Favori Erdoğan, sürpriz Kılıçdaroğlu!
Bazı saptamalar yapmak lazım...
Mesela, mevcut oy oranları, ikinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasına çok yakın...
Bet – bahis dilinde konuşacaksak, favori Erdoğan – sürpriz Bay Kemal!
-*-*-
Ya da şöyle anlatalım; şampiyonluğa üç maç kaldı ve Erdoğan 9 puan önde...
Bir beraberlik, Erdoğan’ı şampiyon yapmaya yetecek...
Bey Kemal’in kazanması için Erdoğan’ın kalan üç maçını kaybetmesi, Bay Kemal’in de kalan üç maçını kazanması gerekiyor gibi bir şey!
-*-*-
Matematiksel anlamda her şey mümkün!
Olağanüstü bir değişim – sürpriz elbette olabilir...
-*-*-
Bu seçimlerin iki kesin sonucu var:
Birincisi, halk kesinlikle muhafazakardır, Sunni yapıda dincidir, Alevi bir lidere oy verecek durumda değildir, Kemal Kılıçdaroğlu’nu belki sempatik bulmaktadır ama yeterli bulmamaktadır...
İkincisi ise Erdoğan kazanmıştır ama çok da rahat değildir...
Çünkü sokaktaki her 100 seçmenden en az 52’si tarafından desteklenmemektedir...
-*-*-
Erdoğan’ın bir beş yıl daha sarayda kalması halinde Türkiye karanlığa gömülür mü?
Yani laiklik, demokrasi, adalet, insan hakları çok daha ciddi tehlikeye girer mi?
-*-*-
Bu konuda Batı Dünyası dediklerimize de aslında büyük görevler düşüyor...
Eğer Erdoğan’ı bahane gösterip Türkiye ile ipleri koparmayı göze alırlarsa, evet Türkiye’nin gözle görülen istikameti Afganistan’dır!
-*-*-
Çünkü Türkiye’de hala, “milliyetçilik”, bir erdem olarak satılabilmektedir ve “sol” dediğimiz cılız grupların “erdem kabul edilen milliyetçiliğe alternatif sunabilme pozisyonları olmadığı açıktır...”
-*-*-
Çok basit iki örnek vererek bunu açıklayacak olursak; sandıktan en büyük iki parti olarak çıkan AKP ve CHP arasında Kürt sorununa ve Kıbrıs konusuna bakışlar; çok farklı değildir...
Mahalle baskısı öyle bir noktadadır ki, merkeze yakın sol – yani CHP’de toplananlardan en dipteki sağ partiye kadar herkes, “Aman HDP ile Yeşil sol Parti ile yan yana oturmadık, onları sevmiyoruz” demeyi, yarışın parçası olarak görmektedir...
Her iki partinin Kıbrıs’a bakışında nüans farkları dışında büyük bir fark yoktur... Her ikisi de en azından Kıbrıs’ın Kuzey kesimini “babasının malı” gibi görmektedir...
-*-*-
Hal böyle iken, Yeşil Sol Parti veya HDP de “solcu” kimliğini “Kürt ulusalcılığı” noktasına kadar taşımaya zorlanmaktadır.
Ve Kıbrıs’ta da beş, bilemediniz on kişi her iki partiye muhalif çıkışlar yapabilmektedir ki bu da ayrı bir yazı konusu... KKTC’de sol, Türkiye’deki sol kadar cılız değil belki ama organize de değil!
Neyse!
-*-*-
Efendim, “Batı, Erdoğan ile kavga etmemeli” dedik...
“Ederse, Türkiye’yi radikal İslamcılığın içine daha fazla iterler” diye yazdık...
Bir orta yol bulunmalı...
Ve bu arada Erdoğan da; Batı ile ya da Amerika ve Avrupa ile ilişkilerini daha da bozabilecek sert çıkışlar yapmaktan kaçınmalı...
Kaçınmazsa ne olur?
İlişkiler kopar ve bundan daha fazla kaybeden Türkiye olur!
-*-*-
Erdoğan’ın önceki seçimlere göre azalan desteği, çok radikal, çok sert veya çok şahin çıkışlar yapmasına belki engel olur umudu taşımaktayım...
Ama bu umudumun çok yüksek olduğunu da söyleyemem...
-*-*-
Son olarak belirteyim; önemli bir sürpriz gelişme olmaz ve Kılıçdaroğlu kaybederse, CHP’de yeni bir lider, yeni bir dönem başlayacağı da kesindir...
-*-*-
Peki KKTC?
KKTC’de Türkiye ile mevcut ilişkiler, mevcut şekliyle devam ederse...
Bu cümle bitmez...
Ama oturulup konuşulması lazım!
Federal çözümden yana olanlar da egemen eşit devleti savunanlar da mevcut ilişkileri çok iyi değerlendirmek zorundadır!
Çok kullanılan bir ifadeyle meseleyi açıklayayım, mevcut ilişkiler “sürdürülebilir” değildir!
Tuz dahi kokmuştur!
Şimdilik bu kadar!
Hükümetimizin başarısı!
Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Turgay Deniz diyor ki, “ülkede muazzam bir mali kriz var... Devletin ekonomisi battı...”
Çok doğru saptamalar, katılmamak için Jüpiter’de yaşıyor olmak lazım!
Herkes, muazzam mali krizi ve batışı çıplak gözle görüyor, bomboş cüzdanla yaşıyor ve borç ödeyemez bir şekilde çaresiz bekliyor!
-*-*-
Bakın size çok basit bir örnek vereyim...
Afrikalı bir kişi, Hamitköy’de bir başka kişiyle kavga etti...
Ve Afrikalı bu kişi, başka kişiyi feci şekilde dövdü...
Polis geldi, Afrikalı kardeşi tutukladı...
Mahkemeye çıkardı.
Mahkeme, bir miktar hapis cezası verdi ve bu ceza tamamlandıktan sonra “sınırdışı edilmesine” hükmetti!
-*-*-
Yani, suç işleyen kişi, KKTC vatandaşı da olmaması hasebiyle cezasını çektikten sonra ülkesine “deport” edilecek!
Ama edilemiyor!
Neden?
Çünkü KKTC Devleti’nin bu kişiyi veya buna benzer durumlardaki “suçluları” deport edecek parası yok!
-*-*-
KKTC’de hükümetler ne yapıyor biliyor musunuz?
Devlet maaşlarını ödemeyi, öğrenci burslarını yatırmayı, arada bir hayvancıya süt parası, çiftçiye kuraklık tazminatı ödemeyi “büyük başarı” sayıyor!
-*-*-
Ve çözüm için kılını kıpırdatan yok!
“Çözüm” derken, elbette hem mali çöküşle alakalı çözümlerden, hem de asıl sorun olan Kıbrıs meselesinden söz ediyorum!
Hiç bir çaba yok!
“Anavatan dediklerinin kucağında yatıp, uslu çocuklar olup, çok sıklıkla şımarıklık yapıp” idare etmekten başka bir şey yok!
-*-*-
Ve bu, onlara göre “büyük başarı!”...
Ah ki ne ah!
Anavatanları da memnun ki o da ayrı bir mesele!
Prof. Dr. Üstün Dökmen’e göre “İnsanlar, kendilerini belirli gruplara ait hissederler, bu grupların üyeleriyle aralarında birtakım ortaklıklar bulunduğunu düşünürler ve her zaman, her konuda olmasa bile bu gruplar içinde genelde uzlaşırlar.” Ve yine Dökmen hocaya göre “... Bir de bazılarını ötekileştirme vardır; adı açıkça konmasa bile bazıları ‘öteki’ olarak algılanır; ötekinin farklı olduğuna, yanlış düşündüğüne, yanlış davrandığına, bu yüzden de onunla uzlaşılamayacağına inanılır. Yaygın bir tavırla, ait olduğumuz grubu yüceltir, ötekini/ötekileri alçaltarak, kendimizi, kendi gözümüzde değerli kılarız. Ardından da bizi değerli görmeyenlere kızmaya başlarız.”... Ben de diyorum ki “ötekileştirme, açık faşizmdir, yapmayın... Herkesin bir oyu vardır... Herkesin aklı, fikri, boyu, kilosu, rengi, keyfi; sizinkisi gibi olmayabilir...