Evet, Önümüz Açılıyor; Yapmamız Gerekenler Var…
Geçen hafta bu köşeden yayınlanan yazımızda Türkiye Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın son NATO toplantısında İsveç’in üyeliğini onaylamasını Türkiye’nin AB sürecinin önünün açılması koşuluna bağladığı; vetosunu kaldırdığına göre de koşulunu da kabul ettirdiğini yorumlamıştık. Ve demiştik ki, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin ilerlemesi, AB kuralları gereği Kopenhag ve Maastricht Kriterlerini yerine getirmesine bağlıdır; ek olarak da Türkiye’nin uluslararası siyaset tarafından bir AB üye devleti olan Kıbrıs Cumhuriyetindeki onların tabiriyle işgalini de sonlandırması gerekiyor. Bu son şart ise Kıbrıs sorunun uluslararası siyasetin halen kabul ettiği BM Ölçütlerinde çözümüne Türkiye’nin katkı yapması gerektiğinin ifadesidir. Bundan da anlaşılabileceği gibi, dramatik yıkım sürecine girmiş ekonomisini toparlayabilmek için AB üyelik sürecini çalıştırmak isteyen Türkiye, BM Ölçütlerinde çözümün görüşme sürecinin başlangıç vuruşunu yapacak…
Son 20 Temmuz törenlerinde gerek KKTC CB Tatar’ın gerekse TC CB Erdoğan’ın söylediklerine de atıfta bulunmakta fayda var. CB Erdoğan ve CB Tatar aynı cümleyi kullandı: Kıbrıslı Türklerin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü tescil edilmedikçe, yeni bir müzakere sürecine girişilmesi söz konusu değil… CB Tatar ayrıca ve kendince de şu tespitleri yaptı: Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs Türk halkını federal temele dayalı çözüm müzakerelerine götürerek, Kıbrıs Türk halkının özden gelen egemen eşitliğini inkar edip, azınlık yapmaya çalıştı; sıfır asker- sıfır garantör dayatmasıyla Türkiye’nin garantörlüğünü ortadan kaldırmak, Türk askerini Kıbrıs’tan uzaklaştırıp, Kıbrıs Türk halkını savunmasız bırakarak yok etmeyi hedefledi.
CB Tatar’ın hu tespitlerinde doğruluk payları vardır; Kıbrıs Rum hâkim siyasetinin erbabının Annan Planı’nı reddetmesi de Crans-Montana Konferansı’nı çökertmesi de BM Güvenlik Konseyi kararı da olmasına rağmen Kıbrıs Türk tarafının Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ve etkin siyasi katılımını ret ve inkâr etmelerinden kaynaklanmıştır; sıfır garanti – sıfır asker taleplerini de görüşme süreçlerinde katı koşul olarak öne sürüyorlar.
Kıbrıslı Rum hâkim siyasetinin bu stratejileri Kıbrıs sorununu çözmeye engeldir ve eğer BM Ölçütlerinde çözüm sürecinin önü açılıyorsa ve önümüzdeki kısa vadede görüşmelerin başlaması olasılığı da çok yüksek ise, Kıbrıslı Türk çözüm ve barış güçlerinin CB Tatar’ın atıfta bulunduğu Kıbrıslı Rum stratejisine karşı yapması gerekenler var. Denilebilir ki “Ama masa kurulacak mı?” Türkiye AB sürecini işletmekte kararlı göründüğüne göre kurulacak… Kurulunca masada gene Kıbrıslı Rum temsilcilerin Kıbrıslı Türklerin eşit ve etkin katılımını ret ve inkâr etmeleri ise uzayıp giden ve umut vadetmeyen bir süreç yaratacak. Garantiler konusunda Türkiye Crans-Montana’da açılım yapmaya hazırdı, açılımlarının ipuçlarını da ilgili üçüncü taraflara kayıt dışı olarak vermişti. Dolayısıyla garantiler konusu Türkiye’nin açılımları ile uzlaşılabilecek bir aşamadadır. Ancak Kıbrıslı Rum hâkim siyasetinin ve liderliğinin Kıbrıslı Türklerin eşit ve etkin siyasi katılımcılığı konusundaki katı duruşu halen sürmektedir.
Bu konuda Kıbrıs Türk çözüm ve barış güçlerinin tüm unsurları, iç siyasetteki farklılıklarını dondurarak Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde sinerji yaratacak iş birliğini yapmayı kurgulamalı, stratejik eylem planını ve iş bölüşünü yapmalıdır. Bilahare de Kıbrıs Rum tarafındaki muhatapları ile görüşmeli ve BM Güvenlik Konseyi kararı da olan bu konunun liderlikleri tarafından kabul edilmesini onlardan istemelidir. En kritik unsur da AKEL’dir. Annan Planı referandumu sürecinde AKEL’in yaşadığı çelişkileri Kıbrıslı Türk çözüm ve barış güçleri unutmamıştır. 31 Mart’ta Bürgenstock’tan ayrılırken BM Genel Sekreteri Annan’ın referanduma sunulacak BM Dökümanı’nı (Annan Planı) taraflara verdiğinde Hristofias Talat’a referandumda evet diyeceklerini söylemişti. Akabinde Kıbrıs’a döndüklerinde de AKEL’in politbürosu Annan Planı’na evet deme kararı almıştı. Konu AKEL’in parti meclisinde tartışıldığında ise referandumda hayır deme kararı çıkmıştı. CTP heyeti AKEL’i ziyaret edip bu gelişmeden tedirginliğini aktarıp eleştirisini yaptığında ise AKEL tarafı tutum değişimini “Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğu hayır diyecek, dolayısıyla onlarla ters düşmemek için hayır diyeceğiz” şeklinde ifade etmişti. CTP heyeti de işçi sınıfının önder partisi olan AKEL’in halka da önderlik etmesi gerekirken arkasından gitmesinin siyasi ideoloji ile bağdaşmadığı yorumunu yapmıştı. Ve 24 Nisan 2004’te AKEL’in de katılımcılığı ile Kıbrıslı Rumların %75’i Annan Planını reddetmişti. Ve böylece Kıbrıs sorunu halen devam ediyor…
Dolayısıyla, aynı senaryoların oynanmaması için, AKEL’in Kıbrıs Rum halkına siyasi önderliğini tam kapasite yapması için, BM Ölçütlerinde ve birbiri ile hiyerarşik üstünlüğü olmayan (siyasal eşit ve bölgelerinde egemen) Federal Devlet – Kıbrıs Türk Federe Devleti – Kıbrıs Rum Federe Devleti’nden oluşacak Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hayata geçirmek için Kıbrıs Türk çözüm ve barış güçleri Güney’deki muhataplarıyla şimdiden görüşmelere başlamalı, gerekirse birlikte atölye çalışmaları ile ortak stratejik eylem planları çıkarmalı, Kıbrıslı Rum örgütlerin bölgesel örgütlerinde de Kıbrıslı Rumlarla toplantılar yapmalıdır.
Geleceğe hazırlıklı olmak gerek çünkü gelecek gelecek… Kıbrıs sorununun BM Ölçütlerinde çözümü için önemli bir fırsat yakın gelecekten gelecek; şimdiden hazırlık yapan sonucunu elde edecek.