‘Eski fotoğraflar’...
“Mutluluğun iki biçimi vardır. Biri bir kadına sabırsız bir halde umutla giderken ve diğeri bir kadından ve tutkudan kurtulmuş olarak geri dönerken” der Aleksandr Sergeyeviç Puşkin!
...
‘Kadın’ ya da ‘erkek’ hatta ‘sevgili’ olarak kurgulayabilirsiniz tümceyi, duruma göre...
Puşkin’in bir itirazı olacağını pek sanmam!
Sözün sahibi Rus edebiyatının en büyüğü kabul edilse de, illaki doğru olmuyor (!)
Her aşkın kendini yaşadığı, her şehvetin bir başka kıvamı olduğu, ilişkilerini kendi kozasını ördüğü biliniyor...
Daha yenile yazmıştık, Neşe’den, “Her hikaye yanlıştır başkasının dilinde...”
***
Aslında mutluluğun biçiminden yola çıkarak, mutsuzluğun garipsediğim yansımasını deşmek istedim.
Yaşanmışlıkları ‘silmek’ çabasında nedense, pek çok ilişkinin, bir zamanlar ‘delice’ tutkunları!
Önce bir ‘gösteriş’ merağı var...
Ele ele pozlar...
Diz dize gülüşler...
Poz poz paylaşılıyor fotoğraflar!
Avuç içi kadar mutluluklar büyüdükçe büyüyor, avuç içi cihazların sonsuzluğunda kayboluyor!
Paylaşmak elbette güzeldir.
Çok da bir itirazım yok.
Ama ne zaman ki “abartılmış” bir aşk resmi geçidi başlıyor, gözünüzün içerisine sokarcasına bir ifşa merağı, ürküyorum ister istemez...
EN önemli mutsuzluklar, en parlak kabukların içine gizleniyor çoğunlukla...
***
Yine de herkesin kendi ruh hali...
Bize ne, kime ne!
Peki film nerede kopuyor benim için...
Bir ayrılık vaktinde!
Tek tek siliniyor eski anılar, fotoğraflar, izler, gülüşler, sözler, gülüşler...
Hayattan silmek mümkün olmayan her bir kare, sökülüyor yerli yerinden...
Niye?
İnsan hafızasının ‘seçmek’ gibi bir özelliği vardır halbuki...
Nedense, onca ‘mutlu an’ yerine, ısrarla ‘kötü zamanlar’ ağır basıyor!
“Silmek” merasimi başlıyor!
***
İnsan, mutlu anlarından ürkmemeli!..
Utanmamalı geçmişinden...
‘Yaşadım’ demeli, diyebilmeli...
“Bak, bunları da yaşadım...”
Böyle bir özgüvenle yaşamaya devam etmeli, şimdiyi de!
-------------------------
Makam!
Yeni “makam araçları”na yönelik öfkeyi birlikte hissediyor, isyan ediyoruz.
İyi de...
Bu filmi tekrar tekrar izlemek, usanç vermiyor mu?
Çünkü bu ülke, makam araçlarının tek tek satıldığını, çok daha ucuzları ile bu işe çözüm üretildiğini gördü, yaşadı.
Makam aracı kullanmayı reddeden vekillerle de tanıştı.
Ama onlara da kızdık (!)
En anızından takdir etmesini bilemedik, “özendirici” olmadık, olamadık...
İyi örneklere sahip çıkmalıyız.
Kimmiş, neciymiş, nereliymiş bakmadan...
...
Girne’de 4 kat sınırı olan bölgede, 7’nci kata çıkan otele kimse dokunmuyor.
Ve gözüm İskele’de...
Eğer ki söz pratikle buluşursa, kıyı işgaline karşı söylendiği gibi “yıkım” gelirse, alkışlayacağım, İskele’nin genç belediye başkanını...
Umutlanacağım, yeniden...
-------------------------
Haftanın en güzel fotoğrafı KALPTEKİ İZLER
Orkun Bozkurt bir kitabında yazmış, yine bir röportajında söylemişti.
“Hiç ayak izim olmadı kumsallarda....”
İnsanın içinde bir alev topuna dönüşen özlemi, bu sözün ardından gelmişti:
“Ne çok isterdim oysa...”
...
Kıbrıs’ın kuzeyi gibi geri kalmış, kişisel gösterişlere kilitlenmiş, kurmaca devlet sefaletini yaşayan ülkelerde, engelli olmak çok daha zordur.
Engelli camiasının şanslarından biridir, Mustafa Çelik gibi, Orkun da...
Belki kumsalda ayak izi yoktur, ancak, cesaretle ürettiği çözümler vardır, nice engelliye kazandırdığı özgüven...
Orkun’la çok daha iyi farkına vardık, ayıplarımızın.
Ve kalbinden yükselen izlerle, engel tanımayan bir ‘aşk’ı var şimdi...
Geçtiğimiz haftanın en güzel fotoğrafıydı, Orkun ile Enime’nin ilan-ı aşkı...
Nikah masasına oturdu dostlarımız.
Yeni bir yolculuğa çıktı.
Kıpır kıpır içleri...
Hani “adettendir” ya, her nikahta, çevrede toplanan insanlar meraklı gözlerle “masanın altına” bakar, laf atar...
- “Bas, bas, bas!”
Ne mutlu...
Kimse kimsenin ayağına basmadı!
Acıtarak başlamadı bu öykü...
-------------------------
Koordine!
Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti, 21 Yaş Altı milli takımları oynadı.
Türkiye’de..
2017 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri...
Siz de sıkıldınız, ben de...
“Onlar oynadı, biz izledik” muhabbetinden...
Geçtim!
Kıbrıs sorunu bu işte...
Maçtan sonra kavga çıktı ya, çoğunluk, ‘gürültü patırtı’yı yorumladı.
Oysa...
800 bin nüfuslu Kıbrıs...
80 milyonluk Türkiye’ye kök söktürdü, hem de kendi evinde...
Kıbrıs, 1-0 yendi...
O gençler ki, on binlercesi, bir sabah evsiz, mülksüz kaldı!
Gördünüz mü, “kalabalık” olmak, her zaman “güç” sağlamıyor bir ülkeye...
Ve şimdi, 80 milyon gençten, dünyanın pek çok organizasyonunda ‘makul’ bir başarı yakalayamayan ülke, gelecek de, bizim gençliği ‘koordine’ edecek öyle mi?
-------------------------
haftanın notcukları
-Kıbrıs’ta “barış” değil “alım-satım” üzerine ticari bir anlaşma arıyoruz gibi...
Hepimiz “mal”ız ha!
"Mülkleriniz batsın” diyorum bazen..
-"Dağa mecbur bırakılmış gençlerini yakarak bir ülkenin hiçbir yaşamsal sorunu çözülemez, ülkeye böyle demokrasi gelmez..." Vedat Türkali söylemişti, bir çınar daha ayakta öldü, kökleri besleyecek toprağı...
SEVDA YASALARI
-Hesabını tutma çok fazla! Kılığa sokma! Adını koyma illa! Yaşa...
-Jr. Rauf Denktaş'ın açıklamasından: "Devlet’in tasarrufunda kalması kaydıyle ve KKTC (Rum) adına kayıtlı parsel" ...
Nokta, virgül dokunmadım!. "KKTC (RUM) adına", bunu da ilk duydum.
- Basın toplantılarına bürokrat, siyasi danışman ve profesyonel gazeteci olmayanların daveti, Kıbrıs'a özgü bir gelenek!
- "Maksat kalabalık olsun, hoşumuza gidiyor."
-Avrupa Birliği, APPLE'a 13 milyar Euro vergi borcu çıkarmış! Apple'ı kap, "KKTC"ye gel, hem borcun affedilsin, hem de yurttaşlık "hediyemiz" olsun!
- İyi mangallar!
-------------------------------------------------------
İZNİNİZLE
Sevgili okurlar, dostlar, biraz soluklanma zamanı... Hem yıllık iznimden bir miktar tırtıklamak, hem de gündemden olabildiğince uzaklaşarak dinlenmek için bir hafta köşemiz kapalı. Yine Kıbrıs'ta, yine buralarda olacağıma göre memleket hallerinden kopabilmek ne kadar mümkünse... Her sabah, YENİDÜZEN'i yine büyük bir keyifle okuyacağım, haftaya pazartesi yine bu köşede buluşmak umudu ve 11 Eylül'e kadar izninizle…