1. YAZARLAR

  2. Sami Özuslu

  3. ESKİ İNSANLAR... VE BİZ NE ARA BOZULDUK?
Sami Özuslu

Sami Özuslu

ESKİ İNSANLAR... VE BİZ NE ARA BOZULDUK?

A+A-

Eski insanlara hayranlık duydum hep...
Hele bugünün teknolojisini, imkanlarını, bolluğunu, refahın geldiği noktayı gördükçe, çok daha fazla değer veriyorum eskilere...
Nasıl oluyordu da o zor şartlarda ayaklarının üzerinde durabiliyorlardı?
Ne tür bir becerileri vardı ki 5-6, hatta 8-10 çocuk sahibi olup hepsini büyütebiliyor, eğitebiliyor, evlendirip aile sahibi yapabiliyorlardı?
Hangi zamanla?
Hangi parayla?
Hangi enerjiyle?

*  *  *

Rahmetli nenelerimin ikisi de hiç 'iş' yapmadılar. Yani ücretli çalışmadılar.
Ama hep çok çalıştılar.
Biri 2, diğeriyse 7 evlat büyüttü.
Sonra torunlarıyla ilgilendiler, onların büyümesine katkı koydular.
Başlarında 'kara çarşaf' vardı, inançlıydılar ama hiçbir zaman 'tutucu' olmadılar, çocuklarını dönemin gerektiği gibi yetiştirdiler.
Sadece ev işleri değil, tarlada, bahçede ne gerekiyorsa ondan kaçmadılar.
Biri Vuda ovalarında zeytin, diğeri Evdim'de üzüm hasat ettiler.
Bir gün geldi ve doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kaldılar.
Eşlerini erken kaybettiler, ömürlerinin geri kalanını yalnız geçirdiler.
Evlat acısı yaşadılar, kahroldular.
Ama bir gün bile kimseye avuç açmadılar, yardım istemediler.
Zorluklara hep göğüs gerdiler.
Muzaffer nenem Çatalköy'de, Kıymet nenem Akova'da girdiler toprağın altına...
Her ikisi de kendi ceplerinden ayırmıştı kefen parasını!
Öldükten sonra bile 'kimseye yük olmak' istemiyorlardı çünkü!..

*  *  *

Bu toplumun hamuru böyleydi işte...
Bencillik nedir bilmeyen, 'bana ne'cilikten uzak, özveriden kaçınmayan, sadece kendi evlatlarına değil, konusuna komşusuna, köylüsüne yabancısına yetişmek için çırpınan insanlar vardı.
Herkesin mutlu gününde de, acısında da yanlarında olmak doğal halleriydi onların... Yapmacık değildi o zamanlar düğünler, dernekler, bayramlar, misafirlikler...
Ne para vardı, ne araba...
Ne lamba vardı, ne ısınacak bir soba...
Tarla ne verdiyse o mevsim, sofraya o konur, hamurdan çeşit çeşit icatlar çıkarılırdı.
Ve bu şartlarda o insanların evlerinden öğretmenler, doktorlar, mühendisler çıkardı.
Gaz lambasında (gololambi) ders çalışıp okul bitirenlerle doludur bu toplum...
Hem 'okulda öğretmen eksikliği' yahut 'kötü bina' gibi dertleri de yoktu o zamanlar; zira okul binası da olmazdı çoğunlukla, bir öğretmen yeter de artardı bile okuyup öğrenmeye!..

*  *  *

Şimdi çok hayret ediyorum, o dönemde birkaç Kıbrıs Lirası ile bir ayı nasıl çıkarırdı bir aile?
Ekerdi, biçerdi, hayvancılık ederdi insanlar evet, ama çocuklar da okur, bayramdan bayrama da olsa üstleri de alınır, bir şekilde geçinir giderdi eskiler.
Ve bugünden daha mutluydular.
Ya şimdi?
Geliri ne olursa olsun, hayatından memnun olana rastlamak çok zor artık...
Ama daha da vahimi, gelir düzeyi artsa da aileler ayın sonunu zor getirebiliyor.
Her türlü imkan sunuluyor ama 'okuma' hevesi 'diploma'ya endekslenmiş genelde...
Ve en fenası, değil 'o gün'ü düşünüp 'kimseye ağırlık yapmamak' için bir mendilin içinde 'kefen parası'nı saklamak, birçoğumuz 'yedi sülalenin ödeyemeyeceği' borçlar altına giriyoruz, hiç umrumuz olmadan!
Ne zaman bozulduk ki biz bu kadar?
Bu hırs, bu doymak bilmez egolar, bu düşüncesizlik, bu savurganlık, bu haddini bilmezlik, bu şımarıklık, bu doyumsuzluk kemiklerini sızlatıyor eski insanların...
Herkes biraz nenesine, dedesine benzese fena mı olur?

 

 

 

Bu yazı toplam 3647 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar