1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Evden Ayrılmak
Evden Ayrılmak

Evden Ayrılmak

Evden Ayrılmak

A+A-

 

Nur Karaman
[email protected]

Geçtiğimiz hafta sonu, Avrupa Aile Terapileri Derneği başkanı Kyriaki Polychroni'nin atölye çalışmasındaydım. Polychroni, sistemik çerçeveye kültürü ve bağlanmayı da entegre ederek aile ve çift terapisinde kullandıkları çok sesli bir yaklaşımdan söz ediyordu. Oradaki 120 aile ve çift terapistine, "sizi güzel bir slayt gösterisiyle buluşturamayacağım, hareket edeceğiz bugün" dedi. Teorilerini anlatmadı.. Sadece olmamızı, davranmamızı ve konuşmamızı sağladı. O kocaman grupla gerçekleştirdiği grup çalışmasını muhteşem bir şekilde yönetti.
Bir aileyi canlandırıyorduk. Üç çocuklu beş kişilik bir aile. Ailenin hikâyesi paylaşılmadan önce, her birimiz birer rol seçmeliydik. Anne, baba, 14 yaşındaki erkek çocuğu, 12 veya 8 yaşındaki kız çocuğu. Birkaç rol daha vardı: Köy, şehir ve terapist. Dileyenler aile bireyleri dışındaki bu üç rolden birini de seçebilirdi. Şehri duyar duymaz ayaklandım. Kimse olmak istemedim, şehir olmayı istedim. Nedenini ilk başta bilemediğim bir şekilde... Şehir olmak isteyen diğer kişiler ardı sıra peşimden geldi ve kocaman bir şehir grubu oluşturduk. Ailenin hikâyesi paylaşıldı: Baba işinin ehli bir mimar, anne ev hanımı. Üç çocuklarından birincisi 14 yaşında bir erkek çocuğu, diğer ikisi ise 12 ve 8 yaşlarında kız. Anlatılanlara göre roller alacaktık. Şehrin ve köyün neresi olduğu, bunların nasıl olduğundan hiç söz edilmemişti, yani bağlamla ilgili hiçbir fikrimiz yoktu. Bunu biz yaratacaktık...
Hikâye dinlendikten sonra, her grubun aile üyelerine veya aileye söyleyecek bir şeyleri olmalıydı. Aile üyeleri ailenin karanlık sorunlarıyla boğuşurken, o karmaşadan nasibini alırken, üzülürken, sinirlenirken, şehir olarak biz çok eğleniyorduk. Umrumuzda mıydı? Şehir olarak bunlara tanık olurduk hep. Gelir, geçerlerdi... Babasıyla problem yaşayan 14 yaşındaki ergeni kendimize çağırabilirdik. Ona farklı şeyler sunabilirdik, alkol, uyuşturucu belki... Evden kaçmasını isteyebilirdik ve daha birçok şey. Umrumuzda mıydı? Biz bir şehirdik, önemli bir tarihimiz vardı ve orada yaşayan bireylerden biz sorumlu değildik, biz var oluyorduk sadece, onları var ediyorduk. Onlar da bizi... Şehirdeki insanların bizi nasıl kullanacağı onlarla ilgiliydi. Bizim ne olduğumuz netti. Çeşitli imkânlarımız vardı. Çok iyi de gelebilirdik bireye, onu alt üst de edebilirdik. Umarsızdık... Sonunda aileye şunları söyledik: "Başka İstanbul yok! Yiyin, için, sevişin, coşun, eğlenin". Aslında şunu söylüyorduk: "Çıkın oradan, tadını çıkarın şehrin. Ailenin karanlığında dolaşmayın, kapınızı aralayın, aile sisteminizi açın. Açın ki ışık sızsın şehirden".
Hafiflemiştim, ama bir o kadar da başım ağrıyordu. Belki de ilkokuldan sonra ilk kez gece 22.30'da yattım uyudum. Çok yorgundum. Ertesi sabah atölye çalışması devam edecekti. Uyudum, uyandım, yeniden oradaydım. İkinci güne başlar başlamaz duygular, düşünceler ve sorular paylaşıldı. Sorumuz veya katkımız olup olmadığını sordu Kriyaki...
Bir arkadaşımla aynı anda ellerini ilk kaldıranlardık. O da şehirdi, ben de. İlk söz hakkı ona tanındı, sonra ise bana. Mikrofonu aldım ve şunları söyledim: "Ben aileden biri değildim", "Evet sen şehirdin" dedi Kriyaki. "Evet, ben şehirdim ve biz şehir olarak çok eğlendik dün. Ailedeki karmaşa pek de umrumuzda olmadı, umarsızdık. Ne olduğumuz belliydi. Sonra aklıma doğup büyüdüğüm yer, Kıbrıs, geldi. Ne şehir diyebiliyorum oraya, ne köy, ne de ülke. Oranın nasıl bir yer olduğunu tanımlayamıyorum ve böyle olmasına canım sıkılıyor. Dünden beri canım çok sıkkın. Orayı düşününce sıkışmış hissediyorum, arada kalıyorum. Oradaki insanları da düşününce bu umutsuzluğu derinden hissediyorum. Bir gün oraya dönmek istiyorum ve orada sıkışmış, umutsuz insanlarla birlikte çalışma olasılığım çok yüksek. Böyle bir dünyayla baş edebilmek için nasıl beceriler geliştirmemiz gerekir ve bunları nasıl kazanırız, çok merak ediyorum" diye ekledim. Daha söyleyecek çok şeyim vardı: Dünyanın en iyi üniversitelerinde okuyup, alanında çok iyi işler yapıp adaya dönemeyenlerden söz etmek istiyordum veya adaya dönüp döndüğüne bin pişman olanlardan, bir türlü beslenemeyenlerden, oradaki virüsten nasibini alanlardan, üretemeyenlerden... Toplum sistemindeki tüm olumsuzluklara rağmen üretebilenlerden, üreyebilenlerden de. Kendilerini toplumdan ayrıştırabilenlerden, farklılaşabilenlerden, hala beslenebilecek kaynaklar yaratabilenlerden... Daha söylenecek çok lafım vardı. Ama sustum, çok üzgündüm ve üzgünüm hala. Tam olarak bunları hissediyordum. Atölye çalışması bitip de liderimizin elinden katılım belgelerini alırken "Best wishes for Cyprus" dedi Kriyaki. Çok teşekkür ettim.
O gün karar verdim: İstanbul'da gerçekleştirilecek 8. Avrupa Aile Terapisi Kongresi'nde bir bildiri daha sunacaktım: Evden ayrılmayla ilgili. Annemin babamın evinden ayrılmayla ilgili değil sadece, Kıbrıs'tan ayrılmakla ilgili. Gitmek ya da kalmakla ilgili... Arada kalmışlıkla. Ayrışmak ve bağımsızlaşmakla... Ayrışamamakla, bağımsız olamamakla ve bunun getirdikleriyle... Bunu en iyi bilenlerden biriydim ben. Biz bunu iliklerimize kadar yaşayanlardanız.
Siz ne dersiniz? Gidenlerden misiniz? Yoksa kalanlardan mı? Bu kararı nasıl verdiniz ve sonucunu nasıl yaşıyorsunuz? İstediğiniz bu muydu? Neydi istediğiniz? Geleceğe dair neler hayal ediyorsunuz? 10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz? Kıbrıs'ı nerede görüyorsunuz? Nerede olmasını arzu edersiniz?
Bu bir çağrıdır: Kalmak ya da gitmek? Ne oluyor da orada kalıyoruz veya ne oluyor da gitmek istiyoruz? Gidince özlüyoruz ve müthiş bir eksiklik yaşıyoruz, dönmek istiyoruz. Dönüyoruz, lanet ediyoruz bazen yeniden. Böyle bir yere doğduğumuza, böyle bir yerde yaşadığımıza. İhtiyacımız olan nedir? Bunların ne kadarını karşılıyoruz? Nasıl beslenebiliyoruz adada? Yiyecek içecek anlamında değil, ruhsal ve entellektüel bağlamda...
Sonra ekledi katılımcılardan biri: "Kıbrıslı arkadaşımın dediğine de baktığımız zaman... O şehirdi. Çünkü insanlar olmadan şehir olmaz; şehir olmadan da insanlar" dedi.
Neden şehir olmayı seçtiğimi sonra anlamlandırabildim. Şehir, aidiyet, en büyük derdimdi benim. Nerede yaşayacağıma karar vermek... Bir yerde kalmak, yerleşebilmek. Oradan oraya göçmeden, huzur ve güven içinde yaşayabilmek. Çalışmada şehrin, köyün ve terapistlerin hikâyelerinin belli olmaması benim "bonus"umdu. Şehri benim yaratacak olmam umudum oldu. Çünkü bu benim özlemimdi: Yaratabilmek, yapılandırabilmek ve sahiplenebilmek, "benim şehrim" "benim ülkem" diyebilmek..

Sistemik Yaklaşım Hk.
Sistemik bakışa göre, insan gelişimi psikolojik (birey) ve sosyal (çevre) sistemlerinin içiçe geçişinin sonucudur (Kağıtçıbaşı, 1990). Yani, bizlerin bireysel gelişimi, ailemizden, toplumdan ve kültürden bağımsız bir şekilde değerlendirilemez. Sistem bilimcisine göre, her canlı ancak belli bir yer ve mekân içinde ve bileşenlerinin organizasyon şekli ile anlaşılabilir (Dokur ve Profeta, 2006). Bunun için de yine bireyin içerisinde yetiştiği ve oluşturduğu aileye, topluma ve kültüre bakmak gerekir.
Sistemik yaklaşımda, canlı organizmalar daha büyük bir dizi sistemin -örneğin, aile, grup, toplum, ülke- parçası olarak görülür. Bunun da ötesi, her canlı organizma gittikçe küçülen birçok alt sistemden oluşmuştur (organlar, dokular, hücreler). Her sistemin özerkliği sınırlarıyla korunur. Sınırlar, hem sistemin otonomisini hem de parçası olduğu üst sistem tarafından kontrolünü sağlar. Aynı zamanda geribildirim döngüleri de (feedback loops) performansa göre sistemin fonksiyonlarındaki uyumu kurarken, hem sistemin yapısının sürekliliğini sağlar, hem de belli sınırlar içinde büyümeye izin verir (Dokur ve Profeta, 2006).
Sistem, karşılıklı interaksiyonda bulunan bileşenlerden oluşan bir komplekstir. Sistemde odak noktası, sistemin parçalarından çok, bunların arasındaki ilişkidedir. Bileşenler ancak bütün sistemin içindeki fonksiyonları ile en iyi şekilde anlaşılabilirler (Dokur ve Profeta, 2006). Teorinin varsayımlarından biri, ilişkilerin kişilerden oluştuğu ve dış dünya ile bağlantılı sistemler olduğu görüşüdür. Bu görüşe göre, sistemler birbirine bağımlı öğelerden oluşan bütünlerdir. Öğeler sürekli olarak birbirlerini etkiler. Her sistem kendi dışındaki sistemlerin bir parçasıdır. Onları etkiler ve onlardan etkilenir. Her sistemin dinamik bir dengesi vardır. Yani, öğelerin arasındaki denge kalıcı olmayıp, dinamik ve zaman içinde değişen bir dengedir (Katz ve Kahn, 1978; Minuchin 1985; akt., Hortaçsu, 2003).

Aile Yaşam Döngüsü Hk.
Aile yaşam döngüsünde, her ailenin, evrensel olarak benzer evrelerden geçtiği varsayılmaktadır. Bu evreler "Aile Yaşam Döngüsü Evreleri" olarak tanımlanmaktadır ve aşağıdaki sıralamaya uygunluk göstermektedir (Dokur ve Profeta, 2006):
1. Aileler arası: Bağlı olmayan genç yetişkin,
2. Ailelerin evlilik yoluyla birleşmesi: Yeni evlenmiş çift,
3. Küçük çocuklu aile,
4. Büyük çocuklu (ergen) aile,
5. Çocukların aileden, evden ayrılması,
6. Daha sonraki yaşamında aile.
Problemlerin ortaya çıkışının sıklıkla yaşam döngüsündeki bu geçişler ve bu dönemdeki talep ve streslerle bağlantılı olduğu öne sürülmüştür (Dallos ve Draper, 2012). Aile yaşam döngüsü evrelerindeki geçişler, ailenin yaşadığı gelişimsel krizler olarak değerlendirilebilir. Yazıda sözü geçen evden ayrılma dönemi buna örnek olabilir. 
Haley (2006)'e göre, ailenin zaman içerisinde gelişimsel bir süreçten geçtiği ve bu süreç kesintiye uğradığında sıkıntıların ve psikiyatrik belirtilerin ortaya çıktığı daha açık bir şekilde anlaşılmaya başladı. Bir zamanlar psikolojik belirtiler, bireyin sosyal konumundan bağımsızlığının ifadesi olarak görülüyordu. Haley (2006)'e göre, Milton Erickson'un terapisinde üstü kapalı bir biçimde vurgulanan daha geniş bir bakış açısı var. Bir ailenin ya da başka doğal grupların yaşam döngüsünün gelişmesinde karışıklıklar ya da kesintiler olduğunda, belirtiler ortaya çıkar. Belirti, ailenin yaşam döngüsündeki aşamayı geçmekte zorlandığının işaretidir. 

----------------

Kaynaklar
Dallos, R. ve Draper, R. (2012). An introduction to family therapy: Systemic theory and  practice (3rd Ed.). (Ş. Kesici ve C. Kiper, Çev.). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. (Orijinal çalışma basım tarihi 2010.)
Dokur, M. ve Profeta, Y. (2006). Aile ve çift terapisi. İstanbul: Morpa Kültür Yayınları.
Haley, J. (2006). Sıradışı terapi: Milton H. Erickson'un psikiyatrik teknikleri. S. Öğünç, Çev.). İstanbul: Dharma Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1986.)
Hortaçsu, N. (2003). İnsan ilişkileri. Ankara: İmge Kitabevi.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1990). İnsan aile kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Bu haber toplam 3701 defa okunmuştur
Gaile 205. Sayısı

Gaile 205. Sayısı