Ezilenlerin Pedagojisi
Bugün 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü…
Bu yıl 1 Mayıs’ın ne demek olduğunu anlamaya çok daha fazla ihtiyacımız var. Çünkü sadece dayanışmayla atlatabileceğimiz kötü bir dönem yaşıyoruz. Her anlamda hiç iyileşmeyecek yaralarımız var.
Ekonomide, siyasette, sağlıkta kısacası hayatın her alanında ama özellikle de eğitimde giderek ezen bir yapı, ezilen öğrenciler yaratmaya devam ediyoruz.
Şüphesiz bugün okullarımızda çocuk ve gençlerin çoğu için dijital dünyanın esiri, söz dinlemez, asi ve davranış bozuklu gösterdiklerinden şikayet ediyor olabiliriz. Ne var ki karşı karşıya kaldıkları sistem de çok hayrın değildir.
Gerçekten öğrencinin becerisini, çalışkanlığını, emeğini öne çıkaran, güçlü yanlarını bulup onları geliştirmesini sağlayan bir yapıdan çok uzaktayız. Özel dersin, dershanenin, daha çok imkanı olanın başarılı olduğu acayip bir hale doğru sürükleniyor eğitimimiz…
Her geçen gün daha da açılıyor;
- Kamu okula giden ile özel okula giden öğrenci arasındaki fark…
- Eğitime daha kolay ulaşma imkanı olan ile olmayan arasındaki fark…
- Sınıfında yabancı uyruklu öğrenci olanla olmayan arasındaki fark…
- Okul binası sağlam olanla olmayan arasındaki fark…
Her geçen gün biraz daha fazla sınavlarla sıkboğaz ediyoruz onları. Tabiri caizse eziyoruz en değerli varlıklarımızı. Ve sonra da bütün bunları pedagoji için yaptığımızı söylüyoruz.
Hal böyle olunca, Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı kitabından bahsetmemek olmazdı. Okumayanlara şiddetle öneririm.
Paulo Freire ortaya attığı Ezilenlerin Pedagojisi, tamamen özgürlükçü anlayışı içeriyor. Ona göre, bugün bizimde uyguladığımız ve “bankacı eğitim modeli” olarak adlandırdığı öğrencilere bilgi aktaran sonra da sınavlarda sorular sorarak hatırlama düzeylerini ölçmeyi reddeder. Bu modelde ezilenler olarak tanımladığı öğrenciler; tıpkı bankaya para yatırmak gibi üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif varlıklar, boş kaplardır. Freire buna karşı, öğrencilere dayatılmayan, onlarla diyalog içinde oluşturulan bir pedagojiyi anlatıyor. "Problem tanımlayıcı eğitim" dediği bir modelde esas özne öğrencidir ve özgürdür. Bunun için de onlara inanmayı ön şart olarak ileri sunmaktadır.
Daha fazlası kitapta. Okuduğunuzda eğitime çok daha farklı açılardan da bakabileceğinize eminim.
Esas olan şu: Eğitimde öğrenciye rağmen bir şeyler başarmak mümkün değildir. Bu nedenle de onu ezmek yerine, dinlemek, anlamak, özgür bir gelişim alanı sağlamak kaçınılmaz ilkedir. Bizim kıstaslarımıza göre başarılı ya da başarısız olsun, eğer öğrenci özne değilse o eğitimden anlamlı bir gelişim beklemek hayalcilikten başka bir şey değildir.
Buraya Dikkat
Öğrencilerde Tükenmişlik Sendromu
Hemen her meslek alanında tükenmişlik sendromu kavramı ile tanışmıştık. Kişinin kendini ‘tüketmesi’ anlamına gelen bu kavramı, günlük tempo, yaşanılan olaylar da tetikliyor. Ne var ki yetişkin insanlar kadar yoğun ders ve sınav koşturmacası yaşayan öğrenciler de tükenmişlik yaşayabiliyor.
Literatürde e öğrencilerin tükenmişlik sendromunun belirtilerini fiziksel, zihinsel ve duygusal olmak üzere üç farklı şekilde ele alabiliriz:
Zihinsel Belirtiler: Umutsuzluk, kendine ve hayata dair olumsuz inanç, düşünce ve beklentiler, yetersizlik ve çaresizlik, dikkat ve konsantrasyon güçlükleri, bazen karar verememe, bazen de ani ve fevri kararlar verme eğilimi.
Fiziksel Belirtiler: Enerjisizlik, kronik yorgunluk, güçsüzlük, baş, mide, bel ve boyun ağrıları, bazen kusma, kas krampları ve tutulmaları, uyku ve yeme ihtiyacında dalgalanma, bağışıklık sisteminde düşme sonucu daha sık ve kolay hastalanma.
Duygusal Belirtiler: Ağırlıklı olarak stres ve depresyon belirtilerine benzerlik gösteriyor. İsteksizlik, güvensizlik, alınganlık, kırılganlık, gerginlik, umutsuzluk, tahammülsüzlük, sabırsızlık, kapana kısılmışlık, yalnızlık ve yabancılaşma
Okumuş muydunuz?
Başarıyı, insanlığa hizmetimizin ve insanlıkla ilişkimizin niteliği yerine, otomobilimizin ve maaşımızın büyüklüğüyle ölçmeye eğilimliyiz.
Martin Luther King