1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. 'EV'DEKİ SORUN
Mert Özdağ

Mert Özdağ

'EV'DEKİ SORUN

A+A-

Şimdilerde Mustafa Akıncı’nın söylemi ile moda olan siyaset tarzı var, içimize bakalım, evimizi temizleyelim…
Aslında çok samimi şekilde bakarsak çok masum bir düşünce gibi görünebilir.
“Evimizin” kirli olduğunu itiraf ediyor esasen bu söylem, zira “temizleyelim” diye bir öneri var.
Tamam, temizleyelim evimizi de…
Merak ettiğim şu: Bu kirlilik nerden kaynaklanıyor, kirliliği ana sebebi nedir diye bakacak mıyız?
Yoksa lokal, zümresel ‘temizlikle’ mi yetineceğiz?
Evin ‘kirli’ olduğu tespitini yaptıktan sonra sebep aramaya başlayabiliriz.
Evi kirleten kir öyle çok karmaşık bir kir değil…
Her yanı kirleten topyekun bir ‘saldırı’ var ve bunu ısrarla görmek istemeyenler mevcut.
Bazen bu genel resmi görmeyip de lokal takılanlar “akademisyen” olarak karşınıza çıkıyor, bazen sosyal medya yorumcusu, bazen de gazeteci, sendikası, siyasetçi…
Sadece kendi üyelerinin sorunlarına yoğunlaşan, sadece o konuda hareket eden sendika yöneticilerinden bahsediyorum.
“Akademisyen” kimliğini ile sosyal medyada “uzman” yorumları ile ona buna taş atarak genel resmi görmeyen, ya da genel resme ilişkin yorum yapmaktan korkan acizlerden bahsediyorum.
İçimizi temizleme edasıyla “temiz temiz” diye diye aslında kirli siyasetin en yeni modellerini karşımıza çıkaran da aynı büyük aklın ürünüdür.
Bu akıma kapılanlar da keza öyle…
Evin içine bakmakla mükellef yurdumun bu lokalci takımı çıkmış “şu doğru, şu yanlış” diye ahkam kesiyor.

*  *  *

Malum, KTÖS ve Akademi öğrencileri Atatürk Öğretmen Akademisi ile Lefke Avrupa Üniversitesi arasında imzalanan protokole karşı bir mücadele başlattı.
Çok haklı, çok yerinde ve çok anlamlı bir çıkış bu!
Zira bu çıkış, yukarıda bahsettiğim genel resmin farkında bir mücadele zemini yaratıyor.

AÖA-LAÜ protokolüne bakıp “ay ne güzel işbirliği” mealinde yorum yapmak gibi işin kolayına kaçmıyor mücadeleyi başlatan bu güzel insanlar…
Genel fotoğrafa bakıp, bu adımın arkasından nelerin gelebileceğini, esas amacın ne olduğunu  fark ederek yürüyorlar bu yolu…
Helal olsun!

Ve açtıkları bu yeni yol; yeni bir mücadele zemini, yeni bir çıkış alanı, yeni bir toplumsal birliktelik fırsatı yaratıyor.
İşte şimdi asıl mesele bizler, toplumsal muhalefetin her bir üyesi bu isyana destek olacak mıyız, yoksa lokal meselelere yoğunlaşıp AÖA-LAÜ Protokolü’ne de lokal gözle mi bakacağız?
Lafı daha fazla dolandıracak değilim.
Yürütülen siyaset, Kıbrıslı Türkleri adım adım ilhaka sürükleyen, Kıbrıs’ın kuzeyini topyekun ana karaya bağlayan ana fikrin sonucudur.
KTHY’de de öyleydi… O dönem de kimilerimiz ‘maaşlarını’ düşündüler, hatta kimilerimiz Atlasjet ile yapılan işbirliğine de “ne güzel işbirliği” diye yorumlar yaptılar.
Oysa ki esas amaç başkaydı, görmedik, göremedik, farkına vardığımızda ise çok geç kalmıştık.
DAÜ’ye ait okul öncesi kurumla da peşkeş çekilirken aynısını yaşadık.
“Ne var yani, ne güzel ortaklık” diyenler çok olmuştu o günlerde de…
En acıtanı “su” meselesinde oldu…
Israrla “su” konusunu ekonomik olarak yorumlayan, bunu bir ortaklık olarak görenler çıktı mikrofon başına…
Aslında olayın ‘ananın yavrusuna’ yeni bir meydan okuması, iç siyasete ayar verme gösterisi olduğunu görenler azdı.
Bu baskı altında cebelleşen dönemin CTP yönetiminin serzenişleri hala kulaklarımda…
Ama ne fayda, yaratılan bir “kamu maaşları” krizi her şeyin üstesinden gelebilecek güçteydi.
Öyle de oldu…
Şimdi bazı aklı evvellerin CTP’ye ilişkin “maaşları bile ödeyemediniz” sataşmalarının altında yatan da budur.

*  *  *

Oysa ki mesele ne maaştır, ne sudur, ne uçaktır, ne de Akademi!
Hepsi bir bütünün parçasıdır.

Mesele Kıbrıs’ın kuzeyinin komple, her şeyiyle; siyasetiyle, kültürü ile ekonomisi ile hatta nüfusu ile ana karaya bağlanmasıydı…
Ve bunu göremeyenler şimdi bize laf atıyor, LAÜ-AÖA Protokolü’ne ilişkin yazdıklarımızdan ötürü…
Anlamak istemeyenlere yeniden tekrarlayalım; bu protokolü büyük resimden bağımsız düşünemezsiniz!
Bu protokol de, diğerlerinin bir benzeridir!
Başlatılan mücadele haklı, onurlu bir başkaldırıdır!
Ve bu isyan toplumsal muhalefete yeni bir şanstır.
El ele yürüyecek miyiz?
Yoksa diğerlerinde yaptığımız gibi ‘bana ne’ mi diyeceğiz?
İşte bütün mesele budur.
Gerisi laf-ı işgüzardır.

 


 

‘Dava’dan ‘atama’ya giden yol…

 

Tarihler 2013 yılını gösteriyordu…
O günlerde siyaset dünyamızın gündemi “rüşvet”ti…
Hasbelkader Milletvekili seçilmiş Ejder Aslanbaba’nın rüşvet aldığına dair ortaya koyduğu iddialar memleketin gündemini sarsıyordu.
O günlerde TV Programcısı Nazmi Pınar da KANAL T’deki programına Ejder Aslanbaba’yı davet etmiş DP çevrelerinde dönen “rüşvet polemiğini” gündeme taşıyordu.
Taraflar hep DP’liydi…
Rüşvet aldığını iddia eden Aslanbaba, kendisine rüşvet verdiğini iddia ettiği Ahmet Kaşif ve tüm bu iddiaların döndüğü partinin başkanı Serdar Denktaş…
Daha sonra Denktaş bu yayın nedeniyle KANAL T’ye dava açtı…
O yıllarda dava ileriye götürülmedi, mahkemede “masraflar” konusunda anlaşma sağlandı ve
KANAL T’ye 10 bin TL’lik bir rakam kaldı…
Yani KANAL T bu durumdan olumsuz etkilendi…
Sonra aradan yıllar geçti.
DP’ye karşı böylesi bir yayın yapan Nazmi Pınar’ın DP ile “ilişkileri” gelişti.
İktidarda yine DP vardı.
Takvimler günümüzü, yani 2017 yılını gösteriyordu.
DP’li Turizm Bakanı bu kez Nazmi Pınar’ı Bakanlar Kurulu kararıyla Antalya’ya
“Turizm Tanıtma Memuru” olarak atadı.

Bu nasıl işti?
Nasıl olur da, daha 3 yıl önce davalık olan DP ve Nazmi Pınar bu denli bir “ilişki” içerisine girmişti…
Tabii bu geçen sürede Nazmi Pınar boş durmadı…
Kendisini siyasi alanda geliştirdi, AKP’nin Kıbrıs işleri ile ilgilendi.
Nazmi Pınar şimdi Antalya’da ikamet edecek ancak “KKTC maaşı” çekecek.
Bir KKTC hikayesi bu…
Masal gibi ama gerçek…
Bir KKTC hikayesi…
Önce davalık, sonra atamalık!

 

  

 

Bu yazı toplam 1814 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar