Evet şimdi çözüm için inisiyatif geliştirme zamandır
Haftanın sorusu: Kıbrıs sorunundaki son gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Evet şimdi çözüm için inisiyatif geliştirme zamandır
Kıbrıs sorunun çözümü uzadıkça içte ve dışta meydana gelen her yeni kriz, çelişki ve gelişme onu daha bir karmaşıklaştı
Haftanın sorusu: Kıbrıs sorunundaki son gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Evet şimdi çözüm için inisiyatif geliştirme zamandır
Kıbrıs sorunun çözümü uzadıkça içte ve dışta meydana gelen her yeni kriz, çelişki ve gelişme onu daha bir karmaşıklaştırmaktadır. Yaşadığımız günler bunun en tipik örneğidir. Ekim ayına doğru giderken pek çok yeni çelişki, bu sorunu daha da bir karmaşıklaştırmaktadır. Dolayısı ile 2004’teki Referandumda iki taraflı “evet”in çıkmamasının tarihsel vebali, daha çok can yakacaktır. O günler çok aranacaktır.
Ancak ne isterse olsun, sonuç itibarı ile yaşadığımız günler, daha insani ve barışçı bir düzen arayışı içinde olan sosyalist, demokrat ve barışçı güçlere daha büyük görevler yüklemektedir. Bununda en başında geleni ise popüler olanın peşinden sürüklenmemektir.
Bu bakımdan öncelikle barışçı güçlerin hem kendi yönetimlerinin, hem de sorunu çözmede taraf olan diğer yönetimlerin hata ve saldırganlıklarına dönük, onların geliştirmeye çalıştıkları popülist siyasetlerin tuzağına düşmeden, cesaretle alternatif görüşler üretmeleri ve bunun halklarla buluşmasını sağlamalarıdır.
YUMURTA VE TAVUĞUN KIÇI
Bu bağlamda öncelikle Türk tarafının siyaseti üzerinde durmak istiyorum. Bu konuda yazacağım ilk şey Türk tarafının klasik olan “yumurta tavuğun kıçına gelince” tepki göstermesidir. Halbuki bu gaz ve petrol meselesi aylardır, hatta iki yılı aşkın bir süredir gündemdedir.
Bu satırların yazarı ve Mustafa Yektaoğlu arkadaşım aylardır bu konuyu gerek Meclis kürsüsünden, gerek basında, gerekse de TV konuşmalarında işledik. Pek çok uluslararası gelişmenin bununla bağına dikkati çektik . Örneğin NATO’nun tarihte ilk kez güneyde İngiliz üs bölgeleri temelinde deniz tatbikatı yapmasının önemini buna bağlayan açıklamalar yaptık. Hatta Almanya Başbakanın gerek Ankara, gerekse Kıbrıs ziyaretlerinde, AB üyesi, ama NATO üyesi olmayan ülkelerle, NATO üyesi olan ama AB üyesi olmayan ülkelerin askeri işbirliği önerisinin bu temelde olduğunu işledik. Türkiye buna dönük isteklere tepki gösterdi, biz ise yalnız bu tepki ile yetindik. Yunanistan Cumhurbaşkanın İsrail ziyareti de buna bağlantılıdır. Bunu da aylar öncesinden yazdık.
Ancak gelişmeler çok yönlü çelişki ve ilişki ile sürmektedir. Örneğin Türkiye, Libya’ya dönük NATO hareketinin bir unsuru olmuştur. Bununla Kadafi’nin Libya halkına reva gördüğünü onayladığım sonucu çıkmaz. Ancak ne oldu? Sonuç itibarı ile şimdilerde Fransa, Libya’nın petrol zenginliğinin %35 ‘ine sahip çıkma noktasına ulaştı. Diğer NATO ülkelerin ise ne alacağı önümüzdeki günlerde belirginleşecektir.
Ayrıca Türkiye, Füze Kalkanı projesinin uygulanmasının ilk adımını da attı. Bu siyasetler sonuç itibarı ile batının temel siyasi ve ekonomik politikası ile karşılıklı uyumu göstermektedir. Bunda ayrıca Türkiye’nin son dönemlerde artan ekonomik ve siyasi gücü etkendir. Doğru. Ancak Libya gibi bir ülkeye dönük NATO operasyonu içinde yer almak, Füze Kalkanı çerçevesinde adımlar geliştirmenin sonucunda, Türkiye- NATO kapsamında geliştirilmek istenen ve yukarıda yazdığım, yeni güvenlik konseptine dönük itirazlarını nereye kadar götürecektir?
İLKER BAŞBUĞ’UN SÖZLERİ
İşte bu aşamada, herkes Türkiye eski Genel Kurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğun bu uluslararası operasyonlar da yer almakla ilgili söylediği ve bence çok önemli olan sözlerini, aklının bir köşesinde tutmalıdır. İşte bu sözle ilgili olarak aklımda olan bir endişemi de konu ile bağlantılı olarak yazmak isterim. Şimdilerde söylemde yer eden, bir popüler siyasi dille, güneyin AB üyeliği; “ödüllendirme” olarak ifade edilmektedir. Ama bence bu işin esası, yani bu dili geliştirmenin esası , bizim hatalarımızı örtme çabasıdır...Halbuki Güneyin, AB ‘ye üyeliği ,o dönemki egemen siyasetin ,” Türkiye, AB’ye üye olmadan güney giremez” deyip, güce dayalı politika ile Kıbrıs sorununun çözümü ve AB üyeliğine dönük olarak ta soğuk ve karşı duruşu sayesinde oldu. Kaybedilen zaman içinde , dış ve iç faktörlerin farklılaşması nedeni ile 1999 Helsinki kararının kabulü zorunda kalınması ile Kıbrıs, çözüm olmadan AB’ye girdi.
İşte, bu bakımdan bildiğim buradır. Ve Sayın İlker Başbuğun sözünü, bu anlamda kulağıma yerleştirdim. Sonuç itibarı ile küçük bir halkın çıkarı, hele de bu halk, kendi meselesinin çözümünün öznesi olmazsa, büyük devletlerin çıkar ve ihtiyaçları için göz ardı edilir. Bu endişem, son uluslararası NATO operasyonları ve Füze kalkanı meselesi gelişmeleri nedeni ile azalmadı, aksine arttı.
Elbette ki bu düz bir hat değildir. Bu arada Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri inanılmaz ölçüde gerildi. Özellikle İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü insanlık dışı abluka, bunun delinmesine dönük yapılan evrensel tepkilerin bir sonucu gerçekleşen sivil hareketler ve Mavi Marmara gemisine dönük İsrail’in yaptığı vahşi saldırganlığın neden olduğu bu gerginlik, son olarak bir nevi patlama noktasına geldi.
Buna dönük olarak, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün yaptığı açıklamada vurguladığı iki nokta çok önemlidir. Bunlardan biri, İsrail Hükümetini, “strateji yoksunu hükümet” olarak tanımlaması ve İsrail hükümetinin ne olduğuna dair müttefiklerine sorması gerektiği ifadesidir. Yani, İsrail Hükümetinin bu bölgede özellikle son gelişmelerle bağlantılı bağnazlığı nedeni ile negatif bir rol oynadığının açık göstergesidir bu sözler.
Nitekim, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon yaptığı açıklamada, Türkiye ve İsrail gerginliğinin Orta Doğu barış sürecine olumsuz etki yapacağını vurguladı. Artık açıktır ki İsrail’in bağnaz yönetimi, resmen bu sürece engel olmaktadır. Çünkü yumuşama Yetenyahu Hükümetin bağnazlık ile varlığımı sürdürmesine engeldir. Nitekim son gerginlikten önce, bu yönetimin, Mısır- İsrail sınırını bombalanması sonucu ölen Mısır güvenlik mensupları nedeni ile değişimin heyecanını yaşayan Mısır halkı içinde oluşan infial çok barizdir.. Şimdi Türkiye ile İsrail arasında oluşan bu gerginlik, bir başka şeyi de kamçılama potansiyeli taşır. Bu da Mısır –Türkiye rekabetidir. Bu yüzden Orta Doğu alabildiğine karmaşıklaşmaktadır
İşte, Türk tarafının yaptığı yanlışlık kadar yanlışı, güneydeki yönetim de yapmaktadır. Bu denli bağnaz ve daha geçen ay kendi halkının 100 binlercesi tarafından kınanan ve giderek batının Orta Doğu’ya dönük yeni çıkarları ile kısmi çelişkiler taşıyan ve tüm Arap halklarının tepkisini dorukta alan, İsrail’deki Yetenyahu Hükümeti ile güneydeki yönetimin ,alabildiğine ilişkilerini geliştirme adımları hatadır... Bu ne onları, ne de bizi bir hayra götürmez.
Dışişleri Bakanı Sayın Markulli’yi İsrail’e yollayan Hristofyas Hükümeti, şimdilerde kendini sıkıntıya sokan Vasiliko’daki o patlamanın bir nedenin de Suriye ile daha evvel sürdürdüğü iyi ilişkiyi bozmasın diyerek, gereğini yapmadığı işler olduğunu ne çabuk unuttu.. Çünkü güneydeki mantık, “düşmanımın düşmanı, dostumdur” mantığı ile maluldür.. İşte buda sorunun çözümüne katkı sağlamaz, aksine ortak yurt üzerinde başka emelleri olanların iştahını kabartır.
TARİHTEN DERS ALMAK
Türkiye’nin açıkladığı İsrail’e dönük bu karar çok ciddidir. Bunun Orta Doğudaki diğer gelişmelerle birlikte, Kıbrıs sorununa önemli bir etki yapacağını tarihten biraz dersler çıkartan herkes görmelidir. Çünkü Kıbrıs sorunu, alın EOKA’nın ve TMT’ nin kuruluş tarihlerini, Orta Doğudaki gelişmelerle bağlantılıdır. Hatta 1960 Kıbrıs Cumhuriyetin kuruluşunun ilk adımı, Irak’taki krallığın devrilmesi ile bağlantılıdır. 1964, Kıbrıs’ta çatışmalar. Ama ayni zamanda Arap- İsrail savaşının da tarihidir. .1967; Kıbrıs’ta çatışmalar, ama ayni zamanda Arap- İsrail savaşının da yılıdır.. 1973 Arap İsrail savaşı ve Kıbrıs’ta 1974. Bunu daha da uzatabilirim.
İşte bu bakış açısı ile olaylara bakarsak, şimdi Gaz ve petrol meselesinin dünyanın bu karmaşık ortamında meselenin odağına oturması, son Orta Doğu gelişmeleri ile birlikte ele alınırsa bizi çok olumsuz etkileme potansiyelini taşıdığı açıktır.
Unutmamak gerekir ki ekonomik krizlerin, siyasi gerginliklerin, sıcak çatışmalara dönmesi ile de aşılmaya çalışıldı. Özellikle halkların dünyanın dört bir tarafında ekonomik krizin bedelinin kendi başlarına yıkılmamasına dönük sürdürdüğü mücadeleyi de düşünürsek, egemen olanların siyasi gerginlikleri, sıcak çatışma noktalarına döndürme arayışlarını daha bir net görürüz.
İşte bu aşamada biz Kıbrıs’ta, Ekim ayına konsantre olmalıyız. Çözüm için akılcı ve sağlıklı yaklaşımlarla gaz gerginliğinin çatışma noktasına dönmesine doğru giden laf yarıştırılmaları içinde değil, ama çözüm için gereken inisiyatiflerin yönetimler üzerinde baskı aracına dönmesi için gereken girişimleri yapmalıyız.. Evet şimdi çözüm için inisiyatif geliştirme zamandır…