Eski Grammar School yakınındaki küçük kilisecik…
Geçtiğimiz günlerde bir sabah erkenden telefonum çalıyor: Bir Kıbrıslıtürk okurum arıyor. Bu okurumu tanımıyorum, ilk kez konuşuyoruz ve bana anlatacağı oldukça ilginç şeyler var.
Bir zamanlar Yunan Alayı ELDİK ile Türk Alayı TURDİK’in kamplarının olduğu bölgede – bu kamplar yan yana idi – eski Grammar School’un (“Grammer Okulu”) bulunduğu yörede dört veya beş “kayıp” şahsın gömülmüş olabileceği yeri bildiğini anlatıyor okurum…
“Orada küçük bir kilisecik vardır” diyor…
“Kiliseciğin giriş kapısı kuzeye bakar – eğer bu giriş kapısında durursanız, 15 adım ileride dört veya beş tane savaşta öldürülmüş askerin gömülmüş olduğu bir yer vardır…”
Bu askerler herhalde Yunan askerleriydi çünkü burası ELDIK yani Yunan Alayı kampı idi bir zamanlar… Şimdi bu kiliseciğe gidip bakmak mümkün değil çünkü burası askeri bölge ama belki bu kiliseciğin uzaktan görülebileceği bazı noktalar bulabiliriz… Okuruma “Eğer böyle bir nokta bulabilirsek, gelip bana ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bu kiliseciği uzaktan da olsa gösterebilir misin?” diye soruyorum.
“Elbette gelirim ve gösteririm” diyor…
Derhal Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal ile Ksenofon Kallis’e bu yeni olası gömü yeri hakkında bilgi veriyorum. Bir gün ayarlayıp bu küçük kiliseciğin Lefkoşa’nın Kıbrıslırum kesiminden uzaktan görülebileceği bir noktaya hep beraber gitme konusunda anlaşıyoruz. Kıbrıslıtürk okurumu arayarak bir tarih ve saat kararlaştırıyoruz.
Böylece Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Ksenofon Kallis, okurum ve ben ile Kayıplar Komitesi görevlisi Turgut Vehbi geçtiğimiz günlerde hep birlikte Lefkoşa’nın Kıbrıslırum kesiminde Kermiya yöresine yakın yüksek bir nokta bulmaya gidiyoruz… Bulduğumuz yüksek noktadan Lefkoşa’nın şahane bir manzarası var.
Bu yüksek noktadan okurum bize küçük kiliseyi işaret ediyor – zaten işaret ettiği bölgede tek külüse de bu… Bize olası gömü yerini tam olarak tarif ediyor.
Sonra geriye dönüyoruz.
Kallis, okuruma teşekkür ediyor, “Yapmış olduğunuz şey, son derece insancıl bir şey” diyor.
Zaman zaman askeri makamlar, Kıbrıs’ın kuzeyindeki askeri bölgelere kazı izni veriyorlar ve Kayıplar Komitesi kazı ekipleri askeri bölgelerde de kazı yapabiliyor. Eğer askeri makamlar okurumun göstermiş olduğu bu bölge için de kazı izni verecek olurlarsa, belki dört ya da beş “kayıp” şahıstan geride kalanlar bulunabilecek.
Tüm bu bölge hakkında yıllar önce pek çok şey yazmıştım, bu bölgede çok şiddetli çarpışmalar yaşanmıştı, bu bölgede savaşta öldürülenlerin akibeti hakkında da araştırma yürütmüştüm. Hatta o şiddetli çarpışma günlerinde ve çarpışmaların hemen ardından bu bölgede görev yapmış olan sivil hekimlerle de konuşmuştum – bu hekimler yaralılara bakmak üzere gönderilmişlerdi – savaşta ölmüş bazı Yunan askerlerinin naaşlarının bir araya toplanarak, Kıbrıslırum makamlarına iade edilmek üzere olduklarını hatırlıyorlardı. Bu hekimlerden birisi Yunan askerlerini, üniformalarından ötürü hatırlamaktaydı. Bana Yunan askerlerinin de, Türk askerlerinin de üzerlerinde NATO kimlik kartları bulunduğunu, ister canlı olarak yakalanmış olsunlar, isterse savaşta öldürülmüş olsunlar, kendi taraflarına iade edilmek üzere bir tür anlaşma bulunduğunu, bu NATO kimlik kartının ardında yatanın belki de bu olduğunu izah etmişlerdi – aslında hem Yunan, hem de Türk askerleri aynı askeri kuruma, NATO’ya bağlı ordulardan geliyorlardı. Ancak bu bir savaştı ve savaşta denetimsiz pek çok şey olabiliyordu – böylece yakalanmış olan her bir Yunan ya da her bir Türk askeri kendi tarafına iade edilmeyebiliyordu – örneğin bazı Türk subaylarının bazı Kıbrıslırumlar tarafından yakalandıktan sonra işkence gördüğüne ilişkin bazı tanıklıklarla karşılaşmıştım, aynı şey bazı Yunan subaylarının da başına gelmiş olabilirdi.
Bu bölgede görev yapmış olan bir hekim, bazı Yunan askerlerinin naaşlarının Kıbrıslırum yetkililere teslim edilmek üzere sıralandıklarını kendi gözleriyle görmüştü. Aslında bu bölgede öldürülen bazı “kayıplar”ın naaşları, gerçekten de Kıbrıslırum yetkililere gönderilmiş ve Lakadamya’daki mezarlığa gömülmüşlerdi. Bunları teslim alan o dönem orduda görevli subayın Alekos Markides (sonradan Başsavcı olacaktı) olduğu da anlatılıyordu.
Lakadamya’ya gömülenler arasında bazı Kıbrıslırum “kayıplar” da vardı fakat bunlar ayrı bir grup halinde teslim edilmişlerdi Kıbrıslırum yetkililere. Bunları teslim alanlar ise Kıbrıslırum ordusunda bando bölüğünde görevli olan askerlerdi. Bu bölgeden alınan gerek Yunan, gerekse Kıbrıslırum “kayıplar”ın Lakadamya’ya gömülmesinin üstünden yıllar geçtiği halde, sözkonusu “kayıplar”ın yakınlarına bilgi verilmemiş olduğunu ortaya çıkaran da 1995 yılında gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos olmuştu. Paraskos Lakadamya’daki mezarlığa giderek mezar taşlarında “Meçhul Asker” gibi ibareler bulunduğunu keşfedecek ve büyük bir skandalı ortaya çıkaracaktı… Lakadamya mezarlığına gömülen bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın, resmi “Kayıplar Listesi”nde bulunduğunu Paraskos ortaya çıkarınca, bu isimler resmi “Kayıplar Listesi”nden düşürülmek zorunda kalacaktı… 1619 rakamı 1500’lere düşürülmek zorunda kalınacak ama Paraskos da bu yüzden pek çok tehdit alacak ve bu “devlet sırrı”nı ortaya çıkarmış olduğu için bu konuda çıkarı olan çeşitli çevreler tarafından hırpalanacaktı…
Gerek Türk askerlerinin, gerekse Yunan askerlerinin NATO kimlik kartı olup olmadığını da araştırdık ve bunun doğru olmayabileceğini öğrendik. Gerek esirlerin, gerekse naaşların değiş-tokuşu da anlaşılan pek de belirgin bir karar sonucu yapılmamıştı. Bu tamamen o günkü duruma, o bölgedeki komutanların ya da yetkililerin aldıkları ya da almadıkları kararlara göre yürümüş ya da yürümemişti. NATO kimlik kartları hakkında gerek bazı Kıbrıslıtürk, gerekse bazı Kıbrıslırum kaynaklardan dinlediklerimizi sorgulamak üzere dört cilt halinde yayımlanmakta olan – henüz üç cildi yayımlandı ve dördüncü cilt de önümüzdeki günlerde yayımlanacak – “Kıbrıs’ın Savaş Tarihi”ni kaleme almış olan Emekli Piyade Kurmay Albay Halil Sadrazam’ın görüşüne başvurduk. Sadrazam bize NATO kimlik kartı diye bir kartı hiç görmediğini ancak NATO seyahat belgesi diye bir belge bulunduğunu, bunu NATO’da görev yapan Türk, Yunan veya başka ülkelerden subayların seyahat ettikleri zaman pasaport yerine kullandıklarını, kendisinin de iki kez bu tür bir NATO seyahat belgesiyle seyahat etmiş olduğunu anlattı. NATO kimlik kartlarının ancak İzmir, Brüksel, Napoli, Almanya gibi yerlerdeki NATO kamplarında çalışanlara kampa giriş için verilmiş olan kartlar olabileceğini, NATO kamplarında Türk ve Yunan askerlerinin, diğer NATO ülkelerinden askerlerle beraber, birlikte görev yapmakta olduklarını anlattı. Türk ve Yunan subayların yakalanmaları halinde sağ olarak kendi taraflarına teslim edilmeleri veya naaşlarının iade edilmesi konusunda altta yatan nedenin – çünkü genellikle Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar’ın naaşları iade edilmiyordu – ne olduğunu sorduğumuz Halil Sadrazam bize şu bilgileri verdi:
*** ELDİK (Yunan Kuvvetleri Alayı) ile TURDİK (Türk Kuvvetleri Alayı) 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası uyarınca Kıbrıs’ta bulunmaktaydı.
*** TURDİK’ten bazı yetkililer, o dönem TMT’nin komutanları olarak görevlendirilmişlerdi. Bu komutanlar gayet rahat biçimde Kıbrıslırum bölgelerine gidebiliyordu, serbest seyahat özgürlükleri vardı ve Kıbrıslırumlar’ın onlara kolay kolay dokunamayacağını biliyorlardı. Herhangi bir durumda, ülkelerine iade edileceklerini bilirlerdi.
*** Örneğin Larnaka Sancaktarı birinci ve ikinci harekat arasında Kıbrıslıtürkler’le birlikte tutuklu bulunduğu Larnaka’dan bir Yunan subayı ve Birleşmiş Milletler tarafından alınarak iade edilmişti. Gerek o dönemin Larnaka Sancaktarı, gerekse onu alıp iade edecek olan Yunan subayı, aynı NATO kampında birlikte çalışmış oldukları için birbirlerini tanıyorlarmış ve Larnaka Sancaktarı’nı almaya giden Yunan subay, önce sancaktara bir selam çakmış, sonra da onu alıp Türk tarafına iade etmişti Birleşmiş Milletler eşliğinde. Aynı şekilde esir düşen bazı Yunanlılar da Rum tarafına iade edilmekteydi. İade edilen Türk askerleri arasında TURDİK’ten olanlar da vardı, olmayanlar da vardı.
*** Kısacası Türk ve Yunan esir iadesi de yapılmaktaydı iki harekat arasında, savaşta ölen Türk ve Yunan askerlerinin iadesi de yapılmaktaydı.
*** Örneğin savaş bittikten sonra Eylül ayında Haspolat yüresinde dokuz Türk askeri – ki biri de binbaşı idi – bir otobüsteydiler ve silahlıydılar, yollarını kaybedip Kıbrıslırumlar’a esir düşmüşlerdi. Kolordu Komutanlığı derhal devreye girerek iadelerini istedi. İki gün içinde iade edildiler. Komutan otobüsün de, silahların da iadesini istemişti ve Birleşmiş Milletler Barış Gücü buna gülmüştü. Otobüs, ganimet bir otobüstü. Sonuçta silahlar ve otobüs iade edilmedi fakat bu dokuz Türk askeri iki gün içinde Türk tarafına iade edildiler. Kıllarına bile zarar gelmeden iade edilmişlerdi.
*** Gene Kemal Yamak’ın “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” başlıklı kitabında 19 Türk askerinin 13 Ağustos’ta Türk tarafına nasıl iade edildiğini anlatmaktadır.
Halil Sadrazam’ın Söylem Yayınları’ndan yayımlanmakta olan “Kıbrıs’ın Savaş Tarihi” başlıklı kitaplarından dördüncü cildi önümüzdeki günlerde yayımlanıyor ve bu son ciltte, küçük kiliseciğin bulunduğu, olası gömü yerini gösterdiğimiz ELDİK ve TURDİK’in kamplarının bulunmuş olduğu bölgede yaşanmış olan çarpışmalar hakkında ayrıntılı bilgileri okumayı da dört gözle bekliyoruz… Halil Sadrazam’a bizimle paylaştığı bu çok değerli bilgiler için de çok teşekkür ediyoruz.
Türk ve Yunan askerleri, elbette her zaman iade edilmiyordu – bazı Kıbrıslırum okurlarımıza göre, Türk askerlerinin savaş süresince zaman zaman iade edilmesinin ardında yatan neden bu askerlerin iade edilmemesi halinde Türkiye’nin intikam almaktan korkmaları olabileceğini anlattılar. Bu konuda bilgi sahibi bir Kıbrıslırum okurumuz, “Yakalanan Türk askerleri veya subayları sorgulanıyor ama ondan sonra Türk tarafına iade ediliyordu. Bunu yapmazlarsa, Türkiye’nin intikam alabileceğinden korkuyorlardı diye düşünüyorum. NATO kimlik kartı diye bir şey duymadım zaten o günün koşullarında kim kimin kimliğine bakardı ki? Elbette tüm Türk askerleri ya da tüm Yunan askerleri iade edilmedi, öldürülenler, “kayıp” edilenler de olmuştur… Yani karşılıklı iadeler gelişigüzeldi, tamamen orada bulunanların insiyatifleriyle yapılıyordu, en azından ben öyle tahmin ediyorum” diye konuştu.
Lefkoşa’nın güneyinden bakıp uzaklardan görebildiğimiz kilisecik, sessiz bir tanık olarak eski Grammar School bölgesinde öylece duruyor… Grammar School da bombalanmıştı ve hepimize bu bölgede şiddetli çarpışmalar olduğunu anlatırcasına, sanki bir hatırlatma gibi, öylece duruyor… Bu konuda ayrıntılı bilgileri yakında Halil Sadrazam’ın “Kıbrıs’ın Savaş Tarihi” kitabının dördüncü cildinde okuyacağız…