Federasyon, İki Devletlilik, Kıbrıs Cumhuriyeti, İlhak
...birleşme olmadığı müddetçe, ne Kıbrıslı Türkler ne de Kıbrıslı Elenler bu adanın sahibi olabilecektir. Zaten mevcut durumda dahi, hapsoldukları “ada yarısının” sahibi de değildirler.
Celal Özkızan
Giriş
Kıbrıs’ın kuzeyinde federasyon karşıtı cephe ne yazık ki gün geçtikçe büyüyor. Gerek Ersin Tatar destekçilerinin gerekse de AKP’li yetkililerin, “iki devletlilik” hikayesinin ardına saklanarak Kıbrıslı Türklerin federasyon iradesini itibarsızlaştırmaya çalıştığı bir dönemin içinden geçerken, bu sefer de Afrika gazetesi, federasyon karşıtı olduğunu manşetten tam sayfa ilan etti. Gazetenin "Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti" manşetiyle duyurduğu metinde, federasyon yanlıları Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tamah etmeyip “daha fazlasını” istemekle eleştiriliyor. Dahası, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden "başka çözüm arayanlar boşuna arıyor" ifadesine yer veriliyor.
Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik, irade, dünyada bir statü sahibi olma, birleşik bir Kıbrıs ve çözüm arzularının ifadesi olan federasyon çizgisinin "iki devlet" hikayesi tarafından ciddi bir biçimde saldırı altında olduğu böylesi bir dönemde, Afrika gazetesinin de federasyon çizgisini değersizleştirmeye çalışması, federasyon fikrine bugün her zamankinden daha çok sahip çıkmamız gerektiği anlamına gelmekte.
Düşman Kardeşler
Federasyon talebi, Mustafa Akıncı'nın da dile getirdiği "Ne Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yama ne de Türkiye’ye ilhak" anlayışının talebidir. Bu talebi, Kıbrıslı Türkleri Türkiye'nin boyunduruğu altına sokmaya çalışan iki devletçilerden de; Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitlik hakkını ve mücadelesini yok sayarak Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yama ve azınlık yapma niyetinde olan "tek çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti" düşüncesinde olanlardan da korumamız gerekir. 24 Nisan’da İnönü Meydanı’nı dolduran federasyon iradesi, karşısında, hem o iradeyi yok sayan iki devletçileri, hem de o iradeye sahip çıkarmış gibi görünen ama aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olma fikrini normalleştirmeye çalışan Kıbrıs Cumhuriyeti savunucularını bulacaktır.
İki devletçilere sorarsanız, iki devlet demek “Kıbrıslı Türklerin egemenliğinin güvence altına alınması” demektir. Ancak, iki devletlilik, en iyi ihtimalle Kıbrıslı Türkleri bugünkünden bile ağır bir biçimde Türkiye’nin boyunduruğu altına sokmak, en kötü ihtimalle de ilhâk demektir.
Kıbrıs Cumhuriyeti yanlılarına sorarsanız, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geri dönüş demek, Kıbrıslı Türklerin haklarının güvence altına alınması ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ortak olmak demektir. Oysaki, yeni kurulacak olan ortak federal bir devlet içinde bile egemenliği Kıbrıslı Türklerle paylaşmak ve Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini tanımak konusunda henüz -ve ne yazık ki- ciddi bir ilerleme kaydedememiş Kıbrıslı Elen toplumunun, yaklaşık 60 yıldır tamamen kendi kontrollerinde olan bir devlete bırakın Kıbrıslı Türkleri ortak etmeyi, Kıbrıslı Türklere minimum düzeydeki azınlık haklarını tanıyacakları bile şüphelidir.
Aslında iki devletçilerin ve Kıbrıs Cumhuriyetçilerin duruşlarındaki sorunları fikirsel bir çerçevede çürütmeye gerek bile yok, çünkü hayatın ve her türden deneyimin kendisi, her dönemeçte, iki devletçilere ve Kıbrıs Cumhuriyeti yanlılarına kendi pozisyonlarının ne kadar temelsiz olduğunu gösterip durdu. İki devletçiler, “egemenlik” dedikçe Kıbrıslı Türklerin egemenliğinin altını daha da oyacak ilişkiler içinde buldular kendilerini – bazen gönüllü olarak, bile isteye; bazen çaresizce, istemeye istemeye…
Yine aynı şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti yanlıları, ne zaman Kıbrıs Cumhuriyeti ile sıradan bir vatandaş gibi değil de “Kıbrıslı Türklerin hakları ve ortaklığı” temelinde somut bir ilişki kurmaya çalışsalar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir ortaklık devleti değil bir Kıbrıslı Elen devleti olduğu gerçeği yüzlerine çarpmakta. Bunu zaten Kıbrıs Cumhuriyeti yanlılarının çoğu da kabul etmekte. Örneğin, Kıbrıs Cumhuriyeti yanlısı olan Şener Levent, şu ifadeleri kullanmakta: “Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki bu ortaklığı Rum tarafı kabul etmiyor. Onlar üniter bir devlette bizi eşit vatandaşlar olarak görmek istiyor, eşit bir toplum olarak değil… Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki ortaklık hakkımız, Rumlar istemese de bakidir ve hukuki hakkımızdır.”
Görüldüğü üzere, iki zıt kutupmuş gibi görünen, ama aslında ortak bir noktada buluşan iki yaklaşım söz konusu. Bu yaklaşımlardan biri “tüm dünya kabul etmese bile biz yine de ‘egemen kktc’ demekten ve hakkımıza sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz” diyen iki devletçiler, diğer tarafta ise, “Rumlar kabul etmese de, bizi eşit görmeseler de, bu bizim hukuki hakkımızdır, bakidir” diyen Kıbrıs Cumhuriyeti yanlıları.
Ne yazık ki, iki yaklaşım da; gerçekçi olmayan, imkânı olmayan, en ufak bir ihtimali dahi bulunmayan hayali seçeneklerin peşinden gidiyor, daha da kötüsü, gitmekle kalmayıp, toplumu da bu hayali seçeneklerin peşinde mobilize etmeye çalışıyor.
Oysaki Kıbrıslı Türklerin kaybedecek zamanı yok...
Federasyon
Federasyon seçeneğinin, önünde ciddi engeller ve büyük zorluklar bulunsa da, gerçekleşmesi mümkün tek çözüm modeli olduğu, tam da bu yüzden, her şeye rağmen, yılmadan federasyon için mücadele etmeye devam etmemiz gerektiği defalarca kez yazıldı, çizildi. Federasyonun “gerçekçi” olmasına dair söylenebilecek tüm sözler zaten söylendi. O yüzden bu yazıda, federasyonun tek gerçekçi seçenek olduğuna ilişkin bir tartışmadan ziyade, federasyon talebinin üzerinde yükseldiği iki sacayağından bahsedelim.
Federasyon çerçevesindeki çözüm mücadelesi, üzerinde her zaman açık açık konuşulmasa da, iki hedef üzerine yükselir: statü ve birleşme. Statü, Kıbrıslı Türkler özelinde bir hedefken; birleşme, yani birleşik Kıbrıs, ada genelinde bir hedeftir. Statü, Kıbrıslı Türklerin bir toplum olarak kimliklerinin ve varlıklarının dünyadaki tüm uluslar nezdinde kabul ve onay görmesi, yani yeryüzündeki nerdeyse her toplumun bir parçası olduğu uluslararası camiada kendi kimliğiyle yerini alması anlamına gelir. Statü, siyasal eşitliktir.
Birleşme, yani birleşik Kıbrıs ise, Kıbrıs’taki iki halkın, bu adanın kaderi üzerinde nihai söz sahibi olması, Kıbrıs’ın “batmayan uçak gemisi” işlevinin sona ermesi, Kıbrıs’ın gerek bölgesel gerek emperyalist güçlerin lojistik bir durağı ve stratejik bir platformu olmaktan çıkması ve Kıbrıs’ın gerek üzerinde yaşayanlar gerek tüm bölge halkları için huzurun, güvenliğin ve barışın sembolü olması anlamına gelir. Tüm bunlar ancak halkların kardeşliği, barış ve Kıbrıs adasının birleşmesi ile mümkündür. Kıbrıs’ı bir barış değil savaş adası yapan Britanya üslerinden, NATO tesislerinden, Fransız savaş gemilerinden, Türk savaş gemilerinden, Yunan savaş gemilerinden, İsrail savaş gemilerinden ve daha nicesinden kurtarabilecek olan tek yol, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Elenlerin birleşmesi ve ortak hareket etmesidir.
Kaldı ki, bu küçücük adada ortak hareket etsek dahi; adamızın bağımsızlığını, barışını ve huzurunu korumak bunca büyük güce karşı zaten çok zor olacakken, mevcut bölünmüşlük durumunda, adanın kuzeyi de güneyi de, canı isteyenin hüküm sürdüğü bir yer haline gelecek, gerek Kıbrıs’ın gerekse de bölge coğrafyasının huzurunun büyük güçler tarafından keyfi bir biçimde bozulduğu mevcut durum, sürmeye devam edecektir.
Yani birleşme olmadığı müddetçe, ne Kıbrıslı Türkler ne de Kıbrıslı Elenler bu adanın sahibi olabilecektir. Zaten mevcut durumda dahi, hapsoldukları “ada yarısının” sahibi de değildirler. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler birbirlerine güvenmeyi ve birlikte yaşamayı öğrenmedikleri müddetçe, birbirlerine karşı sırtlarını “büyük güçlere” yaslamak ve büyük güçlere güvenmek zorunda kalmayı sürdürecektirler. Büyük güçlerle kurulan bu “güven” ilişkisinin de ilişkiden çok tek taraflı bir dayatma olacağı aşikârdır. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’ye karşı bunu on yıllardır acı bir biçimde zaten deneyimlemektedirler. Son yıllarda kıyılarında Fransa’sından tutun da İsrail’ine, Yunanistan’ından tutun da Rusya’sına, Britanya’sından tutun da ABD’sine kadar her yabancı gücün savaş gemilerinin cirit attığı Kıbrıslı Elenlerin çoğunluğu ise, Türkiye’ye karşı müttefik bulmanın zafer sarhoşluğuyla, kendilerini nasıl bir cenderenin ve boyunduruğun altına soktuklarını henüz görememektedirler.
Kıbrıslı Türklerin çözüm konusunda daha istekli olmalarının sebebi, hem statüye hem de birleşmeye ihtiyaç duymalarından kaynaklanırken, Kıbrıslı Elenlerin bu isteği aynı oranda -henüz- paylaşmamasının ana sebeplerinden biri ise, statü sorunu yaşamayıp sadece birleşmeye ihtiyaç duymalarıdır. Ancak, Kıbrıslı Türklerin statü sorununun çözülmediği, yani siyasi eşitliğin sağlanmadığı bir birleşme zaten mümkün olmayacaktır. İşte federasyon, hem statü sorununa, hem birleşme sorununa, iki toplumun da en az zarar göreceği ve en çok fayda sağlayacağı bir biçimde cevap verdiğinden dolayı da sadece en gerçekçi değil aynı zamanda en faydalı çözüm modelidir de, en azından mevcut aşamada.
Statüsüz Federasyoncular ve Birleşmesiz Federasyoncular
Bu bakımdan, üzerinde dikkatle durulması gereken son bir nokta daha vardır. Annan Planı sonrası dönemde, ama özellikle de son 10 yılda, federasyonun bu iki sacayağından birinin veya ötekinin feda edilebileceği sanrısına kapılmanın getirdiği rahatlıkla hareket eden yaklaşımlar gelişmeye başlamıştır. Örneğin, önceden hem statüyü hem de birleşmeyi savunan bir kesim insan, “birleşme” hedefinden vazgeçmiş ve “statü” sahibi olmayı yeterli görmeye başlamıştır. Bu kişilerin büyük bir çoğunluğu, en azından kuruluş aşamasında, Halkın Partisi’nde yer almıştı. Zaten Özersay’ın cumhurbaşkanlığı kampanyasında ortaya koyduğu yaklaşım, bu görüşün en net ve tepe ifadesidir.
Aynı şekilde, özellikle son yıllarda AKP’nin de otoriterleşme düzeyinin korkunç boyutlara gelmesiyle birlikte, önceden hem statü hem birleşme talebiyle hareket eden kesimlerin bir başka kısmının ise, “statü” hedefinden, yani siyasi eşitlikten vazgeçme eğilimleri gösterip “birleşme”yi tek başına yeterli görmeye başladıkları gözlemlenebilir. Bu kategoriye dahil olanlar, genellikle meclis dışında bulunan federasyon yanlılarının büyük bir kısmı arasında ve kısmen de CTP’nin ve TDP’nin tabanında görülebilir.
“Önce statü” diyenlerin savrulacağı yer “iki devletlilik” iken, “önce birleşme” diyenler ise Kıbrıs Cumhuriyetçisi çizgiye savrulacaktır. Zaten son dönemlerde bu tür savrulmaların, her iki kesimde de yaşanmaya başladığı, kolayca gözlemlenebilir. Bu tür savrulmaların varacağı yerin de, gerçekçi bir çözüm yolu olan ve Kıbrıslı Türklerin tutunduğu tek dal olan federasyon çizgisinin itibar kaybetmesi, ve iki devletlilik ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş gibi temelsiz fikirlerle toplumun zaman kaybetmesi olacağı açıktır.
Tam da bu nedenle, federasyon taraftarları, bugün sadece soyut bir “federasyon” sloganının arkasında durma konforuna kapılmamalı, federasyonun statü ve birleşme gibi iki temel dayanak üzerine kurulu olduğunun altını tekrar tekrar çizmeli, birleşmeden vazgeçip statüyle yatıp kalkanlara birleşmeyi; statüden vazgeçip birleşmeyle yatıp kalkanlara da statüyü hatırlatmalı, yani federasyonu sadece bir slogan olarak değil, altı dolu net bir siyasal hedef olarak da savunmalıdır.
Sonuç
Bugün federasyon fikri her yönden saldırı altındadır: iki devletçilerin saldırısı altındadır, Kıbrıs Cumhuriyetçilerin saldırısı altındadır, AKP yetkililerinin saldırısı altındadır, Kıbrıslı Elen şovenistlerin saldırısı altındadır. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, federasyoncuların kendi içinde bile, savrulmalar yaşanmaya başlamıştır.
Federasyon çizgisi, bugüne kadar Kıbrıslı Türklerin kendi varlıklarını savunmalarına defalarca kez yardımcı olmuştur. Yani federasyon fikri, Kıbrıslı Türkleri savunmuştur. Şimdi sıra, Kıbrıslı Türklerin federasyonu savunmasına gelmiştir. En zor zamanlarımızda bize el uzatan bu eski dostumuzu, düşürülmeye çalışıldığı yerden tutup kaldırmak zorundayız. Federasyonu hem iki devletçilere, hem Kıbrıs Cumhuriyetçilere, hem Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini tanımayan Kıbrıslı Elen şovenistlere, hem AKP yetkililerine karşı savunmak zorundayız. Yetmez, federasyonun hem statü hem de birleşme anlamına geldiğini, ikisinden birinden vazgeçmenin federasyondan vazgeçmek demek olduğunu da savrulma hali yaşayan federasyoncu dostlarımıza anlatmalıyız.
Kıbrıslı Türklerin federasyona, federasyonun da Kıbrıslı Türklere ihtiyacı var.
Karikatür: Mustafa Tozakı