1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Eski resim
Eski resim

Eski resim

Eski bir resme baktım dün… İnsanların yüzünü inceledim dikkatlice… Sanki daha temizdi o yüzler… Daha saftılar . Gözlerinin içi daha bir berrak bakıyordu sanki… Zaten gözler yalan söylemezmiş derler. Samimiyet… İçtenlik…

A+A-

 

 

Eski bir resme baktım dün…
İnsanların yüzünü inceledim dikkatlice…
Sanki daha temizdi o yüzler…
Daha saftılar .
Gözlerinin içi daha bir berrak bakıyordu sanki…
Zaten gözler yalan söylemezmiş derler.
Samimiyet…
İçtenlik…
O ışıltılı parlaklık böyle bir mesaj veriyordu bakana…
“Kafasının içinde binbir tilki dolanan” modelden farklıydı sanki onlar…
Çıkarcılık, ben merkezcilik yoktu o yüz ifadesinde…
Belki ‘varsıl’ olmadıkları içindi bu…
Belki ‘sosyal dayanışma’nın değerli olduğu bir dönemde yaşadıklarından …
Sanki daha bir ‘insan’ gibiydi o resimdeki insanlar…
**
Çocukların yüzüne bakın fırsat buldukça…
O saflığı, o temizliği bulacaksınız yine…
Resimdeki gibi…
Çocukların gözleri, yüzleri hiç yalan söylemez.
Duyguları yansır ay gibi parlak yüzlerine…
Güzelcik de olsalar, çirkin de, çocuklar saftırlar.
Çıkarsız bir dünyadır onlarınki…
Hesap kitap yoktur hayatlarında…
Hissettikleri gibi yaşarlar sadece…
Öyle davranırlar.
Büyükler kızsa da bazen, çocukların davranışıdır en su katılmamış olanı…
Ne hukuk kurallarından, yasalardan haberdardırlar çünkü…
Ne ahlaki konulardan…
Ne siyasetten…
Öyle “denge”yi korumak, “dikkatli olmak” gibi dertleri yoktur hiç…
Neyse fikirleri, odur zikirleri de…
Sevgileri saftır.
Öfkeleri de…
Mutlulukları doğaldır.
Üzüntüleri de…
Arkasından konuştuklarının yüzüne gülemezler mesela…
Hazzetmedikleri birine sevgi dolu sözler söyleyemezler hiç…
Takiye yapamaz çocuklar.
Bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını söylerler uluorta…
“Çocuktan al haberi” derler buna büyükler…
Çocuk söylüyorsa eğer, doğruyu söylüyordur çünkü…
Uydurmuyordur.
Yalan söylemiyordur.
O eski resimde çocuklarınkine benzer yüzler gördüm.
Saflık, dürüstlük oralarda takılıp kalmıştı sanki…
Ve bugüne bakarken acı acı gülüyorlardı adeta…
**
Sanki bir “Saflık Perisi” vardı.
Elindeki sihirli değneği dokunduruyor, insanların yüreğini temizliyordu.
Yürek!..
Başka organa benzemeyen o hassas yürek…
Sahi, insan yüreğiyle mi verir kararlarını, yoksa beyniyle mi?
Aşk, sevgi, kin, nefret ve diğer bütün ‘insani’ duygulara şekil veren hangisidir?
Kalpse eğer, konuya devam…
Yok, beyinse müsebbibi, orada duralım.
Demek sihirli değneğiyle beyinlere dokunuyormuş “Saflık Perisi”…
Kafataslarının içine nüfuz etmek mi daha kolay acaba, yoksa göğüs kafesine mi?
Sertlikse mesele, kafa kemikleri en zoru…
Kalp o kadar da korunaklı değil insan vücudunda…
Belki de kolaycılığa kaçıyordu peri, insanları saf hale getirmek için…
Beyne sirayet etmek için onca eziyete katlanmak yerine, yüreciklerde çözmüştür işini belki de…
Lakin o dönemlerde, o eski resimlerde mi kalmıştır acaba kala kala son eserleri?
Yoksa her daim çocuklar vasıtasıyla sürdürmekte midir etkisini “Saflık Perisi”nin aşısı?
Sahi, ne oldu acaba bu periye sonra?
Onu yok mu etti birileri?
Yoksa kendisi mi göçüp gitti, “bunlardan saf olmaz” diye, umudunu keserek?
Kimbilir!..
Döner mi acaba çağırsak?
“Gel” desek, “Biz saflık istiyoruz…”
Gelir mi?
Tutar mıyız ki sözümüzü, o geldikten sonra?
Yoksa rol mü keseriz periye bile?
Sözümüzün arkasında durmayı, içi-dışı bir olmayı, çıkar düşünmeden davranmayı başarabilir miyiz?
Yüreğimizi ve beynimizi saflığa adapte etmeye var mıyız, yok muyuz?
Egoizmin, şantajcılığın, “benden sonra tufan”cılığın koynunda yaşamaya devam mı edeceğiz yoksa?
Böyleyse manzara, “Saflık Perisi”ne gerek yok demektir…
En azından onu bozmayalım …
Çocukları ve eski resimlerdeki yüzleri de!..

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1131 defa okunmuştur