“Faşizm ve teşkilat…” 2
BİR ÖYKÜ: ZİR KAMPI’NDAN HATIRALAR…
DR. DERVİŞ ÖZER
Ama askeri elbiseler kirli ve eski, bakalım Birinci Dünya Savaşından mıydı Kurtuluş Savaş’ından mıydı belli değil. Bazıları o kadar eski ki dokunduğun yer elinde kalır. Ayakkabıların ucu aç köpek ağzı gibi açılmış. Bağcığı yok, değiştire değiştire bir numara büyük bağsız bir ayakkabı buldum, yatak çarşafının kenarından çaktırmadan bir parça şerit şeklinde kestim ve bağ yaptım. Aylardan ya haziran ya temmuz, bize verilen askeri elbiseler kışlık ve bir de sıçan sidiği kokar. İlk gün ölecektik kokudan. Neyse, ertesi gece yıkadık sabunla da, sıçan sidiğinin kokusu biraz geçti. Komutanlar geldi, baktık onlar da kışlık giyer ama sesleri çıkmaz. Kendi kendime dedim ki bu iş teşkilat işi, her türlü şartlarda savaşmak için hazırlıyorlar kendilerini ve bizi. Yani anlayacağın ben zannettim ki bunu kasti yapıyorlar. Çünkü biz Kıbrıs’tayken hep zannederdik ki Türkiye zengin, Türk askeri muazzam, çakı gibi, dürüst, astığı astık, kestiği kestik. Bize öyle öğretmişlerdi. Bir de fotoğraflardan öyle görürdük Anıtkabir’i bekleyen askerler vardı ya bayrağın yanında, cillop gibi giyinmiş, silahları parıl parıl, ciddi, işte biz; ya da ben öyle zannederdim Türk askerini. Komutanlar geldi ama biraz hayal kırıklığı oldu bende, yani Amerikan filmlerindeki gibi bir teşkilat beklerken, Türk askerini iki metre boyunda beklerken, benden kısa benden küçük adamlar, yaz günü kışlık, yamalı urbalarla bize askerlik öğretmeye geldiler.
Başladık derslere. Teşkilat dersleri; düşman nasıl tanınır, nasıl öldürülür, ses çıkarmadan düşmanı nasıl öldürürsün, silah nasıl temizlenir, nasıl silah yapılır. Propaganda. Halkla nasıl ilişki kurulur. Bomba nasıl yapılır. Sorgulama nasıl yapılır. Emirlere kesin uyma. Molotof kokteyl nasıl yapılır.
Sonra silahlı eğitime geçtik, gündüzleri silahlı eğitim, selam alma, selam verme, koşma, yürüme, sağa sola dönme, aralarda bilgi eğitimi, silah temizleme, silah tamir etme, bozma kurma. Durmaksızın eğitim yapıyoruz, durmaksızın eğitiliyoruz. Gece nöbetlerine çıkıyoruz. Eldeki bulunan maddelerden patlayıcılar yapıyoruz. Sabunla benzini karıştırıp fünye yerleştirip patlatıyoruz. 30 gün böyle geçti, izin yoktu. Devamlı eğitim vardı. O kışlık askeri elbiselerin içinde sırtımızda yağır çıkmıştı. Ama bir tek unutmadığım yemeklerdi, kuru fasulye de olsa, nohut da olsa doyana kadar yerdik. Her ne kadar ekmekler bayat da olsa, kuru fasulyenin, nohudun suyuna batırınca çok güzel oluyordu ve doyana kadar defalarca alabilirdik. Ha bu kadar eğitimin üzerine kavgalar etmez miydik ederdik ama geçip giderdi.
Bir gün Ankara’ya indik. Gece götürdüler, bıraktılar Ankara’ya. Elimizde bir mektup ve bir adres verdiler. O adrese gideceğiz ve oradan saklanmış olan bir yerden başka bir mektubu alıp, kendi mektubumuzu oraya bırakacağız ve sabaha kampa döneceğiz. Ankara’yı tek gördüğümüz bu oldu. Benim işim kolaydı. Adres Ankara Garıydı ve peşimde olduğu söylenilen adamları atlatmıştım. O da var mıydı yok muydu belli değil ya, bize öyle dediler. Ben de, her adamı beni takip ediyor zannediyordum. Dolana dolana gara vardım, orada mektubu aldım ve kendi mektubumu bıraktım. Biraz daha dolanıp yolun kenarında bekledim. Gece askeri kamyon geldi, biraz yavaşladı, bir iki ışık yakıp söndürdü. Bu da parolaydı. Kamyonun arkasından biraz koştum ve beni kamyona çektiler. Arkadan diğer arkadaşları içeri çektik. Biraz gittik, Lefkeli yok. Kamyon bir daha döndü, Lefkeli’yi gördük, yavaşladık Lefkeli bir şey taşıyor, koşamıyor kamyon duracak kadar yavaşladı, Lefkeli önce bir taşı kamyona attı, sonra kendisi bindi ama nefes nefese. Sonradan anladık ki Lefkeli’ye zoru çıkmış elindeki mektubu mezarlığa götürüp bırakacakmış. Bir mezar adı verilmiş ve mezar taşının altına mektup bırakılıp, alacakmış. Gitmiş mezarı bulmuş ama altında mektup yok. Tabii yanlış mezara gitmediğini, mezarın doğru olduğunu kanıtlamak için mezar taşını sökmüş sırtlamış getirmiş. Ertesi günün gecesi Lefkeli’ye bir görev daha verildi, söktüğü mezarı yerine götürme.
DEVAM EDECEK