1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eski Dünya’nın Yıl Dönümü
Eski Dünya’nın Yıl Dönümü

Eski Dünya’nın Yıl Dönümü

Eski Dünya’nın Yıl Dönümü

A+A-


Mertkan Hamit
[email protected]

Uluslararası siyaset ve uluslararası hukuktaki meselelere baktığımızda bazı olayların ezber bozma niteliğine sahip olduğunu görürüz. Öyle ki bu olaylar bir milat olarak görülür ve alışılagelmiş anlayışlar yerle bir olabilir. Yakın tarihimizde Soğuk Savaş’ın sonu olarak da kabul edilen ve aslında Berlin Duvarı’nın yıkıldığı seneyi temsil eden 1989 yılı bunlardan biridir. Bunun gibi uluslararası ilişkiler tarihinde belirleyici olaylardan bir diğeri ise 24 Mart 1999’da başlayan ve Kosova meselesi ile beraber Yugoslavya’nın sonunu hazırlayan NATO’nun Yugoslavya’yı bombalama olayıdır. Bir diğer ezber bozan dönüşüm ise 11 Eylül saldırıları ve ardından da 23 Mart 2003 tarihinde başlayan ve Irak’a ‘demokrasi ve insan hakları ihraç etmeyi hedefleyen’ işgal hareketidir. Tüm bu olayların, değişimi ve yeni bir dünyayı müjdelediğine inanılır. Oysa yeni dünya herkes için müjdeli bir haber olmayabilir. Hatta Irak savaşını bir eşik olarak kabul ettiğimizde, sonrasında gelişen durumun algılananın aksine ileriye değil, güç ilişkileri arasında bir geriye dönüşü temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Tam olarak bu yazıyı okuduğunuz gün, bahsi geçen yeni dünya söyleminin yaygınlaşmasından bu güne kadar 10 yıl geçmiş olacak. Öyle ki, ana akım bir çerçevesinden bakacak olsak dahi uluslararası ilişkilerdeki standartların 2003 öncesi ve sonrası diye ayırmamız mümkündür. Bu ayrımı yapmaya olanak verecek bir örnek olarak ‘Savaş gayrı yasal olabilir’ başlıklı mektubu verebiliriz. [1] Bush ile beraber Irak’ın işgalini destekleyen dönemin Tony Blair hükümetine mesaj göndermeye çalışan uluslararası hukuk profesörlerince hazırlanan metinde olası bir savaşın Birleşmiş Milletler hukukuna kalıcı zarar verme ihtimalinden bahsediliyordu. Öyle de oldu. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan dahi, BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilmeyen bir savaşın gayri yasal olarak nitelendirirken, (savaşa) niyetliler koalisyonu yasal olarak bu savaşın mümkün olduğunu söylemekteydi.
Hiç şüphesiz Irak’ın işgali süresince meydana gelen olaylarda yaşanan ölümler, yıkımlar ve türlü vahşet bir tarafta, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuka yaptığı en büyük etki de Birleşmiş Milletler’in etkinliklerine ve kapasitesine karşı derin bir şüphenin oluşmasına neden olmuştu. İkinci bir boyutu ise Soğuk Savaş süresince göreceli olarak etkisizleşen kolonyalist arzularının NATO aracılığıyla yeniden kurulmaya başlamasının temelinin atılmasıydı. Bununla ilgili olarak genel çerçevede bir iddia oluşturmak için NATO’nun rolünü yeniden hatırlamakta yarar var. NATO, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin oluşturacağı askeri risklere karşı oluşturulmuş askeri bir savunma anlaşmasıdır. Bu açıdan teoride Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra NATO misyonunun da sona ermesi beklenirdi.
Buna rağmen 1994 yılında BM’nin aldığı kararla insani güvenlik kavramının ortaya çıkması; ulusal güvenlik anlayışının, insani güvenlik paradigması ekseninde kurgulanmasını getirdi. Bununla beraber, Soğuk Savaş dönemi sırasında Batı hegemonyasının askeri kanadını oluşturan NATO da bu değerleri içselleştirerek faaliyetlerine devam etmeyi başardı. Başlangıçta bahsedilen, Yugoslavya’nın bombalanması sırasında Kosova’daki Sırp saldırıların kırılmasına yönelik yapılan müdahalelerde Batılı iktidar odaklarınca NATO’nun gerekliliğine vurgu yapılırken, Irak savaşının öncesinde Küresel Terörizme Karşı Mücadele söylemi Amerikan Dış Politikasında da paradigma değişimini ortaya koymuştu. Bu söylemin meşruluğu dönemin Amerikan Başkanı Bush’un ortaya koyduğu önleyici savaş doktrini (preemptive war) olarak ortaya çıkmıştı. Bu görüşe göre Irak, sivillere zarar verme amacı güden Kitle İmha Silahlarını kullanmayı hedefliyordu ve BM bu meseleyle ilgili karar oluşturamamasına rağmen meşruluk tabanı olarak insani güvenlik kaygısı kullanılarak önleyici savaş, Irak’ın işgali mümkün oldu. Irak’a demokrasi ve insan hakları ihraç ettiğini iddia eden Bush hükümeti başlatmış olduğu bu müdahalenin ardından, ‘insani müdahaleler’ hayatımızda daha sık duyduğumuz bir mesele haline geldi.
İnsani müdahale meselesinin bugün Uluslararası İlişkiler ve Hukuk literatüründe yüksek öneme sahip olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler’in oluşturucu değerleriyle çelişkili bir potansiyeli olduğunun da altını çizmek önemlidir. Birleşmiş Milletler; uluslararası olarak güç kullanma hakkını meşru müdafaa ve uluslararası barışın tehdit altında olması durumunda ayrıca Güvenlik Konseyi kararının olması takdirde mümkün olacağını iddia ediyor olsa da, ne Kosova’da ne de Irak’ta gerçekleşen müdahalelerde tam anlamıyla bununla ilgili bir benzerlik ilişkisi kurmak mümkün değildir. Eş zamanlı olarak, uluslararası hukuk çevrelerinin, yasaları katı veya esnek olarak değerlendirmeye yönelik çabaları, bugün dahi insancıl müdahale ile ilgili uzlaşmazlığın korunduğuna işaret etmektedir.
Irak Savaşının bittiğini ilan edenler, savaş sonrası nasıl bir yapının oluşacağı hakkında net bir plana sahip olmadıklarını çoktan belli etmişlerdi. Öyle ki savaşın ardından geçen on yılın sonunda eski Irak Devlet Başkanı Yardımcısı Abdul Mahdi şunları söyledi: “Artık tek bir kişinin, partinin ya da grubun yönettiği bir sistemi hayal edemeyiz. Bunu Sünniler denedi, Şiiler de deneyebilir ama çalışmayacak. (…) Parlamenter bir sisteme ihtiyacımız var, ama şu an da herhangi bir sisteme sahip değiliz. Kurumlarımız çalışmıyor ve gerçek anlamda anayasa uygulanmıyor.” [2] Diğer bir taraftan Dış İlişkiler Konseyi Başkanı ve yapılacak olan müdahaleye destek veren Richard N. Haas’a yönlendirilen ’10 yıla geri dönüp bakınca Irak daha yaşanılası bir yer mi?’ sorusuna cevabı ilgi çekicidir. Haas: “Saddam Hüseyin iktidarda değil, petrol üretimi arttı, politik açıdan göreceli olarak daha açık bir yer ve komşularına bir tehdit unsuru değil. Bunlar müdahalenin pozitif tarafları. Diğer bir taraftan içerdeki şiddet hala ciddi bir biçimde devam ediyor. Hala daha yer değiştirmek zorunda bırakışmış veya mülteci olmuş milyonlarca insan var. Artık Irak, İran’ı dengeleyici güç olmak yerine İran dış ilişkilerinde Suriye’ye karşı kullanılıyor. Bunun dışında bir de can kayıpları ve ekonomik masrafları var. Şimdi bana buna değer miydi diye sorabilirsin. Cevabım: kesinlikle hayır” şeklindeydi. [3] Benzeri bir biçimde Ned Parker’in Foregin Affairs dergisinde on yılın ardından Irak’taki durumu ele aldığı makalesinde, yapılanların ardından Irak’ın eskisinden daha kötü, otoriter ve demokrasiden çok daha uzakta bir yapıda olduğunun altını çiziyor. Üstelik petrol üretimindeki artış gelir adaletsizliğinin yanında yolsuzluğun da hızla arttığını aktarıyor. [4] Joschka Fischer ise yaşanan sürecin kayıp bir on yıl olduğunu belirtirken, [5] Jonathan Masters terörizmle savaşmayı hedefleyen bir hareket olarak kurgulanan tüm bu savaşın, on yılın sonunda El Kaide gibi radikal öğelerin eskisine göre daha güçlü ve organize olduğunu vurguluyor. [6]
Sonuç olarak on yıla geri dönüp baktığımızda Irak Savaşı hem uluslararası politika ve hukuk açısından türlü sorunlar yaratırken, eş zamanlı olarak Irak’ta yaşayan insanların hayatlarına da ciddi zarar vermiştir. Bu noktada geleneksel eleştirel yaklaşımı takınıp Uluslararası hukukun emperyalist amaçlar uğruna feda edildiğini iddia etmek gibi bir niyetim yok. Çünkü yeniden düşündüğümde Uluslararası Hukuk’un var oluşundan bugüne sömürgeci zihniyeti içselleştirerek buna uygun bir yönetim ilişkisi sağladığını iddia etmek mümkündür. Bu açıdan uluslararası hukuk egemenler arasında bir ilişkiden doğmuş bir anlatıyken, emperyal hedeflere yönelik kullanmaya uygunlaştırılabilmesi Uluslararası Hukuk’un özüne aykırı bir durum değildir.
Bugün yaşadığımız ve yıl dönümünü kutladığımız dünya, geleneksel anlamda uluslararası bir sömüren/sömürülen ilişkisi değil, merkezi belli olmayan bir imparatorluk içinde farklı iktidar odaklarının var oluşlarını sürdürebilmek için güçsüz bulduklarını meşru yöntemlerle irade edebildikleri bir sistemdir. Hal böyle olunca küresel bir imparatorluğun taleplerine yönelik, yine küresel bir biçimde hayır diyebilmek için düşünmenin altını çizmenin yerinde olduğuna inanıyorum. 

 

***
Kaynaklar

[1]  Guardian, «War Would Be Illegal,» 7 3 2003. http://www.guardian.co.uk/politics/2003/mar/07/highereducation.iraq. [Erişildi: 18 3 2013].
[2]  P. Harling, «Le Monde diplomatique,» Mart 2013. http://mondediplo.com/2013/03/02iraq. [Erişildi: 20 Mart 2013].
[3]  B. Gwertzman, «Council on Foreign Relations,» 14 Mart 2013. http://www.cfr.org/iraq/iraq-invasion-ten-years-later-wrong-war/p30204. [Erişildi: 2013 Mart 20].
[4]  N. Parker, «Foreign Affairs,» March April 2012. http://www.foreignaffairs.com/articles/137103/ned-parker/the-iraq-we-left-behind. [Erişildi: 20 March 2013].
[5]  J. Fischer, «http://www.project-syndicate.org/commentary/winners-and-losers-of-the-iraq-war-by-joschka-fischer,» Project Syndicate, 18 March 2013. http://www.project-syndicate.org/commentary/winners-and-losers-of-the-iraq-war-by-joschka-fischer. [Erişildi: 20 March 20].
[6]  J. Masters, «Council on Foreign Relations,» 18 March 2013. http://www.cfr.org/iraq/al-qaeda-iraq/p14811. [Erişildi: 20 March 2013].

Bu haber toplam 1538 defa okunmuştur
Gaile 206. Sayısı

Gaile 206. Sayısı