Federal çözümün omurgası
25 Kasım’da Berlin’de gerçekleşen toplantı öncesi dönem, çözüm modeli ile ilgili ortak vizyonun olup olmadığı yönünde yoğun tartışmalarla geçti. Crans Montana sonrası o kabus döneminde, bir yandan BM parametreleri ile çözüm olamayacağı ; Konfederasyon önerildiği ; AB çatısı altında iki ayrı devletin olabileceği ; Kosova modeli üzerinde durulduğu ; siyasi eşitlik değil egemen eşitlik konuşmalıyız yanında ademi merkeziyetçi federasyon; dönüşümlü Başbakanlık modeli; etkin katılımın sorgulanması gibi noktalar üzerinden iki tarafın karşılıklı tartışması ile geçti. Aslında tartışma da yoktu, her iki taraf birbirlerini gözeterek kendi iç kamuoyunu yönlendirmeye çalışarak beklentilerini olabildiğince yükseltmeye ve gerçeklerden uzaklaşmaya çalıştı. Tarafların biri Kıbrıs Türk sağı, diğeri ise Kıbrıs Rum sağı idi dikkatinizi çekmişse…
Başta Kilise olmak üzere çeşitli “derin ve egemen” Kıbrıs Rum unsurlarının, “bize bir miktar daha toprak verin, karşılığında kuzeyde isteğiniz gibi yaşayın, ancak asla bizden devlete ortak olmayı talep etmeyin. Bunu resmi masada gündeme taşıyın ki karşılığında biz de adım atabilelim” gibi düşünceleri, Kıbrıs Türk siyasetinde zemin bularak, “işbirliği” modelleri üzerinden pozisyon elde etme arayışlarına girildi. Bunu temel veri kabul edenler, çözüm bu durumda zaten olmayacak, çözüm masasındaki Lider farklı çözüm modelleri de önerebilmeli gibi savrulmalar içerisine girdi.
Ortak bir devlet olmasın, yeni bir devlette temsiliyet de olmasın, onlar güneyde biz kuzeyde aynı şartlarda (statükonun devamı ile) yaşamaya devam edilsin, kimse kimseyi rahatsız etmesin, bir miktar toprak daha güneye verilirse işler daha da iyi olabilir diye diye zaman harcandı.
Son günlerde kimlerin, durup dururken “bir miktar daha toprak verilebilir” diye görüş ortaya koyduğuna bakılabilir adres istenirse.
“Derin ve egemen” Kıbrıs Rum çevrelerinin oyun alanına girenler, Kıbrıs sorununun Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığının temeli olduğunu ve bunun için siyasi ve hukuki statünün olmazsa olmaz olduğunu görmezden gelerek Crans Montana sonrasında kaotik ortamın oluşmasında baş rol oynadılar.
Elbette, buna fırsat verenler arasına Kıbrıs sorununu yöneten Liderliğin duygusal savrulmalarını ekleyebiliriz. Zaman kaybı pahalıya mal oldu. Çünkü yönetilmesi gereken ve uluslararası alanda sahip olunan moral üstünlüğü, “pozisyon değiştirmeden” ileri götürmesi gerekenler ya o imkanı bulamadılar, engellendiler ya da belirttiğim gibi duygusallığın dip noktalarında gerekli hamleyi yapamadılar.
25 Kasımı bu bağlamda okuyorum.
Ortak vizyon yok, siyasi eşitliğimizi kabul etmiyorlar, iki ayrı devlet de konuşalım diye federasyonu ötekileştirenler, Berlin’den çıkan sonuçtan sonra söyleyecek hiçbir şey bulamadılar.
2005 yılında seçimleri kazanan ve ardından iki buçuk yıl, kendisi ile kahve bile içmekten imtina eden Papadopulos ile mücadele etmek için, dünyanın dört bir yanında yaptığı yoğun diplomasi ile Sayın Talat’ın stratejisine bir bakmak lazım. Çözüm güçlerinin birbirlerinin deneyimlerine o kadar ihtiyacı var ki…
Sonuçta her bir günün değerine olan ihtiyacın bilinciyle, Berlin görüşme sonuçlarının, öncesindeki kuru gürültüyü, tantanayı yok etmesi bakımından ortaya çıkan değeri gözardı etmek mümkün değil.
Bugün artık kimse federasyonu sorgulama gücüne sahip değil. Büyük bir dayanak yaratılmıştır ve bu değerlidir.
Yeterli olmadığı bir gerçek ancak biz zaten üçlü toplantıdan beşlinin çıkmayacağını biliyorduk, aslında bunu konu ile ilgili herkes biliyordu.
Ancak sonuç bildirgesinin, federasyon ve siyasi eşitlikten yana bu denli güçlü çıkacağını sanırım bilmeyenler vardı.
Ortak vizyon budur ve referans şartlarının omurgası oluşmuştur. Nokta.
Federasyon mücadelesini, Kıbrıslı Türklerin çok haklı çözüm yolunun temel ve değişmez taşı olarak görenlerin, süreci ve sonuçlarını çok yönlü okumasında fayda vardır, diye düşünmekteyim.