1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Evara sorgulama, direniş, gözlem ve hislerimden oluşan bir eleştiridir”
“Evara sorgulama, direniş, gözlem ve hislerimden oluşan bir eleştiridir”

“Evara sorgulama, direniş, gözlem ve hislerimden oluşan bir eleştiridir”

Görsel Sanatçı, sinemacı ve şair Cansu Çarlak ile “Toplumsal Ekoloji" akımı ve 2.Doğa kavramı etrafında şekillenen sanatsal üretimlerini konuştuk.

A+A-

Murat OBENLER

 

“İlkokuldan itibaren hocalarımın da yönlendirmesiyle hep sahnelerdeydim. Ailemin beni hep özgür bırakması benim de yolumu kendi başıma bulmamı sağladı.”

Kıbrıs’ta doğup büyüyen ama şu anda yaşamının büyük çoğunluğunu yurtdışında geçiren birisi olarak kendi ifade biçimin ile bize biraz kendinden bahsetmeni istesem neler söylersin.
Cansu Çarlak: Girne’de doğdum. Karakum bölgesinde büyüdüm. 19 Mayıs TMK’dan mezun oldum. Sanat yoğun bir okulda okudum ve drama kulübünden sanat klubüne, şiir klübünden okul radyosuna ve tiyatro klubüne kadar birçok klubümüz vardı ve Tiyatro Klubü olarak Eskişehir’e turneye bile çıkmıştık. Sanat ile buluşmam okulda ve hocalarımın da sayesinde oldu. Niyazi Vasıfoğlu, Çiğdem Güney ve Fatoş Avcısoyu Ruso’nun isimlerini anmak isterim.
Aslında ilkokuldan itibaren hocalarımın da yönlendirmesiyle(şiir,dans,tiyatro)hep sahnelerdeydim. Ben sokak kültürünün olduğu döneme yetiştim ve 2006-7 yıllarında belediyenin bizim bölgede yaptığı (sürekli de değişen bir şekil içerisindeydi) parkta oynamaya giderken aynen Diverse-İt Festivali’ndeki yapı gibi çok kültürlü kozmopolit bir yapıya şahit oldum. O parkta dans gösterileri yapardık. Hep birlikte dans gösterisini yapar, para da alır ve onunla da gidip dondurma alırdık. Ağaç yaş iken eğilirmiş söyleminize katılıyorum.
Tüm bunların getirisi ile birlikte 17 yaşında bir şirketle birlikte Travel North Cyprus with Cansu şeklinde içerikler üretmeye başladım. O şirkette de tek Kıbrıslı bendim. Finlandiyalı, İsveçli, İranlı, Rus kişilerin çalıştığı bir şirketti ve ben de Kuzey Kıbrıs adına içerikler üretiyordum.
Turizmci bir ailem vardır. Sanatçı bir ailede büyümedim kısacası. Mantıklı ve pratik insanlardır ve ben onların zıt bir köşesindeyim. Onlar bana şaşkın, ben onlara şaşkın ama ailemin beni hep özgür bırakması benim de kendimin yolunu kendi başıma bulmamı sağladı. Annem bana “İki ödevini bitirirsen sokağa inebilirsin” derdi ve beni akşam yemeğine kadar çağırmazdı. Bu arada ben çamurdan tatlılar, bahçede evler yapmak, parklarda arkadaşlarla vakit geçirmek gibi ne istersem onu yapabildim. Eğitim hayatımda da beni hep özgür bıraktılar ve kendi yolumu inşa etme sürecime hiç karışmadılar.

 

Yurtdışındaki okul tercihinde de senin kararlarına saygı duydular o zaman?
Sizin de dediğiniz bu inşa sürecinde ailem bir şekilde başlarına neler geleceğini (olumlu anlamda) biliyorlardı ve bu süreçleri desteklediler. Ben zaten küçük yaşlardan itibaren kendi yolumu çizmeye, kendi networkümü oluşturmaya ve çoğu şeyi kendim yapmaya başladım. Şirketle ilgili işte genelde çocuklarını götürüp tanıştırırlar ya da tanıdık olsun diye uğraşırlar, ben de hep kendi başıma bu konuları hallettim. Ben ortaokuldayken Yenidüzen Gazetesi’nde öykü-hikaye yarışmasında dereceye girip ödül aldığımda babam “A kızım senin böyle yeteneklerin de mi vardı?” dedi.
Bende küçük yaştan itibaren bir dikbaşlılık olduğu için ailemle bir güven ilişkisi kurdum ve örneğin lise 3’te hem haftada 3 gün şirketin ofisine gidip gelip bir yandan da üniversite sınavına hazırlanırdım. Travel North Cyprus with Cansu set ve çekim süreçleri benim gelecekte ne yapmak istediğimi belirledi. Uçsuz ve Duvardaki Delik dergilerinde çıkan şiirlerimi de söylemem gerekiyor. Benim bu çok yönlü sanat anlayışımı(tiyatro, şiir, reklamcılık, sinema) nasıl  birleştirebilirim sorusunu kendime sordum. YTB(Yurtdışı Türkler Birliği) Bursu’nu kazanarak ailemde oluşturduğum bu güven ilişkisi ile ben İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne Radyo,Televizyon,Sinema Bölümü’ne gittim.

nemli-foto-3.jpeg

“Bu kimlik bunalımı beni bambaşka noktalara iletti. Daha yaratıcı düşünmemi sağladı.2.DOĞA kavramı da hayatıma İlkay Nişancı hocam sayesinde 2023’de girdi”

 

Aslında 18 yaşında bir genç olarak hem yabancısı olduğun bir yere geldin hem de yabancısı olmadığın bir kültüre geldin. İstanbul dev bir metropol, kozmopolit öğeler yoğun bir metropol. Olumlu ve olumsuz öğelerin birleştiği bu şehirde bu kimlik, kişilik inşa süreçleri nasıl ilerledi?
Benim ailem 1980’lerde Kıbrıs’a göç etmişti. Ben Girne’de doğdum büyüdüm. Şu andaki cumhuriyetimizin oluşturduğu mevcut yapıda benim kuşağımdan gençlerin bu tür problemleri var. Ailen seni adada doğurduğunda daha da bir kimliksiz oluyorsun. Sen Türkiye’den bambaşka bir kültürün, dilin, belleğin, hafızanın içine doğuyorsun ve bu bambaşkalık Türkiye’ye okumaya geldiğimde hem aşina olduğum hem de bir o kadar da yabancı olduğum bir dinamiğin içine düştüğümü bana gösterdi. İnsan ilişkilerinde bocaladım. İlk zamanlarda Türkçem yetmedi, kurtlar sofrasına düşmüşüm gibi hissettim.
Bu kimlik bunalımı beni bambaşka noktalara iletti. Daha yaratıcı düşünmemi sağladı. Film festivallerinde konuk koordinatörü olarak çalışmaya başladım. 3 senedir bu koordinatörlüğü sürdürüyorum. Film setlerine girdim. Karadağ yapımı bir filmin hem yapım hem de rejisinde çalıştım. İstanbul’a gelmemin bir sebebi vardı ve insanı sömüren bu şehri ben de sömürmek istiyordum. Bir karşılıklı al-ver ilişkisi. Geçtiğimiz yıl Fransa’da yapılan ve Avrupa’dan sanatçı gençleri topladıkları ERASMUS+ Youth Culture Projesi’ne Türkiye ekibi ile dahil olma imkanım oldu ve Feminist Devrim konulu bu proje benim iç içe olmak istediğim bir temaydı. Bir ay boyunca Fransa’nın Menet diye bir köyünde kaldık ve tamamen doğayla iç içe (volkanların da olduğu bir bölgede) Peri masalından çıkmış bir havada orada kaldık. O projeye gitmeden kafamda bir senedir sorguladığım çatışmalar vardı. 2.DOĞA kavramı da hayatıma bölüm hocamız,belgesel sinemacı (Blu Tv’de Eko Eko adlı belgeseli de olan) İlkay Nişancı hocam sayesinde 2023 yılında girdi. Stajda tartıştığımız bu konu benim bir yıllık çalışma prensibime yayıldı. Gözlemlerimi, okumalarımı yoğunlaştırdığım o dönemde ben Menet’e gittim.

 

2.Doğa ile tanışma, Menet’e gitme, orada bir ay farklı şeyleri tecrübe etmen senin için çok önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Bugün konuşacağımız Evara projesinin düşünsel temellerinin de oralarda atıldığını ve/veya filizlendiğini söyleyebilir miyiz?
2.DOĞA kavramının hayatıma girme sürecinde çok fazla gözlem yapmaya başladım. Betonların arasında çıkan bir yonca (absürtlük, tezatlık) gözlemim Kıbrıs’ta dalış yapan, mantar, ayrelli toplayan, Caretta Carettalar’ın denize salınımına şahit olan, doğanın içinden gelen bir kişi olarak beni çok etkiledi. Denizden gelip denize geri döneceğim.

 

“Biz doğaya güzellik getirmeye çalışırken bile onu yıkan bir durumdayız. Ben bunu insanın kibirine, kendini diğer türlerden üstün görme noktasına bağlıyorum.”

 

Tam da bu noktada 2.DOĞA Kavramı’nın ne olduğunu biraz konuşmak ve sizin anlatımınızla toplumla da paylaşmak isterim.
İnsan doğal bir varlık. Ama doğalın dışına da çıkmış bir varlık. 1.DOĞA dediğimiz doğanın kendisidir. 2.DOĞA ise toplumların dahil olduğu, insanın kendi getirdikleriyle bunun dışına çıkmış bir varlık ve biz betonlaşmayla kentleşmeyle, göçlerle negatif bir etki yaratıyoruz. 1.Doğadan ayrı olarak değil hem 1.Doğa olarak saf doğaya katkı olarak geliyoruz hem de yıkım olarak geliyoruz. Doğal bir varlığız aslında ama günümüzde onun çok ötesine geçmiş durumdayız. Biz doğaya güzellik getirmeye çalışırken bile onu yıkan bir durumdayız. Ben bunu insanın kibirine, kendini diğer türlerden üstün görme noktasına bağlıyorum. Aslında biz de doğanın bir parçasıyız ama biz öyleymişiz gibi davranmıyoruz. Biz ne kadar o betonları döksek bile onların arasından çiçekler çıkmaya devam ediyor. Biz doğadan geliyoruz ve bizim tüm yapaylığımız da onun bir getirisidir. 2.DOĞA,1.DOĞA’nın mirası üstüne devam eden bir süreçtir. Murray Bookchin, Toplumsal Ekoloji kavramında diyaleklikten, evrim teorisine, özbilinçlilikten özgürlük tartışmalarına birçok konuda fikirler ortaya atıyor. Biyolojik doğayı zenginleştirmek yönünde olduğu kadar onu yıkma yönünde de ilerleyebiliyoruz. “Toplumsal dönüşüm bizlerde yarattığı hisler nelerdir?”. Ben daha akademik, felsefik, edebi durmaktansa daha his odaklı bakmayı tercih ediyorum. Gözlemler yapmak ve konu başlığının bende uyandırdığı hisleri ele almak isterim. Arıcılık yapan arkadaşım iyi bir sezondan sonra ballarını alır ama aniden arı onu sokar ve onu soktuğu için de arıya çok sinirlenir. Arıyı bir kovana hapsetmişsin ve balını alıyorsun, ondan besleniyorsun, onu tüketiyorsun ama o sana bir karşılık verdiğinde neden bu kadar öfkeleniyorsun? Benim insan-doğa arasındaki bu ilişkideki ilk çatışmam olmuş. Bu farkındalık ile insanın kibirli bir varlık olarak doğaya verdiği yıkımı da görüyoruz. Deprem doğanın bana o bölgeye misal 10 katlı bina yapmaman gerektiği mesajını verir.  Deprem olur ve sen yine kızarsın. Depremde, sel baskınında, tsunamide sen sürekli doğaya öfkelisin. Neden? O kadar üstten bakıyoruz ki yılanı da doğal habitatı içinde görünce yılana da kızıyoruz.

ana-foto-004.jpg

“Doğanın bir çığlığı olduğunu ama dilinin susturulmuş olduğunu düşünüyorum”

 

Bu işte Bookchin’in tahakküm mirası ile özgürlük mirası arasındaki çatışma konusuna örnek değil mi?
Bu tartışmalar ekseninde düşünürken bazı fotoğraflar çekmiştim. Görme sanatı da devreye girince bakmaktan görmeye evrildim. Bir arıyla ateşi ve beni çığlık atarken yan yan koydum ve çektim. İnsanın çığlık atarken en yüksek sese çıktığını biliyoruz ve bazen de çığlığımı kimse duymadı deriz. Doğanın bir çığlığı olduğunu ama dilinin susturulmuş olduğunu düşünüyorum. Biz doğanın çığlığı ile baş başa kaldığımızda onu bile duymayacak kadar kibirli bir konumdayız.
Alt sınıftaki arkadaşlarım ve İlkay Nişancı hocam benim çektiğim fotoğraflara baktıklarında doğa ile aramda olan adeta toksik bir aşk ilişkisini anlattığımı söylediler. Birbirinden kopamayan iki insanın aşk hikayesi gibi… Tüm bu 2.DOĞA durumunu, bu alma verme, anlayamama meselesini ona dönüştürdüğümü söylediler. Tam bu süreçte deneysel kısa filmim EVARA çıktı. Sonra uzun bir metin yazdım. Ben bu meseleyi bir aşk hikayesi olarak anlatacağımı düşünerek EVARA’yı yarattım.

 

EVARA’nın anlamını ve neden bu projeye isim olarak seçtiğini söyleyebilir misin?
Sankritçe’de Tanrının Hediyesi demektir. Ben aslında bu süreçte beden uzuvlarımızın doğada ne kadar karşılığı olduğunu gözlemledim (Bileğimizdeki damarların ne kadar da ağaç köklerine benzediği gibi). Tanrı soyut bir kavram ve bu ilişki Tanrı’nın bize bir hediyesidir. Bu tanrı Allah olabilir, inek olabilir, doğa olabilir, uzay, boşluk olabilir ama bizi güçlü tutan soyut bir kavram. Böylesi güzel bir şeyden geliyoruz.

 

“İnsan doğanın katıksız güzelliğini kıskanıyor. O güzelliği elinden almak istiyor.”

 

Mekan olarak Kıbrıs adasının toprağını ve denizini kullandın. Nerede çektin filmi?
Projeyi üretme aşamasında (Akdeniz köyündeki Aya İrini’de çektim) oradaki ev beni çok etkiledi (Boş ve insanların mangal yaptığı, yosun tutmuş bir ev, yanında savaştan kalma bir de tank var). Herkes bunun varlığına alışmış. Kendi parçamızı orada bırakmışız ve ona alışmışız. İkinci sebebi de Kral Mezarlıkları’nın varlığı idi. İnsanın kibirli hali en çok filmin başında görülüyor. Karakterimiz en çok orada güçlü hissediyor (Yüzyıllardır buradayım ve ben göçmen değilim, yerinin altına mezar bile yaptım diyor) Orada bir kafa tutma var. Zaten insan doğanın katıksız güzelliğini kıskanıyor. O güzelliği elinden almak istiyor. Krishnamurti de sanat-sanatçı ilişkisinde şöyle diyor: Eğer insan olarak gökyüzünde uçan kuşu, ağacın güzelliğini, doğadaki tüm bu unsurları gerçekten hissedip anlayabilseydin bir sanat müzesindeki resme gidip bakma ihtiyacı hisseder miydin? Gittiğim bir sergideki tüm tablolar doğa üzerineydi. Yani geldiğimiz yerimiz, ilham kaynağımız doğa. Nasıl bu kadar kibirli bir evreye geçtik.

evara-kamera-arkasi.jpeg

“Yansımanın ötesini de görmemiz ve yaşamamız gereken bir şeyler var.”

Doğa olmasaydı hiçbir şey üretilemeyecekti zaten.
Ben bu durumu yansımanın ötesini görmek diye tasvir ediyorum. Yansımanın ötesini de görmemiz ve yaşamamız gereken birşeyler var. Evara’da da karakterimiz bir döngü yolculuğundadır. Filmin başında kendini doğada üstün gören, kibirli, onu yıkmaya çalışan karakter var. Doğanın da kendinden parçalar alamayacağını düşündüğü için doğadan parçalar almaya başlıyor. Doğa da ona cevap vermeye başlıyor. Doğayı çok kızdırdığında bir fırtına çıkar, şimşek çakar vs. Doğa da susmuyor tabi ki. Karma meselesi yani. O noktada karakter afallayarak bir farkındalık sürecine giriyor. Doğa ile ne kadar benzer olduğunu fark ettikten sonra doğaya aşık oluyor. Kumlarla adeta sevişir gibi bütünleşme arayışına giriyor. Filmde karakterimizin taş ve plastik arasındaki seçimleri üzerinden de bir eleştiri yapıyorum.

 

“Evara tamamen bakma, görme ve hissetme sanatı üzerine bir deneme oldu.”

2.DOĞA tartışmalarında insan-doğa ilişkisi kadar insanın insana yaptıkları da var. Çeşitli tahakküm örnekleri, savaşlar, katliamlar, soykırımlar, diktatörlükler, otoriter yönetimler vs.
Ben o politik alana çok girmemeyi tercih ettim. Bir karakter ve onun doğayla kavgasını vermek istedim. Alt metinlerde tabi bu toplumsal bir eleştiri barındırıyor. Toprakta başlayıp toprağa geri dönme hikayesi. Çekim yaptığımız dönem avcılık sezonuymuş ve biz çekim esnasında avcıların doğaya attıkları onlarca fişenkle karşılaştık (Bunu da filmde kullandım). Akdeniz sahillerinde dünyanın dört bir yanından gelen insan üretimi çöplerin varlığı da bana çok trajikomik geliyor. Bu filmim tamamen bakma, görme ve hissetme sanatı üzerine bir deneme oldu.

 

Özgürlük Mirası ile Tahakküm Mirası’nı savunanların atışması bence bu filmde çok iyi veriliyor.
Filmimiz çok umutsuz bitmiyor. Herkesin yansımanın ötesini görebilecek mi? Tartışmaya açık. Yaşamak için de ölmek gerekir. Evara’da da anlatılan yüzleşmek istemediğimiz bir gerçeklik vardır.

 

Diverse-it fest’de Evara filmiyle birlikte bir de fotoğraf sergisi ve video çalışması sunumu yaptın. Bunlara da değinmek isterim.
Hepsi de bu sorgulama, direniş, gözlem ve konu hakkındaki hissiyatlarımdan ortaya çıkmış bir projedir. Evara’yı çektikten bir süre sonra saf ve doğadaki benliğine sahip olan Fransız köyü Menet’e gittim ve oradaki insanların doğa ile ilişkisi bana çok güzel geldi. Projemizin teması da Feminist Devrim idi. Bu iki projenin temelleri birbiriyle örtüştü çünkü Feminizmde birey olarak erkek ve kadınların eşit haklara sahip olabilmesi ve o eşitlikle gelen özgürlük söz konusudur. İnsan olabilmenin hakkı. Feminizmle gelen eşitlik ve özgürlük ile insan ve doğa arasındaki eşitlik ve özgürlük arasında paralelleşen bir birleşim yaptım. Ben de visual art atölye çalışması yaparak bu toplumsal doğa da denebilecek 2.DOĞA kavramı üzerine “Hissetmek İstiyorum” adlı bir film çektim. İnsan hissettikleri üzerinden bir şeyi anlamlandırır. Ama ben hissetmek istiyorum, anlamlandırmasam da olur. O çalışmamda “Ben en çok rüyamda gerçeğim” diyorum. Ben her ne isem neyim ama etiketsiz olarak özgürüm. O proje süreci kendimi tanımama çok katkı yaptı ve bu fotoğraf serim de orada çıktı.

 

“Şiirimde de bütün tasvirlerimi doğa üstünden yapıyorum. Yakın zamanda Kıbrıs’ta iki komşu ve bir bahçe üzerinden daha toplumsal bir yerden bakan bir film çekmek istiyorum.”

 

2.DOĞA kavramına da uygun olacak şekilde ben senin hissiyatlarının devam ettiği ve kafanın içerisinde farkındalık ve özbilinçlenmenin de etkisiyle birşeyler döndüğünü düşünüyorum.
Evet doğrudur ama bunu hangi sanat dalıyla yapacağımı düşünüyorum. Sinema çok kapsayıcı bir sanat dalı. Öğrenci kimliğimin yettiği kadar Evara’yı festivallere göndermeyi düşünüyorum. 3.DOĞA ile ilgili ne yapacağımı da zamanda akışın belirleyeceğini inanıyorum. Yakında Duvardaki Delik dergisinin fotoğraflı Queer sayısı gelecek ve oradaki fotoğrafları çekeceğim. Şiirimde de bütün tasvirlerimi doğa üstünden yapıyorum. Dünyanın ve doğanın bütün yükünü omuzlarımızda taşıyoruz o yüzden çok dertliyim.
Yakın zamanda Kıbrıs’ta bir film daha çekmek istiyorum. İki komşu ve bir bahçe üzerinden daha toplumsal bir yerden bakan bir film var aklımda. Derin bir altyapı ile kimlik noktasına vurgu yapacağım.
Eğitimime devam etmek istiyorum ama daha farklı bakış açılarına da ihtiyacım olduğundan Avrupa’ya gitmek istiyorum. Kıbrıs'ta ve Türkiye'de de birer ayağım olur. Ben şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum.
Son olarak da İstanbul Üniversitesi’nden hocam, belgesel yönetmeni İlkay Nişancı’nın adını bir kez daha anmak isterim. Hem dersleri hem Eko Eko Eko belgeseli benim nazarımda çok değerlidir.

foto-1-evara-poster.png

Bu haber toplam 546 defa okunmuştur
Etiketler :