Farklı Bakabilmek
Yaşamımızı mutlu ya da mutsuz kılan en önemli etkenlerden biri; sanırım olaylara karşı bakışımızın yönünü belirlememizden geçer.
Negatif veya pozitif bir yaşamın yönlendiricisi olduğumuzun bilincine varmak yerine, daima olumsuzlukları karşımızdakilerde arar, mutsuzlukları da yine başkalarına, bizim dışımızda gerçekleşen olaylara bağlarız.
Elbette yaşamımızda “gerçekler” vardır. Ve bu gerçekleri yok saymak, her şey çok güzelmiş gibi davranmak... yani poliyannacılık oynamaktan bahsetmiyorum. Böylesi bir davranışın “kendimizi kandırmak” olduğunu herkes söyleyebilir.
Peki o zaman; yaşamımızda gelişen olayların sadece olumsuzluklarını görmek ve olumlu şeyleri “nasıl olsa kazanılmıştır” diye bir kenara itmek de kendimizi kandırmak değil midir?
Hayat da bir satranç gibidir. Ama bu satrançta önemli olan yenmek ya da yenilmek değil; her taşın anlamını ve değerini bilerek ona o şekilde, hak ettiğince davranmaktır.
Bizler yaşamımız boyunca hak eden şeylere hakkını vererek davrandık mı acaba? Yoksa her zaman daha fazlasını ve daha ulaşılmazını mı seçtik?
Elbette insan daha ileriye daha mutlu ve daha güzele ulaşmak için kendisinden, bulunduğu düzen ve ortamdan daha iyisini örnek alarak çalışmalıdır. Bu gelişmenin kendisidir: Araştırmak ve gelişmek...
Fakat diğer yandan pek yapmadığımız ve bizleri sürekli ulaşılmazlıklara ve özlemlerin yarattığı mutsuzluklara iten, huzuru elimizden alan “hedefleri” bir kenara bırakıp, neler kazandığımızı ve nelere sahip olduğumuz şeyleri pek düşünmüyoruz. Bunları düşünüp de mutlu olmak yerine, daima olmayanları düşünüp mutsuz oluyoruz.
Olayların iki penceresi var. Sadece olayların değil; insanların da iki penceresi var.
Fakat nedense acı çekmeyi bir “huy” haline getiren toplumlarda insanların baktıkları pencere olumsuz pencere oluyor.
Halbuki her hareketin nasıl ki bir nedeni var, her olumsuzluğun da bir nedeni vardır diyerek düşünmek ve olumsuzlukları olumlu hale getirmek gerekir.
Bu elbette kolay değil şu yaşadığımız toplum bilinci içerisinde. Daima birilerini ezme, küçük düşürme, elimine etme ve güvensizlikten dolayı herkese karşı gücensizlik duymayı seçen bir insanın yapması gereken; elindeki kazanımları mutluluğa çevirmektir.
Tıpkı Dalai Lama’nın dediği gibi: “İstediğimizi elde etmek yerine, elimizde olanı isteme ve onun değerini bilme yöntemini geliştirmeliyiz.”
Evimizde bir çoğumuzun en az bir arabası var. Ve yine bir çoğumuzun evine iki maaş giriyor ve bir şekilde başımızı sokacak bir yerimiz var.
Bunlar elimizde olanlar ama kaçımız bunun değerini bilip mutlu olmayı becerebiliyoruz?
Bırakın iki arabası olanı, bir arabası bile olmayan, tek bir maaşla evini geçindirmeye çalışan, kiradan iflağı kesilen, ağlayan o kadar insan var ki aynı havayı solduğumuz bu memlekette; işte bunları düşünüp de elimizde onların değerini çok iyi anlamalıyız. Çünkü buna sahip olmayanlar da var.
Mutluluğu başka yerde ve başka şeylerde aramak; bizleri elimizdeki mutluluklardan sadece daha da uzaklaştırmaktır.
Bunun farkına vardığımız an, herşeye rağmen, yüzümüze o mutluluğu ve pozitif güzelliği takınacağımıza inanıyorum.
(Siyah/Beyaz/Gri/Yazılar kitabımdan)