“faili meçhul” Fazıl Önder ve Hür Söz-3
Fazıl Önder’in ele aldığı konular, bizlere o yılların sosyo-ekonomik, kültürel hatta politik Kıbrıs yaşamı hakkında da bilgi verebilmektedir. Kendine has yazım diliyle ele aldığı; az sonra okuyacağınız yazısında, günümüzde de muzdarip olduğumuz iki konuya değiniyor, 71 yıl öncesinde. Basınımızda ve “artık” sosyal medya haber-yorum yayınlarında yer alan, kişiselleştirilmiş eleştiri ve hakaretler, ayrıca memleketin asayiş sorunu, ezelden beri varlığını sürdürüyormuş meğer...
“07 Ağustos 1949-syf:2,Hür Söz
Pazar Sohbeti-Fazıl Önder
Doğruyu Söylemek Lâzım Gelirse...
Gazetelerimiz maşallah, yapılacak iş kalmamış gibi: yekdiğerlerine seferber bir halde kuru sıkı savuruyorlar!..
Halk hayret içinde: “Gene ne var. Ne oluyor?” demeğe vakit bulmadan: mahzenlerdeki mermilerin birden bire patladığına şahit oluyor!.. Ve böylece birbirlerimizin en mahrem kusurlarını, halka teşhir etmiş oluyoruz. Neticede ise, halkın itimatsızlığını ve nefretini kazanmaktan öteye geçemiyoruz; ve bu gibi yersiz neşriyata devam ettikçe de geçemiyeceğiz!..
Arkadaşlar: haklı haksız aramadan, mazi ve hallerimize bakmadan, halk huzurunda kendi kendimizi çekiştirmekten vazgeçelim artık! Bu son hatamız olsun ve kendimizi cemaatımızın menfaatlarına verelim.
Doğru söyliyeni dokuz köyden kovarlar...
Eyvah: Dokuz köyden kovulmak, şimdi de bana düştü!
AH HUZUR!...
İster radyo dinle, ister gazete oku... İster Asya’ya, ister Avrupa’ya git! Duyup, göreceğin: İşsizlik, açlık, hırsızlık ve cinayettir...
Uzun zamandan beri bizde de işsizlik, alıp yürümüştür. İflâs düdüğü çalan tüccarlar, dükkân dışı esnaflar: bakire ihtiyarlar mı dersin? Neler ve neler...
Sonra maazallah; son zamanlarda adamızda hırsızlık ve yankesicilik te çoğalmıya başlamıştır. Gazetelerdeki günlük polis ve mahkeme haberleri insana parmak ısırtıyor adeta!
Bütün bu nahoş olaylar ve feci akıbetler karşısında insanın 20’nci asır gibi bir medeniyet! Ve saadet! devrinde bulunup, bulunmadığı hususunda endişeye düşmemesi kabil olmuyor!
Ama acaba hep bunlar yalnız “Cennet!” adamıza mı şamildir? Pek tabiî hayır... Şu halde gelin dünya ile beraber, avazımız çıktığı kadar bağıralım: Ah Huzur!...”
Türkiye’ye, Anadolu insanına olan bağ ve tutkusunu dile getirdiği bir yazısı var şimdi de. Fazıl Önder, bir “komünist” suçlamasıyla hunharca öldürülüp, ilk “faili meçhul” gazeteci olarak tarihimize geçerken, onu “komünist” ya da “vatan haini” şeklinde değerlendirmeye çalışan bağnaz ve faşist akıllar, bu yazıyıı okumuş olsalardı nasıl düşünürlerdi acaba. Fazıl Önder, ada’ya gelen Hamidiye zırhlısının, bayrak sevgisinin, öğretmenlerin ziyaretlerini, Türk filimlerinin sıklıkla sinemalarda oynamasını, konserleri... kısacası; Anadolu’dan gelen bu “katkıların” kendinde yarattığı ruh halini satırlara dökmüş...
“14 Ağustos 1949-syf:1,Hür Söz
Pazar Sohbeti-Fazıl Önder
Ümidimiz, Sevincimizin Fevkindedir.
Türklüğün kutsal ülkesi ve öz yurdu olan Türkiye’nin bağrından kopan Kıbrıs’ın biz talihsiz evlâtları, bu ada’da; 1878’den 1938’e kadar kaderimize boyun eğerek; mâsum ve mazlûmlar gibi, binbir mahrumiyet ve işkence içinde yaşamakta idik... Fakat: “Her gecenin bir gündüzü” vardı nihayet! Nasıl ki, iki âsil devletin, yani; Türk-İngiliz dostluğu ile Yeşiladamızın çevresinde bir güneş doğmuş; ve sonsuz gündüz devresi başlamıştır.
Bu dostluğun semeresi ve dolayısıyle bu gündüzün sevinci o kadar bol ve inşirah vericidir ki, “1931 vak’asından sonra” bayrağına da hasret kalan bir “bağrı yanık”, bunları yazarken bile mutluluk duymaktan kendini alamaz... alamaz: Çünkü mazinin boğucu karanlığı, muhitinden uzaklaşmakta ve onun yerini, istikbalin engin aydınlığı almakta ve her gün biraz daha kaplamaktadır. Alamaz: Çünkü yanık bağrının ateşi, gün be gün dinmektedir.
Zira: “Hamidiye” zırhlımızın Mağusa’ya gelişi... Eden-Saracoğlu büyüklerimizin Lefkoşa’ya teşrifleri... “Hamit Naci” okul gemimizin limanlarımızı, genç mürettebatının da adamızı ziyaretleri... Ana yurdumuzun öğretmen kafilesinin coşkun gezileri... Suphi Göker uçak filosunun R.A.F.’e konuklanması... Uzun zamandan beri devam eden yolcu vapurlarımızın sıklaşan seyrüseferleri... Sonsuz bir zevkle normal bir şekilde seyretmekte olduğumuz Türk filimleri... Kıymetli san’atkârlarımızın fasılasız temsil ve konserleri... Ve nihayet, öğretmenlerimizin Türkiye gezileri... kendisine ayni zamanda acısını da unutturmaktadırlar.
Kimbilir daha nelere kavuşacağız ve ne mutlu günler yaşıyacağız... İşte bütün bunlara istinaden diyebilirim ki; Ümidimiz, sevincimizin fevkindedir.”