FARKINDALIK
Birilerinden gıcık kapmak diye bir durum vardır ya. Bende bu duyguya adaletsiz davranıyor olabileceğime dair bir suçluluk hali de eşlik eder. Birini sevmiyor oluşumun ağırlığı kendime dair bir sorgulamayla çöker hep içime. Bir insana karşı bunu hissediyor olmamız hoş olmasa da çok çeşitli nedenleri vardır sonuçta. Bir süreçte oluşmuştur bu olumsuz duygu. Öncelikle o insanın bize dair algısına ilişkin bir bilgi ya da varsayım söz konusu olabilir. Bakışlarda, beden dilinde, bazı sözler ve davranışlarında gördüğümüz işaretler içimizde bir olumsuzluğa tercüme edilmiştir. Çok mantıklı bir açıklama bulamayız kimi zaman ama bizi huzursuz eden o insanla aynı mekânlarda bulunmaktan kaçınmak isteriz. Belki de bütün mesele o kişinin de bizi sevmiyor oluşuna dair algımız, ilişkiye dair her türlü verinin bir olumsuzluğa işaret etmesidir.
İki insan arasındaki ihtilaf çözülebilir, çözülemeyecek olan ruha sirayet etmiş olan bu sevgisizlik hali, bünyenin iletişimi reddedişi, o insanın fiziksel ve ruhsal anlamda bize yapabileceklerine dair korku ve tedirginliktir. Birini gördüğümüz anda ondan kaçmak istiyorsak, onunla aynı mekanlarda bulunmak bizde bir gerilim oluşturuyorsa tarihsel bir hikâye vardır büyük olasılıkla bunun ardında. O insana dair hatıralarımızın oluşturduğu kalp kırıklıkları karmaşık bazı psikolojik süreçleri tetiklemiş; öfke, düş kırıklığı, inkâr karşısındaki isyan gibi deneyimler bir gözbağı oluşturmuştur.
Belki konuşsak, bu olumsuz duyguyu oluşturan etmenleri analiz etsek bir miktar değişecektir bu durum ama birbirini inkâr edip uzaklaşmak daha kolay gelir.
İki kişi arsındaki bu durum bütün diğer etnik, ulusal, dinsel çatışmalar için de geçerli. Karmaşık psikososyal süreçler söz konusu birbirini düşman ilan etmiş topluluklar arasında. Bazen anlamakta güçlük çektiğimiz şeyler bunlar. Kuşaktan kuşağa aktarılmış bir olumsuzluk bilgisi söz konusu. Bazı simgeler, kimlik sembollerine dair reddediş, spontane olarak oluşan bir negatif duygu sözünü ettiğim. Farklı dilden, farklı kültürden, inançtan vb. olana karşı duyulan yabancılık ve çekincenin korkuya ve korkunun da nefrete dönüşmesi…
Etnik çatışmaların psikolojik dinamiklerini anlamak için iki kişi arasındaki ilişkiyi temel alabiliriz aslında. Kıskançlık örneğin. Birinin sahip oldukları ama bizde olmayanla çok ilintili bu. Uluslar arasında da var bu kıskançlık. Hasbelkader içine doğduğun ulusun adı bir kimlik olarak veriliyor sana ve diğer uluslarla bir yarışma içinde olduğumuza dair bir öğretiye tabi oluyoruz. Bir uluslar hiyerarşisi içinde bu “hayali cemaat”imizle birlikte yerimizi alıyoruz. Tarih anlatıları bize ötekilerden ne denli üstün olduğumuzu ve yaşanan tarihsel haksızlıkları anlatıyor. O kötü uluslar, o hainler olmasa çok daha iyi bir hayatımız olabileceğine işaret ediliyor.
Çocuklukta evimizin bir prensi, prensesi olduğumuz ima edilmişse bize, başka evlerdeki prens ve prenseslerle karşılaştığımızda kendimize dair imgemizi sorgulamaya başlıyoruz. Bunu çok net hatırlıyorum örneğin. Başka küçük kızları kendimle kıyaslayışımı, başka evler, başka ilişkilere dair içime çöken burukluğu. “Eşikte bir kız çocuğu ağlıyor/ olmadığı prenses için” dizelerim biraz da bununla ilgili. Küçük kızlarla ilgili anti-prenses projesini alkışlıyorum bu yüzden.
Başkalarına karşı negatif duygularımızın yaydığı toksin en çok da kendi bünyemizi etkiliyor. Bundan herkesi sevelim naifliği anlaşılmasın. Öfke ve nefret olumsuz duygular değildir her zaman. Olumsuzu saptayıp ona karşı mücadele etmenin bir tercümesi de iyiliktir çünkü.
Esas mesele farkındalık sahibi olmaktır. Bize takılan ya da kendimizin taktığı gözbağlarından kurtulmaktır önemli olan. Bir durumun, bir duygunun neden ve “niçin”i kafamızı kurcalamalı hep. Bazen bir tesadüfler silsilesidir bir insanla olumsuz bir ilişki içinde olmamızı getiren. Aynı insanla birbirimize güveniyor ve birbirimizi seviyor oluşumuzun da çok mümkün olabileceğini düşünmüşümdür hep. Kimi kez ait olduğumuz toplulukların genel tutumu yüzünden düşman saflarda buluruz bazı insanlarla kendimizi.
Çocukluğumda kalbimde yer açmama rağmen bana aynı karşılığı vermeyen kişilere karşı bir hınç oluşurdu içimde. Sevmediğim için değil çok sevdiğim ve gururum kırıldığı için gıcık kapmaya başlardım. Bize yönelen nefretlerin sebebi her zaman sevgisizlik değildir belki.
İnsan olmak öyle zor ki. Başkalarıyla paylaştığımız bu dünyada birbirimizin cehennemleri olmaya devam ediyoruz. Gözümüzü açtığımız her sabahta hatıraların ağırlığı ve geleceğin kaygısı duruyor sırtımızda. Oysa yaşanan andan başka umut yok elimizde. Bir farkındalık içinde ona sahip çıkmaktan başka çaremiz de yok.