan işetti. İşemek bana işkencenin büyüğü oldu. Ama beni dövmeye her geldiğinde süt getirdi. Bunu da unutmam. Ben yaşıyorsam o gusbonun sayesindedir diye düşünüyorum, ama neden bana kadar güçlü vuruyordu ki onu hiç anlamadım.
Bir keresinde de gatmer getirmişti. Tadını unutamam açlıktan olsa gerek, çok güzel gelmişti.
Birkaç gün sonra geldi ve bana sarıldı, sonra gitti. Bende ona sarılacak pek hal yoktu. Biraz da kırgındım. Pek yüz vermedim, kendisine.
Bir kamyonun arkasına bindirip diğer esirlerle birlikte Lefkoşa’ya götürdüler beni. Üzerimde dayaktan elbise ve derimde kendi rengimden bir renk kalmamıştı, patlıcan gibiydim ve kan işiyordum, kan işerken ciğerim sökülüyordu. O mübarek gusbo sapını da hangi ağaçtan yapıyorlardı ki hiç kırılmıyordu. Nasıl bir ağaçtı ki bunca dayağa rağmen hiç eğilmiyor hiç kırılmıyordu.
A… yaşıyor mu?. Senin köylündür
Öldü mü... Vah vah… İyi adamdı
Allah rahmet eylesin… İsa onu saklasın…
Yaşasaydı sorardım niye o kadar çok dövdü diye… Ama…
Neyse gelelim esirliğin devamına. A… İle bir daha görüşmedik. Onlarca esirle birlikte, o sıcakta susuz bir şekilde yola çıktık ve Pavlides’in garaja getirildik. Günlerce orada kaldık. Oradan Girne limanı ve gemilerle Mersin, Adana, oradan Amasya’ya götürüldük.
Amasya’da trenden indirildik. Gerçi Amasya’ya gelene kadar çok korku yaşadık, çok ölümden döndük, çok dayak yedik ama Amasya’da trenden indirildikten sonra bizi kadınların ve çocukların eline bıraktılar.
Aralarında hiç erkek yoktu. Ve o kadınlar bizi parçaladı, o çocuklara bizi dövdürdüler. Saçlarımızı yoldular ve küçücük çocukları üzerimize işettiler. Ayağında ayakkabı olmayan kadınlara, kıçında don olmayan çocuklara dövdürdüler bizi. Yediğim hiçbir dayak bu kadar ağır gelmemişti bana. Bizi asker bile saymadılar. Tecavüzcü yerine koyup attılar kadınların çocukların önüne. Hayatımın en korkunç günüydü o gün.
Biliyor musun bütün esirliğim boyunca sadece o gün ölmeyi istedim. Keşke A… beni o ağacın altında öldürseydi de bu kadar şerefsiz davranışa maruz kalmasaydım.
Bak gene aklıma gelince bozuluyorum...
Diyeceğim uzun bir süre Amasya’da kaldık. Koyunlar gibi birbirimize sokularak uyuduk. Dayak da azalmıştı. Kızılhaç da gelip gidiyordu. İdare ettik öyle, arada sorguya çekiliyorduk ama çok zor değildi.
Bir gün bizi trene bindirdiler ve gemi derken geldik. Güneye geçtik.
Bana savaştan esirlikten ne kaldı diye sorarsan iki şey derim.
Birincisi suya yatmış gusbo sapı.
İkincisi de Amasya’da donsuz çocukların üzerimize işemesi.
Hepsi bu...
(DR. DERVİŞ ÖZER – EKİM 2015)