“Eylül’de Gel”
“Eylül’de Gel” Alpay’ın bir zamanlar dillerden düşmeyen şarkısıdır. Rum basını Anastasiadis’in Downer’le görüşmesinde “şu anda Troyka ile müzakerelere odaklandığı için Kıbrıs sorununa efor harcayamayacağını bu nedenle Eylül’de buyurun” dediğini yazdı. Türk basını da Alpay’ın bu güzel melodisinden esinlenerek habere “Eylül’de Gel” başlığını attı.
Yıllarca Kıbrıslıların, Türklerin ve Rumların önceliği hep Kıbrıs sorunu oldu. Ancak Referandum sonrası bu ilgi giderek azaldı. Ekonomik sorunlar ve işsizlik anketlerde birinci sıraya yerleşti. Son yıllarda iki tarafta da yapılan anketlerde Kıbrıs sorunu önce 2.sıraya, daha sonra da 3.üncü, hatta 4.üncü sıraya kadar indi.
Bunun başlıca nedeni çözüm ışığının görülmemesidir. Referandumdan sonra uzunca bir süre Kıbrıs sorununda görüşme olmamıştı. Referandumun gerçekleştiği Nisan 2004’ten, Hristofyas’ın seçildiği Şubat 2008’e kadar hemen hiç görüşme olmadı. Redçi Rum lider Papadopulos, Talat’la görüşmek istemiyordu. Hristofyas seçilince birkaç ayda Talat’la beraber görüşmelerin zeminini oluşturarak, Eylül ayında kapsamlı müzakerelere başladılar.
Bu her iki tarafta da umut ışıklarının yeniden yeşermesini ve Kıbrıs sorununa ilginin yeniden üst sıralara tırmanmasını getirdi.
Ancak Nisan 2010’da Talat’ın yerine seçilen Eroğlu ile umutlar giderek azaldı. Böylece Kıbrıs sorununa ilgi de giderek azaldı. Ekonomik krizin derinleşmesiyle beraber işsizlik arttı, iflaslar çoğaldı, böylece geçim sıkıntısı herşeyin olduğu gibi, Kıbrıs sorununun da önüne geçti.
Önce Rum tarafının AB dönem başkanlığı, ardından da Rum seçimleri vesilesiyle neredeyse bir yıldır hiç görüşme olmadı.
Bu arada Rum tarafını saran ekonomik kriz de giderek derinleşti. Dolayısıyle Rum seçimlerinin ana gündemini Kıbrıs sorunu değil, ekonomik kriz oluşturdu. Kıbrıs sorunu hemen hemen hiç konuşulmadı. Açıkçası bu da referandumda evet dediği için sağın tepkisini çeken Anastasiadis’in işine geldi.
Doğal olarak seçimi kazanınca da önceliğini ekonomik krizin aşılmasına verdi. Ayrıca Hristofyas hükümetinin özelleştirmeleri de içerdiği için, parafe ettiği halde imzalamaktan kaçındığı AB Troykası ile kredi anlaşmasını bir an önce müzakere ederek sonuca ulaştırmak zorundadır.
Zaten kendisi ile görüşen Downer de Anastasiadis’i anlayışla karşıladığını açıkladı.
Bu durumda görüşmeler en erken Eylül’de başlayacak gibi görünüyor.
Ancak kalınan yerden mi, yoksa yeni baştan mı başlayacak bu belli değil. Anastasiadis henüz bu konuda bir açıklama yapmadı. Sanırım kendisini bağlamak istemiyor. Ama her yeni seçilen Cumhurbaşkanı ile sıfırdan başlarsak sanırım bu sorunu ilanihaye çözemeyiz.
Talat’ı en çok eleştiren, taviz verdi diye suçlayan Eroğlu bile seçildiğinin ertesi gün “Talat’ın bıraktığı yerden devam” diyerek hemen herkesi şaşırtmıştı. Şaşırmayan taraftarları ise “Derviş’in fikri ne ise, zikri de odur” diyerek onun masaya otururkenki amacının “anlaşamayacağımızın ilan edilerek, herkes kendi yoluna” denmesi olduğunu biliyorlardı.
Eroğlu önceleri gizli olan bu amacını daha sonraları “anlaşmamak da anlaşmadır” diyerek kamuoyu ile paylaşmaktan çekinmedi.
Önceliğini ekonomik kriz dolayısıyle Troyka ile müzakerelere veren Anastasiadis ise biraz da zamana oynama ve seçim ittifakı kurduğu Diko ve öteki red cephesi partileriyle ilişkilerini de düzenlemek istiyor.
Bu şartlarda Kıbrıs görüşmelerinin ertelenmesi onun için en doğru seçimdir. Ama bu yaklaşım çözümden daha da uzaklaşmamızdan başka birşey getirmez.
Bu durumda Kıbrıslı liderler isteksiz olduğu sürece başta “anavatanlar” olmak üzere, BM, AB, ABD, İngiltere gibi büyük devletler bu sürece dahil olmak, hatta süreci istedikleri gibi yönetmek isteyeceklerdir.
Zaten geçen haftaki Erdoğan-Samaras görüşmesinden çıkan sonuçlara ve aynı günlerde çeşitli bakanların demeç ve açıklamalarına bakarsak bunun ilk işaretlerini görürüz.
Sanırım önümüzdeki günlerde hiç alışık olmadığımız yeni birtakım gelişmelerle karşılaşabiliriz. Yeni seçimden çıkmış ve Troyka ile müzakerelere yoğunlaşmış Rum tarafı bu yeni sürece hazırlıksız yakalanmakta kendince haklı olabilir.
Ama en önemli görevi Kıbrıs görüşmelerini yürütmek olan Eroğlu’nun uzun bir süredir bu konuda hiçbir hazırlık yapmaması ve neredeyse hala UBP lideriymiş gibi sadece UBP kurultayı ile ilgilenmesi nasıl izah edilir? Bunu anlamak mümkün değil.