Face it, Lick it / Day Without Art, “Politik Bir Tavır Olarak AIDS Aktivizminin Sanata Yansımaları”
Face it, Lick it / Day Without Art, “Politik Bir Tavır Olarak AIDS Aktivizminin Sanata Yansımaları”
Seçkin Tercan
[email protected]
Tarih boyunca salgınlar insanların yaşamını etkilemiş ve toplumsal bağlamda değişimlere sebep olmuştur. 20. yüzyılda da birçok salgınla mücadele edilmiş ve kısmen başarı sağlanmıştır. 1918 yılında yaşanan İspanyol gribi salgını gibi HIV’ in sebep olduğu AIDS de bunlardan sadece birisidir. İspanyol gribinin I. Dünya Savaşı’nın bitmesine neden olan etkenlerden biri olduğu da söylenir. Hastalıklar uygarlık tarihini şekillendirdiği gibi sanat tarihinde de birçok eserde yer almıştır. Yakın bir geçmişe sahip olsa da AIDS’in sanattaki yansımaları ve varlığı diğer salgınların yanında çok katmanlı yoğun bir yapıya sahiptir. Virüsün toplumsal bağlamda bulduğu karşılık daha ilk günden çatışmalı bir süreç yaşanmasına neden olmuş ve AIDS bir nevi devrimci salgın niteliği kazanmıştır.
Bu makalenin de başlığı olan ‘Face it, Lick it / Day Without Art ’ sloganı, 1992 yılında “1 Aralık dünya AIDS farkındalığı günü” için Frank Moore tarafından tasarlanmış bir afişe aittir (Görsel 1). Korku, ilaçlar ve kriz vurgularına sahip bir mateme işaret eden afiş, tam da dönemin duygusal yapılanmasını barındırır. Dikkat çeken vurgusu ise ‘Sanat Olmadan Bir Gün’ şeklindedir. Tersine bir okumayla algılayabileceğimiz bu slogan bizi aktivizmin önemli bir noktasında duran sanatsal eyleme taşır. ‘Day Without Art’ günü olarak anılan 1 Aralık’ta, müzeler ve galeriler AIDS içerikli eserleri sergilerler ve farkındalığı sanatsal bir eylemle pekiştirirler.
AIDS’in sanatta yer bulması kolektif bir mücadelenin önemli bir parçasıdır. İnsanlık tarihindeki diğer sağlık sorunlarının aksine, bireysel bir alan yerine doğrudan bir topluluğa atfedilerek tanımlanmıştır. LGBT bireylerin ve toplumun diğer ötekileştirilmiş olanlarının üzerinden yorumlanan virüs bir nevi nefret kusma aracına dönüşmüştür. Aktivizmin virüsü kabullenmesi ile yapılan eylemler tahmin edildiğinden kısa bir süreye yayılmıştır. Ve bununla birlikte yaşananlar eş zamanlı olarak çoğunlukla sanatın önemli bir parçası haline gelmiştir. AIDS, sanat eserlerinde melankoliye yer bırakmadan doğrudan yüzleşme aurasına sahip bir kimlikle sergilenmiştir. Acı, bedenlerin üzerindeki yaralarda yer ederken, mücadele sürecinde acıdan uzaklaşılmış ve daha çok politik bir yapıyla eylemler sürdürülmüştür.
1982 yılında ‘gay kanseri’ olarak ilan edilen virüs, daha ilk etapta kimlikli bir yapıyla ifade edilmiş ve sadece eşcinsel bireyleri hedef alarak sunulmuştur. Bu noktada hastalığın tanımlanma aşamasındaki ilk ismine baktığımızda durum daha net anlaşılacaktır: GRID (Gay Related Immune Deficiency).(1) Neticesinde yapılan propagandalar ve uygulanan ayrımcılık topyekün bir suçlamaya dönüşmüştür. Ann Meredith’in fotoğrafında görülen ‘AIDS Judgment Has Come’ isimli yol kenarı panosu, dönemin sosyal algısını anlatır niteliktedir (Görsel 2). Hedef göstermeler ve yapılan ayrımcılık bir süre sonra eşcinsellere özel olmaktan çıkıp geniş bir alana yayılmıştır. Damar içi uyuşturucu kullananlarla birlikte, Haitili göçmenler de benzer suçlamalarla yüz yüze gelmiştir. Bunun sonucunda AIDS’le ilgili olarak ‘4-H’ (homosexulas, heroin addicts, haemophiliacs, Haitians) terimi geliştirilmiş ve kullanılan dil ayrımcılığı daha da perçinlemiştir. (2)
Sanat ortamının aktivist bağlamda verdiği tepkiler yaşanan kayıplara tanıklık etmekle çok yakından ilgilidir. Amerika’nın New York ve San Francisco gibi büyük şehirlerinde yaşanan yıkımın sanat eserlerine kısa zamanda yansımasının sebebi de budur. İnsanların üzerindeki korku, dehşet ve bir nevi şaşkınlık ortadan kalktıktan sonra tepkisel eserler de ortaya çıkmaya başlar. Sunulan çoğu eser yaşanan süreçle ilintili olmuştur. Özellikle sanatçının kendi bireysel süreci ya da çevresindeki diğer insanların yüzleşmeleri ve ölümleri de eserlerde yer almıştır. Yaşananlara yakından tanıklık etmiş bir sanatçı da Nan Goldin’dir. Sanatçı, kitabının giriş kısmında AIDS’le yaşadığını belirtir. Esasında kullandığı dil HIV pozitif olmadığı halde, tam bir sahiplenmeyi göstermektedir. Goldin çevresinde o kadar çok dostunu bu virüs sebebiyle kaybetmiştir ki, vurgulamaya çalıştığı şey yaşamının bir parçası olan AIDS’tir. 1992 yılında yapılan bir araştırmada 500 civarında Amerikalı sanatçının eserlerinin merkezinde AIDS’i konu edindiği görülmüştür. (3)
Pop Art’ın önemli isimlerinden biri olan Robert Indiana’nın ünlü ‘LOVE’ eserine gönderme yapan ‘AIDS’ isimli kolektif çalışma yine bir yüzleşmenin vurgusunu taşır. AA Bronson, Felix Partz ve Jorge Zontal isimli sanatçılardan oluşan kolektif grup ‘General Idea’ tasarladıkları afişte o çok tanınmış ‘LOVE’ imgesine yaptığı gönderme ile bir farkındalık oluşturmayı amaçlar (Görsel 3). Amerika’da şehirlerde, sokaklarda, New York metrosunda, sanat galerilerinde ve basında yer alan bu imge birçok bağlamda insanları gayet iyi tanıdıkları sempatik bir görsel üzerinden AIDS gerçekliğine yönlendirir. Esasında grubun hedefi de yaşananlara dikkat çekmekle beraber ‘başını öte yana’ çeviren toplumu bildikleri bu sempatik imge üzerinden uyarmaktır.
Duane Michals’ın ‘The Dream of Flowers’ isimli eseri bir seri fotoğraftan oluşur (Görsel 4). Sanatçının eserlerinde çoğu zaman serilere ve yazının kullanımına tanık oluruz. Melankoli, ölüm, yaşam ve şiir eserlerinde gerçeküstücü bir dille var olur. 1986 yılında yaptığı çalışması hem yaşanan süreci hem de AIDS’e bağlı ölümleri temsil ettiği gibi aynı zamanda döneme dair özel bir tavır içerir. Görülen dört fotoğrafta genç bir erkek yavaş yavaş çiçeklerle kaplanır ve aynı anda her fotoğrafın altında bir harf yazılıdır. Sonunda AIDS kelimesi oluşur ve ölümü / yaşamı temsil eden çiçekler fotoğraftaki genç erkeği kaplamış olur. Bir anlamda natürmort olarak izlenebilecek olan seri kendi içinde ölüm ve yaşama dair örtülü bir anlam dizgisi oluşturur.
Yaşamın bir parçası olarak görebileceğimiz bu virüs, HIV pozitif bireyler için hala zor durumlar içerebiliyor. Günümüzde bile çoğu ülkede AIDS’le mücadele eden birçok sivil toplum kuruluşunun öncelikli başlıklarından bir tanesi ayrımcılıkla verilen savaştır. Bu noktada ‘risk grubuna girme’ tanımlaması dahi ayrımcılığın dolaylı bir yolu olarak görülebilir. Sağlık bakanlığının kan alma yönergeleri (eşcinsel iseniz kan bağışlayamazsınız) buna iyi bir örnektir. Devlet kurumlarında yaşanan skandallar bir yana, HIV pozitif yaşam süren bireylerin sağlık çalışanları tarafından uğradıkları ayrımcılık, verilen mücadelenin ciddi anlamda ayrı bir parçasıdır. Bulunduğumuz coğrafyada henüz LGBT sanat adına yeni sayılabilecek hareketler gözlemlenebiliyorken, AIDS’i konu alan eserler görebilme şansı ne yazık ki henüz pek mümkün değil.
--------------------------------------------------
Dipnotlar:
1- Robert Aldrich, Gay Life and Culture / A World History, Thames & Hudson, 2006, Sf.342
2 - A.g.k
3 - Christopher Reed, Art and Homosexuality / A History of Ideas, Oxford Uni. P. 2011, Sf.208