Ezan Sustu Kışkırtıcılık Coştu
• Din yüzünden her gün yüzlerce insanın katledildiği bir coğrafyada, inançla ilgili haberlerde son derece titiz olunması gerekmiyor mu?
“Kıbrıs'ta ezanlar susturuldu”
“KKTC’de Ezanlar Sustu Avukat Zafer İlan Etti”
KKTC’de bazı camilerde ezanlar sustu!
“KKTC'de 3 camide sabah ezanı sustu, halk tepkili”
“Kıbrıs'ta mahkeme kararıyla artık ezan okunmayacak”
“Yavru Vatan’da skandal karar, Camilerde Ezan Sustu”
Bu haber başlıkları bir kaç gün önce bazı Türkiye gazetelerinde ve bazı internet haber sitelerinde kullanıldı. Haberle ilgili gerçeklerin yansıtılıp yansıtılmadığını şimdilik bir yana bırakalım.
Kıbrıslı Türklerle Türkiyelilerin, kültür, inanç ve yaşayış farklılıklarına çoğulculuk, yaşam hakkı ve hoşgörüden uzak, dışlayıcı veya dayatmacı şekilde yaklaşanların az olmadığını ve bunun siyasetlerle de desteklendiğini bilmemezlik edemeyiz. Öyle olunca da yukarıdaki başlıkların azımsanmayacak oranda bir okur kitlesinde neler çağrıştırdığını tahmin edebiliriz.
“Kıbrıs’ta din elden gidiyor”
“Dinsiz imansız Kıbrıslılar ezanı susturup Ada’yı Rum’a teslim edecekler”
“Bunların Türklükleri de sahte Müslümanlıkları da”
“Biz onlara ezanı yasaklamaları için mi para gönderiyoruz?”
Bir haberden ne çıkar?
“Böyle düşünenler zaten var, bir haberden ne çıkar ki?” diye meseleyi küçümseyenler olabilir. Bu şekilde düşünenlere göre ezan konusu sıradan bir haberdir, biraz ilgi çekici başlıklarla birlikte yayınlamakta sakınca yoktur.
Ancak mesele o kadar basit değil; Kıbrıslı Türklerin yaşam, tutum ve inançlarıyla ilgili Türkiye insanında uzun yıllar içinde bir “önyargı havuzu” oluştuğunu bilmeliyiz. Siyaset yanında gazetecilerin de çok büyük katkıda bulunduğu bu havuza su taşımaya devam edilsin mi edilmesin mi?
Önyargı havuzu
“Önyargı havuzu”nun ne olduğunu ve nasıl sonuçlar verebileceğini bilmek için sayısız örneğe sahibiz. Yine de çarpıcı bir anımı anlatmak istiyorum. Yıllar önce Türkiye’den Belediyeler Birliği adına kalabalık bir heyetin, KKTC Başbakanı ile görüşmesi vardı. Ben de muhabir olarak görüşmeyi takip ediyordum. Bir ara söz alan bir (ismin hatırlamadığım küçük bir kasabanın) belediye başkanı aynen şunları söyledi:
“Sayın Başbakan, birkaç gündür Kıbrıs’tayız, camileri boş görüyoruz, halkın camilere gitmesi için bir şeyler yapılması gerekmez mi?” Bu sözler karşısında Başbakan öfkesini kontrol edemiyor ve “kimse Kıbrıslı Türklerin inancını sorgulayamaz” sözleriyle belediye başkanına sert bir cevap veriyor.
Bir belediye başkanına, resmi bir görüşmede, bu kadar pervasız sözler kullandıran dürtünün veya önyargı havuzunun ne denli güçlü olduğunu anlayabiliyor muyuz? Din ve inanç farklılılıkları yüzünden her gün yüzlerce insanın katledildiği bir coğrafyada, din içerikli haberlerde son derece titiz olunması gerekmiyor mu?
Haberlerde gerçek eksik
Özet olarak, Lefke’deki hoparlör yasağı ile ilgili Türkiye basınında yer alan haberlerin başlıkların, son derece kışkırtıcı ve sorumsuz gazetecilik örnekleri olarak değerlendirmeliyiz. Sadece başlıklar bir haberi kışkırtıcı, saldırgan, suça teşvik edici yapabilir. Kaldı ki haberin ayrıntılarında da olayla ilgili doğru, aydınlatıcı bilgi verilmedi. Yazılanlardan okurun gerçeği öğrenmesi mümkün değil. Eğer bu kadar çok tantana koparmaya değer bir olaysa, neden doğrudan kaynağından, taraflardan bilgi alınmaya çalışılmadı.
Kıbrıs muhabirleri sınıfta kaldı
Maalesef kışkırtıcı başlıklar atan gazeteler gibi haberlerin kaynağı olan Kıbrıs muhabirleri de sınıfta kalmıştır. Türkiye’deki bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Kıbrıs’ı yeterince tanıyamamış olabilir, ancak Kıbrıs’taki muhabirler tanımak zorunda ve özellikle inanç konusundaki hassasiyetleri bilmek zorundadır.
Haber İsviçre’nin Zürih kenti ile ilgili olsaydı, “Zürih’te ezana yasak” gibi bir başlığın, okur kitlesini kışkırtması sözkonusu olmayabilirdi. Ancak haber Kıbrıs’la ilgili olunca “ezana yasak” başlığının birikmiş önyargıları harekete geçireceği hesaba katılmalıdır.
Kullanılan başlıklar yerine daha sakin örnekler bulunabilinirdi. Mesela şu:
“Kıbrıs’ta 3 Camide sabah ezanı çıplak sesle okunacak”.
Gazeteci Levent Özadam da Kıbrıs Postası’nda 7 Ağustos’ta yayınlanan yazısında Türkiye basınını ezan konusunda şu ifadelerle eleştirdi:
“…Bir de olayın Türkiye basını tarafı var:
Bizde ne zaman Kıbrıs Türkü’nü birbirine düşürecek bir olay yaşansa biraz da buradaki temsilci meslektaşlarımızın reyting heyecanı nedeniyle haberler abartılarak verilir!
Çünkü biz de öyle olaylar yaşanmalıdır ki sonuçta Anadolu insanı kalksın otursun, ağır tepki koysun!
Türkiye’de yayınlanan gazetelerin buradaki temsilcilerini gözüm gibi sever sayarım ama Türkiye’nin reyting ya da tiraj kavgasına alet olmaları sadece Kıbrıs Türkü ile Anadolu insanının arasını açmaya yarar!
Size de kimse bunun için madalya takmaz…”
“Ezan yasaklatan avukattan skandal twitler”
Türkiye basının Mahkemenin ezan kararı ile ilgili haberlerinde bir şey daha dikkatimizi çekti; Konuyla ilgili dava açan kişi, şeytanlaştırılmaya ve dolayısıyla hedef gösterilmeye çalışıldı. Öyle bir profil çizildi ki, davacı okura, Müslümanlara savaş açan bir cephenin mensubuymuş gibi sunuldu.
Davacının sosyal medya hesabından alınan bilgiler ve fotoğrafların kullanıldığı haber bölümüne “Ezan yasaklatan avukattan skandal twitler” ara başlığı atılmış. Sosyal medya hem medyadır hem de özel hayatla ilgili kişisel bir alandır.
Kamu yararı sayılacak bilgiler alınabilir, ancak özel hayatla ilgili bilgiler ve özellikle fotoğraflar kullanılacaksa, mutlaka sahibinden izin alınması gerekir. Medya Etik Kurulu’nun 28. Kararı, gazetecilerin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini tavsiye eder.
Bu, olayı saptıran, davacıyı şeytanlaştıran gazeteciler gazeteciler için ne kadar anlamlıdır? Bilemiyoruz.