Fehim Taştekin; “Kıbrıs konusunda milliyetçiliğe dönüş”
Fehim Taştekin; “Kıbrıs konusunda milliyetçiliğe dönüş”
Simge Çerkezoğlu
Fehim Taştekin bildiğimiz gazeteci ve köşe yazarlarından çok farklı. Orta Doğu’ya ilişkin yorumlarından tanıdığımız Taştekin, kaleme aldığı yazılarıyla da Türkiye’yi sarsan bir isim. Kimi zaman Suriye’de muhaliflerle, kimi zaman Esat’la da röportajlar yapan, Gazze’yi ve Türkmenistan’ı ayağımıza getiren, özetle ezber bozan bir adam. Işık Kitabevi tarafından düzenlenen Fuara katılan Taştekin ile Ortadoğu, Kıbrıs ve Türkiye üçgenini detaylarıyla konuştuk. Bir ay sonra ilk kitabının yayımlanacak olmasının sevincini paylaştık…
“TEK ADAM REJİMİNE GİDİŞ”
Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu için model olma fikrini Taştekin “ imkan yok” diyerek kesip atıyor. Ona göre Türkiye farklılıklarını özümseyemeyen ve en az Suriye kadar rejimini yenilemesi gereken ülke…
“Türkiye’de AK Parti döneminde önemli bir ivme yakalanmıştı. İlk başta Avrupa Birliği süreci ve uyum yasaları Türkiye’ye ciddi değişiklikler getirmişti. Fakat hükümet bir noktadan sonra özellikle Avrupa Birliği sürecinde tıkandı. AK Parti artık kendi iktidarından ve gücünden emin olmaya başladı. O andan itibaren de iktidarı tekeline almaya, reformları durdurmaya ve kendi iktidarını perçinleyecek biçimde adımlar attı. Biz o süreçte elde ettiğimiz tüm kazanımları şimdi teker teker yitiriyoruz. Anayasa Değişikliği parlamenter yapı içindeki değişiklikler, Partiler Yasası’nın değişmesi, insan hakları sicilinin düzelmesi gibi çok sayıda önemli adımlar şimdi sıkı bir rejim modeliyle ortadan kaldırılıyor. Bu sürecin ivedilikle bitirilmesi lazım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi başkanlık hevesi için güçler ayrılığını anlamsızlaştıran operasyonlarına son vermesi gerekiyor. Bu gidiş tek adam rejimine gidiştir. Türkiye’nin iç dinamikleri elbette buna izin vermeyecek. Seçimlerde çıkan sonuç da bunun göstergesi. Tabii bu ülkeyi gerdi. Eğer her şey Erdoğan’ın istediği kıvamda olsaydı, başkanlık sistemine geçiş yönünde adımlar atılsaydı bu gerilimler hiç olmayacaktı.”
Türkiye’de yaşanan gerilimin bize de sirayet ettiği inkâr edilemez. Taştekin’e göre Türkiye bir an önce bu ruh halinden kurtulmalı ayrıştırıcı dil kullanılmamalı…
“Bu gerilimli günler son derece tehlikeli süreçler. Türkiye’nin mevcut halledilmemiş çok sayıda gerilim hatları var. Aleviler, Kürtler, Hıristiyanlar, Ermeniler gibi… Çözülmesi gereken çok düğüm var. Bu alanlarda ülkede çok ayrıştırıcı kutuplaştırıcı dil kullanılıyor. Bunu iktidar da yapıyor. Çözülmemiş meseleler üzerinden daha fazla ayrıştırılan, çok profesyonel ataklar da söz konusu. Bunun bitmesi lazım. Önce mevcut gerilim siyaseti sona ermeli. Ardından Türkiye’nin reformcu istikametine geri dönmeli. Maalesef Türkiye’de toplumsal dinamikler kendi başına reform yapacak siyasal olgunluğa sahip değil. Bütün değişiklikler Osmanlı’dan bu yana dış güçler, ya da müttefikler dediğimiz tarafların baskılarıyla yapılıyor. Oysa bu kısır döngü artık bitmeli. Bunu Kürtler zorluyor. Türkiye kendi değişimini, reformunu ve toplumsal barışını kendi iradesiyle yapmalı diyor, ama olmuyor. Avrupa Birliği bağlayıcı bazı metin ya da müzakere yöntemiyle ortaya çıkmasaydı bu kadar reform bile olmayacaktı. İktidar, bu reformları kendini garantiye almak için yaptı. Ne zaman ben iktidarım, önümde kimse yok, orduda, sivil bürokraside ve basında beni tehdit edecek biri kalmadı, hissini yakaladı destek olarak kullandığı tüm ittifak ilişkilerini çözdü. Avrupa, Amerika ve Türkiye’nin içindeki demokratik güçlerden uzaklaştı. Ülke artık öz gücüyle anayasasını değişmeli. Toplumsal reformlara gitmelidir. Kürt fobisi, Alevi ya da Hıristiyan fobisi bitmelidir.”
“AKP-CHP KOALİSYONU KURULACAK”
Kasım ayında Türkiye’de tekrarlanacak seçimleri de değerlendiren Taşdemir, Haziran’daki benzer tablonun bu seçimlerde de tekerrür edeceği kanısında.
“Seçimler bir önceki seçimin tekrarı olacak ama Erdoğan’nın düşündüğü gibi HDP barajın altında kalmayacak, hatta bir puan oylarını artırabilir. MHP de bütün bu oyunlara rağmen beklediği oyu muhtemelen alamayacak, onlarda da düşüş olabilir. Kasım ayındaki seçim HDP ve CHP’nin daha kârlı çıkacağı bir seçim olacaktır. Yeniden bir koalisyona gidilecek. Zaten bu müzakerelerde sonraki seçime yönelik yapıldı. İş dünyası ve Türkiye’deki önemli çevreler de AKP-CHP koalisyonunu istiyor. Benim tahminimce her iki taraf birbirini dinledi. Anlamaya çalıştı. Bundan sonra en olası alternatif bu. Kürtlerle bu kanlı hesaplaşma yüzünden kolay kolay bir araya gelmezler. Erdoğan bütün kaybının Kürtler yüzünden yaşadığını düşünüyor ve o yüzden intikam alıyor.”
“KIBRIS KONUSUNDA MİLLİYETÇİ BAKIŞA DÖNÜŞ VAR”
Türkiye’de iç dinamikler böyleyken, Ortadoğu’nun bir parçası olan Kıbrıs’a Türkiye’nin barış getirecek olma vaadi de tartışmaya açılabilecek bir diğer konu olarak önümüze çıkıyor.
“ Kıbrıs’ta maalesef iş dönüp dolaşıp Türkiye’deki siyasi iradenin alacağı kararlarda düğümleniyor. Ankara’da ne zaman ki AB süreci Kıbrıs bağlantılı olarak ilerleyebilir anlayışı hasıl oldu, Ada’da Birleşmiş Milletler ve ortak devletten yana irade ortaya çıktı. Ancak Avrupa Birliği’nin tıkanmasının en önemli sebebi Rum Yönetimi’yle ilgili ek protokolün gereği olan gümrüklerin açılması konusundaki taahhütlerin yerine getirilmemesiydi. Bu durum AB sürecini tıkadı. Tabii bu durumdan da Türkiye sorumluydu. Madem ki o taahhütleri yerine getirmeyecektin neden imza attın. Türkiye böylece bir şekilde kendi ayağını düğümledi ve sabitledi. Bu müzakere süreci tıkanmasında Kıbrıs süreciyle ilgili refleks de eski klasik refleksine döndü. Milliyetçi, devletçi, yavru- ana vatan bağlamında meseleyi gören yaklaşımlara geri dönüldü. Özü itibarıyla AK Parti’nin zaten muhafazakar bir tarafı var. Bu taraf her zaman Kıbrıs’a eskisi gibi, fetihçi anlayışla bakıyor. Bundan da hiçbir zaman vazgeçmediler. Taktiksel olarak sadece bir dönem, Avrupa Birliği reformları döneminde, vazgeçtiler. Tekrar eski ve barış vaat etmeyen dengenin ortaya çıkması Ada’da barışın inşası için önemli engel. Tabii ki işin Yunanistan ve AB tarafı da var. Bunları da inkâr edemeyiz.”
Güney Kıbrıs’ın barışa olan yaklaşımlarını da değerlendiren gazeteci yazar, daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği kanısında.
“Güneydeki birleşme yanlısı güçler hala zayıf. Orada da sorgulanması gereken şeyler var. Onların da barışı özümseyecek noktaya gelmesi gerekiyor. Avrupa Birliği’nin onlara verdiği güç “nasıl olsa taviz verecekler, bize mahkûm olacaklar”, öz güvenini de beraberinde getiriyor. Ancak bu bölgede tarihsel birlikteliği olan küçük Ada’da suni sınırla çizili iki ayrı devlet olması hiç mantıklı değil. Toplumların faydasına da değil. Herkes 1974’ten bu yana ayrışan yapının sağlıksızlığını görüyor. Umarım Türkiye’de barıştan yana gruplar ve partiler öne çıkar da bu fasit denge bozulur mu, çok da ümitli değilim ama.”
Kıbrıs’ta yeni bir referandumda olabilecekler konusunda da öngörüde bulunan gazeteci, her şeye rağmen Ada’da tablo bu kez daha umutlu diyor.
“Avrupa Birliği önemli güç, koruyucu destek ve maddi katkı olduğu için 2004 referandumunda güneyden hayır çıktı. Ancak ekonomik kriz, AB içindeki tıkanmışlık, doğal gaz ve petrolle ilgili yeni durum, buradan çıkacak doğal gazın Avrupa’ya pazarlanmasında Türkiye’nin geçiş güzergahı olup olmayacağı yönündeki perspektifler ve Türkiye’den gelecek suyun güneye de taşınma ihtimali kısaca bazı ekonomik ve stratejik faktörleri güneydeki havayı değiştirdi gibi. Ama çok da emin değilim. Ben 2004’te de çok ümitliydim. Yanıldık. Sandıktan çıkan sonuçları bilemem. Yine de tablo bu kez daha iyimser ama kimse bu iş oldu diyebilecek noktada da değil.”
“KIBRISLILARIN MEMNUN OLMADIĞI ÇOK ŞEY VAR”
Taşdemir gazetecilik konusunda da değerlendirmelerde bulunurken masa başında çalışmakla sahada çalışmanın ciddi farklılıklar ortaya koyduğunu hatırlatıyor.
“Gazeteci haritayı açıp da Suriye ya da Kıbrıs’a bakabilir ancak bir yerde bulunarak, görerek, coğrafi değerini, toplum ve siyasetle olan ilişkisini çok daha iyi anlayabilirsiniz. İstediğiniz kadar Gazze’yle ilgili kitap okuyun. Program izleyin hatta Google’dan sokak sokak gezin. Hiçbir önemi yok ama oraya gidince insanlara karışınca Gazze’yi o zaman anlıyorsunuz. Bu gazeteciye önemli bir anlayış ve kavrayış katıyor. Masa başından yazıp da çuvallamadım ama mesele neyi ne kadar önemsediğiniz ve göz ardı ettiğinizle ilgili. Orada olmak size olaylara daha gerçekçi yaklaşma ve değerlendirme fırsatı veriyor. Yerel dinamiklerin ne anlattığını gözlemliyorsunuz. Sahada çalışmanın bana kattığı en önemli şey fotoğrafın asla siyah beyaz olmadığını görmek. Biz deriz ki KKTC Türkiye’nin yavru vatanı. Türkiye Kıbrıslıları koruyor. Maaşlarını ödüyor. Onlar da çok mutlu yaşıyorlar. Türkiye olduğu için son derece rahatlar… Oysa buraya gelince acaba diyorsunuz Ada’nın güneyinde miyim? İnsanlar burada sanıldığı kadar mutlu değil. Türk askerine karşı rahatsızlıklar var. Memnun olmadıkları çok şey var. Yerele gelmek işte bu farkındalığı veriyor.”
Türkiye basınının Kıbrıs konusundaki milliyetçi çizgiden sapmaz tavrını da değerlendiren Taşdemir, gazetecilik mesleğinin özellikle de Türkiye’de ezbere yapıldığı kanısında.
“Bu durum biraz yaklaşımla alakalı, yereli görmek gazeteciye güç katıyor tabii ama gördüklerinizi nasıl algıladığınız ve yorumladığınız da önemli. Gazetecilik dinleme işidir. Soru sormak kadar dinlemek de önemlidir. Böyle kulaklarınızı açıp dinleyeceksiniz. Adam ne diyor, bunu hangi koşulda söylüyor değerlendireceksiniz. İyi bir dinleyici değilseniz iyi bir gazeteci de olamazsınız. Türkiye’den zaman zaman buraya başka gazeteciler de geliyor ama kendi bakış açısına göre algılıyor. Sizi dinliyor ama kafasındaki şablona uyan kısımları haberine veya yazısına yansıtıyor. Sizin bütünlüğünüz ise yok oluyor. Bu kötü bir gazetecilik ve Türkiye’de bu çok yapılıyor. Bu iş ezberle olmaz. Siz gittiğiniz yere bunun için geldim diyemezsiniz. Orada bir hamur var ve ben ona bakmaya geldim demelisiniz. Ezberlerimiz bozulabilir. Bunu unutmamak gerekir.”