Evim
Bir Pazar sabahına yapılabilecek en güzel girişi yapıyorum bugün. Deniz kenarında uzun bir yürüyüş ile başlıyorum güne. Güneşin doğuşunu kaçırmışım ama suyun üzerinde yükselişini izliyorum keyifle. Bir kaç balıkçı teknesi ile selamlaşıyorum seferinden geri dönen. Hep yaşadığım ikilem değişmiyor yine. Balığın tarafını mı tutmalı, balıkçının mı?
Yanımdan hızla geçen kuşun martı olma ihtimali yok tabii, Kıbrısta’yım. Yine de kaldırıp başımı bakıyorum ve kimbilir kaç bininci kez aynı soruyu soruyorum kendime, bir adada nasıl martı yaşamaz? Son adasını anımsıyorum Zülfü’nün gülümsetiyor beni acı acı, kitapta yakaladığım insana dair gerçekler.
Bir kedi çıkıyor yoluma birden, nereden geldiği meçhul. Sevmek için uzanıyorum, korkup kaçıyor. Uzaktan bizi izleyen sahibi ‘sevilmekten korkanlar var’ yorumu yapıyor yunanca, türkçe cevap veriyorum. Bakışıyoruz, gülümsüyorum şaşkın bakışlarına. İngilizce devam ediyor sohbete, gülümsememi alıp üzerine ekleyerek geri hediye ediyor. Keyfime diyecek yok.
Denize giren yabancıları anlamak ne mümkün, birer ikişer çıkıyorlar yoluma. Onların ıslaklığı benim içimi titretiyor. Rus oldukları tahminini yapıyorum, ‘Üşümüyor musunuz?’ diye soracak oluyorum İngilizce, sıcaklık 15 derece cevabını alıyorum. İşte, herşey göreceli, 15 derecenin yüzmek için yeterli olduğunu düşünenenler de var dünyada. Yapacak bir şey yok, herkesi olduğu gibi kabul ediyoruz.
Derken bildik bir sima geçiyor yanımdan, denizin cazibesine direnememiş, sabah koşusuna çıkmış o da. Selamlaşıyoruz türkçe dilinde, kendi ritmimizde, o sporuna, ben keyfime devam ediyoruz.
Bir sonraki günaydınım rumca dilinde, dün tanıştığım bir Baflıdan geliyor. Dün Kıbrıs ile Baf’ın birleşmesi şakası yapmıştık, bugün anne babamın köyü Arodez’i görmek isteyip istemediğimi soruyor. ‘Birlikte gitmek ister misin, çok uzakta değiliz’ diye ekliyor.
Baf’tayım, evimde hissediyorum kendimi, güvende. Karşılaştığım herkes nazik ve içten davranıyor bana. Kendi dilimde selamlıyor, rahat hissetmem için elinden geleni yapıyor. Hepimiz ortağımız olarak gördüğümüz toplumun dilini öğrenme çabasındayız, ama az, ama çok. Maksat değer verdiğimizi göstermek. Türkçe ‘merhaba’ya, ‘yasu’ cevabını veriyorum, ortada buz muz kalmıyor ilk tanışmada.
Kıbrıslıların sesi toplantısındayım, ortak yurdumuzu birleştirmeyi tartışıyoruz, yapılması gerekenleri, tehditleri, fırsatları. Umutlarımızı seriyoruz masaya, korkularımızı paylaşıyoruz karşılıklı. Masadaki tartışmanın da, sosyal sohbetlerimizin de ait olduğumuz toplumla ilgisi yok. Herkes kişiliği ile, fikirleri ile, tavırları, bilgisi ile değerlendiriliyor ve saygı görüyor. Bazen eleştiriliyor, bazen destekleniyor fikirler, sahibinden bağımsız.
Çok kültürlü, çok dilli, çok renkli bir topluluk olarak kendimizi birleşik Kıbrıs’ın küçük bir modeli olarak görüyorum. İşte özlediğim Kıbrıs bu benim, evim!