1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eşitliği Nerede Unuttuk?
Eşitliği Nerede Unuttuk?

Eşitliği Nerede Unuttuk?

Eşitliği Nerede Unuttuk?

A+A-


Mustafa Öngün
m.ongun85 @gmail.com


“Politik yönetim eşit ve özgür yurttaşların yönetimidir.”
Aristoteles

İnsanı ve siyaseti birçok farklı biçimde anlayabilirsiniz. Bu farklı anlayışların her biri ise belli değerlerin önemsenmesini sağlarken diğer birçok değeri de önemsizleştirir. Günümüzde neoliberalizm gibi akımların gücünün önemli bir kaynağı da budur. Neoliberalizm önemli olanla önemsiz olan arasındaki çizgiyi çekme gücüne sahiptir. İşte bu nedenle, neoliberalizme karşı çıkmak, bu çizginin çekildiği yeri değiştirmeyi gerektirir. Bunu yapmak için ise öncelikle neoliberalizmi özelleştirme, devletin küçültülmesi, mali regülasyonun azaltılması gibi makroekonomik değişim taleplerinin ötesinde anlamamız gerekir. Peki, neoliberalizm bilindik makroekonomik talepler dışında başka ne olabilir ki? Neoliberalizm, her şeyden önce insanın ve siyasetin ne olduğu ile ilgili keskin varsayımlar yapan ve böylece önemli ve önemsiz olanı belirleyen bir düşünce ve aktivite biçimidir. Bu yazı neoliberalizmin bu boyutunu açıklamaya çalışacak ve bu anlamdaki neoliberalizmin Kıbrıs’ın Kuzeyinde nasıl ve ne yönde etkili olduğunu ortaya koymaya çalışacaktır. Sonuç olarak da, kısaca neoliberal insan ve siyaset anlayışına alternatif bir bakıştan bahsedecektir.  

Neoliberal İnsan: Homo-Economicus
Michel Foucault, Collège de France 1978-1979 derslerinde neoliberalizmle ilgili genellikle gözden kaçan bir noktaya parmak basar. Foucault bu derslerde, neoliberalizmin farklı bir insan anlayışı olduğundan bahseder. Bu anlayışı “Homo-Economicus olarak insan” diye adlandırır. Birazdan da anlatacağım gibi bu insan kavrayışı, insana gerçekte sahip olmadığı bir öz/doğa yükler. "Homo-Economicus olarak insanın davranış ve düşünceleri bir girişimciyi veya müşteriyi andırır. Yani insanın düşünce ve davranışlarının temelinde fiyat/kazanç hesapları vardır. Evlenme, suç işleme, göç etme ve hatta milletvekili adayı olma gibi davranışlar girişim yapan yatırımcının davranışlarından farklı değildir. Neoliberallere göre, bir yatırımcının yatırdığı parayı kaybetmek istememesi ve hatta bu paradan kar elde etmek istemesi insan doğasının ta kendisidir. Neoliberalizmin bireyi, eylem ve düşüncelerinde bir yatırımcı gibi hesaplar yapar. Ne kazanıp, ne kaybedeceği üzerinden hareket eder. Evlenirken, eğitim alırken, çocuk yaparken, kazanma ve kaybetme hesapları yapar. Homo-economicus olarak insan, her koşulda kazanç/kar hesabı yapan bir şirket veya müşteridir. Homo-economicus toplumsal değer üretmez; o kişisel hesap ve yatırım yapar. 
Bu insan anlayışında unutulan nedir diye sorarsak cevap eşitliktir. Gelir dağılımında, paylaşımda, hak ve özgürlüklerde eşitlik yaratmak, insanı politik ve ahlaki “dert” edinebilecek bir varlık olarak anlamayı gerektirir. Oy verirken, çalışırken, siyaset yaparken, yazı yazarken eşitliği dert edinmeyen insanların yaşadığı yerlerde hastalıklar, suç, güvensizlik, obezite, madde bağımlılığı ve daha birçok problem ortaya çıkmaktadır. Pickett ve Wilkinson çalışmalarında bunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Eşitsizliğin arttığı toplumların daha kötü toplumlar haline geldiği açıktır. Ancak homo-economicus’un böyle bir derdi yoktur. Onun için eşitlik değil, kişisel kar ve kazanç ön plandadır.

Neoliberal Siyaset: şirket-parti
Foucault’nun, yukarda kısaca anlattığım, yorumundan yola çıkan Wendy Brown, neoliberalizmin daha önce ortaya çıkmamış olan bir siyaset anlayışını da beraberinde getirdiğini iddia eder. Neoliberallere göre, siyasi iktidar bir şirketten çok da farklı değildir. Politika üretirken siyasi iktidar, fiyat/kazanç analizi yapan yatırımcılar gibi davranmak ve düşünmek zorundadır. Şimdi burada kötü olan nedir diye sorabilirsiniz. Bowrn’un da ortaya koyduğu gibi, bu siyaset anlayışı sosyal demokraside siyaseti meşru kılan değerleri değiştirmiştir. Kötü olan da aslında budur. Aristo, Hegel, Kant ve Habermas gibi düşünürler için siyasi iktidarın meşruluğu, insani kapasitelerin toplumsal olarak özgürleşmesiyken, neoliberaller için durum farklıdır. Neoliberaller için siyasi iktidarın başarısı ve meşruluğu her şeyden önce ekonomik büyümeyi sağlamasına bağlıdır. Yani büyüyen bir ekonominin gerisindeki siyasi iktidar, her halükarda meşrudur. Ekonomik büyümenin beraberinde gelir dağılımı, hak ve özgürlük gibi konularda eşitlik getirip getirmemesi hiç de önemli değildir. Oysa yine Pickett ve Wilkinson’un gösterdiği gibi ekonomik büyüme gelir seviyesinde eşitlik sağlayacak diye bir kural yok. Ekonomik büyüme sonucu eşitsizlikler artabilir ve bunun sonucunda toplumda suç, akıl hastalığı, bağımlılık gibi sorunlar çoğalabilir.
Burada önemli olan nokta, Brown'un da söylediği gibi, neoliberal siyaset anlayışının birçok önemli politik meseleyi apolitize edip önemsizleştirmesidir. Suç, işsizlik, gelir dağılımı eşitliği gibi sosyal demokrasinin geleneksel politik meseleleri politik olmaktan çıkarılmıştır. Artık suç işlemek, işsiz kalmak veya az gelirli olmak bireyin kendi sorumluluğu haline gelmiştir. Yani işsizlik, suç gibi meseleler politik iradenin bir problemi olmaktan çok kişilerin kendi problemleri olmuştur. İş bulup para kazananlar "çalışkan" ve "sorumlu", bulamayanlar ise "tembel" ve "sorumsuz" olmuştur. Siyaset buralardan elini ayağını çekmiştir. Böylece, sosyal devletin gelir dağılımında, hak ve özgürlüklerde eşitlik ve adalet projesi neoliberal anlayışta geri plana atılmış ve yerini ekonomik büyüme ülküsüne bırakmıştır.
Yazının başında bahsettiğimiz konuya dönecek olursak, neoliberalizmin insan ve toplum ile ilgili keskin varsayımlarının hangi konuları önemsizleştirdiğini şimdi daha iyi görebiliriz. Neoliberalizm her şeyden önce eşitlik ilkesini önemsizleştirmiştir. Eşitlik, ne homo-economicus için ne de siyaset için önemlidir. Çünkü eşitlik yatırımcıların ve şirketlerin öncelik verdiği bir ilke değildir. Neoliberalizmin öncülerinden Milton Friedman’ın da vurguladığı gibi, bir şirketin kar yapmanın dışında sosyal sorumluluğu yoktur (Friedman, 1970). Siyasi partilerin şirket olarak anlaşılması da ekonomik büyümeyi koşulsuz bir şekilde amaç edinmeyi sağlamıştır.
Peki bu siyaset anlayışı neyi önemsizleştirmiştir? Burada önemsizleşen mesele bellidir. Ekonomik büyümenin toplumda eşitlik sağlayıp sağlamadığı önemsizleştirilmiştir. Ekonomik büyümeden kimin daha fazla pay alacağı, yani adil paylaşım gibi konular önemsizleştirilmiştir. Aslında siyasi olan, homo-economicus’un kişisel tercihleri haline gelmiştir. Siyaset aracılığı ile eşit bir toplum yaratmak mümkünken, “hayalcilik” veya “lüks” haline gelmiştir.  

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Neoliberalizm
Kıbrıs’ın Kuzeyinde gazetelere, seçim dönemi yapılan tartışmalara, televizyon programlarına söyle bir baktığımızda tartışılan konular bellidir. “Ekonomik büyüme” ve “kamuda verimlilik” gibi konular oldukça sık tartışılırken, kamunun esas görevi olan hak eşitliği sağlama, adil paylaşım gibi konular pek de tartışılmamıştır. Oysa kamu hizmeti, sosyal bir devlette, pazar ekonomisinin yarattığı eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için var olmalıdır. Parasız eğitim ve sağlık, düşük gelirli insanların da kendini geliştirebileceği, refaha kavuşabileceği bir toplum yaratmak için sağlanmalıdır. Bu anlamda da en az özel sektör kadar kaliteli olmak durumundadır. Ancak, solda duranlar da dahil, kamuda kalitenin nasıl artırılacağı, adil paylaşımın nasıl sağlanacağı gibi konularda sessiz kalmaktadır.

Aynı şekilde, siyaset, pazar ekonomisinde sermaye guruplarına nazaran zayıf olarak nitelendirebileceğimiz işçileri koruyacak nitelikte olmalıdır. Asgari ücret, adaletli maaş, kayıt dışılık, iş yeri güvenliği gibi konular sosyal adaletin en önemli meseleleriyken biz bunları pek de önemli bulmuyor ve bu konularda ilerleme kaydedecek projeleri geliştirmek yerine salt bir bütçe ve ekonomik kalkınma tartışması yürütüyoruz. Böylece bütçe açığı yaratmayan bir kamuyu iyi bir kamu olarak düşünüyoruz. Ancak bu düşüncenin temelinde neoliberal insan ve siyaset anlayışı olduğunu pek de görmek istemiyoruz. “Bütçe açığı yaratmayan kamu iyidir” demek ve tartışmaları burada bitirmek, devleti, eşitlik ve adalet gibi dertleri olmayan bir şirket olarak anlamaktır. Kısacası sosyal adalet ve eşitlik nasıl sağlanacak sorusu karşımızda durmakta ancak biz cevap vermek gibi bir dert gütmemekteyiz.

Neden mi? Çünkü insan ve siyaset anlayışımız neoliberal hegemonyaya teslim olmuş durumda. Kendimizden tutun da siyasete kadar her yeri birer şirket olarak görmekteyiz. Bunun sonucunda da suç, eğitim, sağlık gibi konularda apolitik bir anlayışa mahkum olmaktayız. Suçu, asgari ücreti, parasız kaliteli eğitim ve sağlığı politik bir mesele değil göçmenlerin veya az gelirli kesimlerin kişisel bir meselesi gibi düşünmekteyiz. Burada anlatmak istediğim, bütçe açığı veya ekonomik büyüme meselesinin önemsiz olduğu değildir. Anlatmak istediğim, neolibralizmin etkisinde olan Kuzey Kıbrıs siyasi alanında, sosyal adaletin ve eşitliğin önemsizleştirilmesi ve gerçek anlamda tartışılmadığıdır. Bugün TC’nin bizden uygulamamızı beklediği ekonomik programda eşitlik, adalet, adil paylaşım gibi konulardan tek bir kez bile söz edilmemesi rastlantı değildir. Ekonomik program “büyümeyi” kendine hedef olarak almış, ancak bu büyüme sonucunda adil paylaşımın, gelir seviyesi eşitliğinin ve adaletli bir vergi sisteminin nasıl oluşacağına dair hiçbir şey söylememiştir. Nedeni ise açıktır. Programın temelinde insan homo-economicus, siyaset ise bir şirket olarak kurgulanmıştır. Kısacası anlatmak istediğim, Kıbrıs’ın kuzeyinde eşitliği neoliberalizmde unuttuğumuzdur…

Sonuç Yerine: Neoliberal Homo-Economicus Zōon-Politikon’a Karşı
Sonuç olarak, kamu sektörünün sosyal adaleti ve eşitliği nasıl sağlayacağı ile ilgili de bir tartışma yaratmamız gerekiyor. Bunun için de insanı, homo-economicus değil de, Zōon-Politikon, yani politik hayvan olarak anlamamız gerekiyor. Zōon-Politikon olarak insan bir yatırımcıdan çok daha farklıdır. Bu anlayışta insan öncelikle toplumun bir parçasıdır. Toplum içinde olmak, diğerleriyle birlikte hareket etmek ve yardımlaşmak insanı mutlu eden şeylerdir. Yani, insan fiyat/kazanç temelli düşünmek dışında, diğerleri ile birlikte ortak iyiye ulaşmak için çabalayabilen bir varlıktır. Toplumsal bir varlık olarak insan, toplumda eşitliği ve adaleti gözetecek biçimde düşünür ve hareket eder. Eğer neoliberalizmin önemli ve önemsiz olan arasında çektiği çizginin yerini değiştireceksek insanı Zōon-Politikon olarak anlamamız gerekiyor, çünkü Zōon-Politikon’un bir gaiLe’si vardır. Bu gaile de eşitlik ve adalettir…
Zōon-Politikon temelli bir siyaset anlayışında eşitlik, özgürlük ve sosyal adalet ekonomik büyüme kadar önemlidir. Zōon-Politikon odaklı siyasi iktidar için ortak iyi, ilerici bir vergi sistemi, vergilerden edinilecek bütçenin adil paylaşımı ve kaliteli bir kamu her zaman gündemde olmalıdır. İnsanı homo-economicus olarak algılayanlar kamuyu “fakirlere” verilen bir lütuf olarak görürken, Zōon-Politikon olarak insan kamuyu eşitliğin ve sosyal adaletin temeli olarak anlar… Eşitliği sağlamayacak olan bir kamunun - bütçe açıklı veya açıksız - var olmasının pek de bir anlamı yoktur. Zōon-Politikon anlayışında siyasi iktidarın meşruluğunu eşitlik ve adalet belirler.
Bu yazıda anlatılanları doğru buluyorsak, bugün artık bir tercih yapmamız gerektiğini de göreceğiz. Ya kendimizi homo-economicus olarak anlayacak ve günün sonunda eşit olmayanların yaşadığı bir toplum ve siyasi iktidar yaratacağız, ya da, kendimizi Zōon-Politikon olarak düşünüp eşitliği kendimize dert edeceğiz. Ve eşit ve özgür yurttaşların siyasi yönetimi için mücadele edeceğiz.

----

Referanslar
Brown, W. 2003. Neo-Liberalism and the End of Liberal Democracy. Theory and Practice, 7(2), 1-25.

Foucault, M. 2008. The Birth of Biopolitics: Lectures at the Collage de France, 1978 – 1979. Translated by Graham Burchell. edited by Arnold I. Davidson. Great Britain: Palgrave & Macmillan
Friedman, M. 1970. The Social Responsibility of Business is to Increase its Profits, The New York Times Magazine, September 13.
Pickett, K. & Wilkinson, R. 2009. The Spirit Level: Why Greater Equality Makes Societies Stronger. New York: Bloomsbury Press.

Bu haber toplam 2116 defa okunmuştur
Gaile 229. Sayısı

Gaile 229. Sayısı