1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eşitlik ve Adalet; Mümkün mü?
Eşitlik ve Adalet; Mümkün mü?

Eşitlik ve Adalet; Mümkün mü?

Yani eşitlik ve adaletsizliğin olduğu bu toplum yapısının hep böyle kalacağını söylemek, tarihin duracağını iddia etmek demektir.

A+A-

Alaşya Şansal Rahvancıoğlu

[email protected]

Eşitlik ve adaletin mümkünatı, üzerine düşündükçe düşünülebilecek, tartışılabilecek dallı budaklı bir konu. Peki nedir bu eşitlik ve adalet? TDK’de eşitlik: “Kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu. Bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasi haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu.” şeklinde tanımlanıyor. Adalet ise: “Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme.” şeklinde karşımıza çıkıyor. Bense, bu tanımlara bir ekleme yapmak, bireyler yasalar önünde eşit ve adil haklara sahip olsalar dahi, toplumsal koşullar gereği aynı fırsatlara sahip olmazsalar, eşitlik ve adaletin sağlanamayacağını dile getirmek istiyorum.

Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde dediği gibi, “Ancak yasa her iki tarafı da kağıt üzerinde eşit tuttuğu sürece,özgür irade ile yapılmış kabul edilir. Sınıfsal konum farklılığının bir tarafa verdiği güç ve onun diğer taraf üzerinde uyguladığı baskı -iki sınıfın gerçek ekonomik konumu- yasayı ilgilendirmez.” Fakat, yine de yasa üzerinde eşit haklara sahip olmak için mücadele etmek (yeterli olmasa da) çok önemlidir, çünkü gerçek eşitsizlikle mücadele etmenin zeminini oluşturur. Engels bunu yine aynı kitapta, kadın erkek eşitsizliği üzerinden şöyle ifade ediyor: “(...) modern ailede erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin kendine özgü karakteri de, iki cins arasında gerçek bir toplumsal eşitlik kurulması zorunluluğu ve bunun tarzının ne olacağı ancak iki cins hukuken tamamen eşit haklara sahip olduklarında gün ışığına çıkacaktır.”

Kağıt üzerinde eşit olmalarına rağmen toplumsal koşullar nedeniyle aynı fırsatlara erişimi olmayan insanlar arasındaki maddi (somut koşullara dayanan) eşitsizlik, negatif sonuçlar da doğurmaktadır. Örneğin her insan, üniversiteye gitme hakkına sahiptir. Ekonomik koşulları nedeni ile iyi bir eğitim alabilen birisi ile, alamayan birisi arasında tam bir hukuki eşitlik bulunmaktadır. Bu maddi eşitsizlik ise, büyük bir insan grubunun potansiyelini harcamaktır. Manevi farklılıklarımızı ancak maddi bir eşitlik ortamında geliştirebiliriz.

Şu anda yaşadığımız dünyanın eşit ve adil olmadığı inkar edilemeyecek, gözle görülür bir gerçek. Filistin halkının üzerine yağan bombaları, çocuk yaşta gelin olan, anne olan kız çocuklarını, binlerce insanın kıtlıktan kaynaklanmayan açlık nedeniyle ölmesini, fabrikalarda çalışan çocukları görüyoruz. Adil bir “dünyada” yaşamıyoruz. Peki ya şu anda orda olmamamız, eşitlik ve adaletin gerçekliğinden, mümkünatından bir şey eksiltir mi?

Anlaşılması gereken şey şu, adil olmayan şey “dünya” değil, sistem. Kapitalist sistem veya herhangi bir sınıflı toplum dahilinde (eşitsizlik üzerine, bir sınıfın diğeri üzerindeki, azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü üzerine kurulmuş bir sistemde) eşitlik ve adaletin sağlanması tartışma konusu olamaz. Eşitlik ve adaletten bahsedebilmek için, bunların temeli olan sınıflardan bahsetmemiz, sınıfları yıkmamız gerekir. Sınıfsız bir dünya, bir ütopya değil, somut, yaşanmış, mümkün bir gerçektir, bir gelecektir.

Burjuvazinin çıkarları için çabalayan düşünürler, sınıfsız toplum fikri ile alay etmekte, geçmişte yaşanan deneyimleri ise ilkel koşullar nedeni ile ortaya çıkan, bir daha insanlığın gündemine giremeyecek, insanın “doğasına” uygun olmayan bir toplum yapısı olarak yansıtmaktadırlar. Oysa ki bu tam anlamıyla bir zırvadır, bu zamana kadar var olan tüm üretim ve mülkiyet ilişkileri değişmiş, sınıfsal ilişkiler evrimleşerek günümüzdeki haline ulaşmıştır. Ne var ki, her dönemde olduğu gibi, insanlar, günümüzün üretim, mülkiyet ve sınıf ilişkilerinin “böyle gelip böyle gideceği” yanılsamasındadırlar. Bugünkü koşullar çoğunluk için doğal, başka türlü olması mümkün olmayan sınıf ve mülkiyet ilişkilerini ifade ediyor. Çünkü egemen sınıf, egemenliğini, bu düşünce üzerine kurmuştur, varlığını ancak bu inancın yaygınlığıyla sürdürebilir. Oysa bilimsel gerçeklik bundan farklıdır.

Örneğin, M.Ö. 10 binli yıllarda başlayan ılıman iklimle birlikte, dünyanın çok farklı yerlerinde, Afrika’da, Ortadoğu’da, Batı Avrupa’da, Güney Amerika’da, Çin’de çeşitli kabileler, birbirlerinden bağımsız olarak mağaradan düzlüğe, avcı-toplayıcı bir yaşam biçiminden tarımsal üretime geçiyorlardı. Her yerde eş zamanlı olmasa bile, pek çok yerde hayat bulan, Neolitik Devrim adı verilen köklü bir dönüşüm dönemi görülmeye başlanıyordu ve varolan sınıfsız toplum yapısı, tarıma dayalı yerleşik bir toplum yapısı ile buluşuyordu. 200,000 yıllık Homo Sapiens tarihinin sadece son 6000 yılında sınıflı toplumlarda yaşadığımızı göz önünde bulundurursak, insanlık tarihinin 97%si sınıfsız toplumlarda geçmiş oluyor.

Insanlık, sınıfsız toplum yapısını yeniden gündeme getirmek amacı ile çeşitli denemelerde de bulunmamış değildir. Paris Komünü, SSCB, Küba gibi örnekler, sınıfsız bir toplumun sadece bir geçmiş olmadığını, tekrardan gündemimize girebileceğini gösteriyor.

Yanlış anlaşılmasın, tarihin tekerleğini geri çevirmek söz konusu değildir. Hayata geçirmek için mücadele edilen eşit, adil, sınıfsız toplum eskisinin bir benzeri değildir, yepyeni temellerden yükselen ileri bir toplumdur. Çatalhöyük ve bir çoğu (Neolitik dönem komün toplumları), bizlere eşit, adil dolayısıyla sınıfsız bir toplumun mümkün olduğunu göstermektedir, kanıtlamaktadır. Böyle gelmediğinin somut göstergesidir, demek ki böyle gitmek zorunda değildir, gitmeyecektir. Bu zamana kadar var olmuş bütün toplumsal ve ekonomik sistemler değişmiş, döneminin sosyal, tarihsel ve ekonomik koşullarına bağlı olarak evrimleşmiştir. Yani eşitlik ve adaletsizliğin olduğu bu toplum yapısının hep böyle kalacağını söylemek, tarihin duracağını iddia etmek demektir. Buysa düpedüz yanlıştır. Tarih ilerler, her zaman ilerlemiştir, ve ilerleyecektir de.

Günümüzde eşitsizlik, birilerinin kas gücü gerektiren işleri yapması gerekirken, birilerinin de düşünsel işleri yerine getirmesi gerektiği söylemi ile bile meşrulaştırılamaz. Çünkü geliştirilmiş olan yapay zeka ve robot teknolojileri bu tür işleri insanlardan bile daha iyi yapabilecek konuma geliyor. Artık eşitsizliğin gerekli olduğu yalanınına ihtiyaç kalmadı.

Bu zamana kadar eşitliğe dair kazanılmış tüm başarılar, tüm kaydedilen ilerlemeler kitlesel örgütlü mücadelelerin sonucunda kazanılmış eşitliklerdir, haklardır. Örneğin, genel oy hakkı, sendikalaşma hakkı (ülkemizde özel sektör emekçileri bu hakka sahip olmasalar da), kazanılmış bir hak olan 8 8 8 mücadelesi (özel sektör emekçileri hala bu haktan mahrum bırakılıyor olsalar da)... Toplumların eşitlik ve adaletin sağlanabilceğine inanması, bunun gerçekleşmesinin, gerçekleştirilmesinin başlangıcıdır. Tabii ki bu başarı bilişsel bir şey değildir, olamaz. Fakat bir emel olarak adalete ve eşitliğe inanmak, bu amaç doğrultusunda kitlesel ve somut bir mücadele yürütmenin tetikleyicisidir.

Kapitalizm koşullarında, eşitsizlikten büyük faydalar sağlayan bir grup varken, adil, eşit bir dünya bizlere altın bir tepside sunulmayacak. Her kazanım gibi, bu da bir mücadele süreci gerektiriyor. Bir inanç, bir kitlesellik, bir örgütlülük gerektiriyor.

Başka bir dünyanın mümkün olmadığına inanmak, kendi bireyselliğimizi, sınıfsallığımızı, toplumsallığımızı mevcut koşullara mahkum etmek demektir. Bir değişimin zorluğunu idrak etmiş olmak, hatta belki onu bizlerin göremeyeceğinin bilincinde olmak, o emele olan inancımızdan bir gram eksiltmez. Çünkü başka bir dünya, başka bir yaşam mümkün. Ve bu dünya ancak örgütlü bir mücadele ile mümkün.

Bu haber toplam 1518 defa okunmuştur
Gaile 507. Sayı

Gaile 507. Sayı