FENAMA GİDENLER…
Geçenlerde karşılaştığımız bir arkadaş, “senin çok hoşuma giden bir yazın vardı; FENAMA GİDENLER diye; bana o yazıyı gönderebilir misin?” dedi…
Yazıyı bulmak için arşivleri karıştırırken 19 yıl önce yazdığım “BUĞDAY CAMİİ VE AYDIN
Geçenlerde karşılaştığımız bir arkadaş, “senin çok hoşuma giden bir yazın vardı; FENAMA GİDENLER diye; bana o yazıyı gönderebilir misin?” dedi…
Yazıyı bulmak için arşivleri karıştırırken 19 yıl önce yazdığım “BUĞDAY CAMİİ VE AYDIN TAVRI” başlıklı bir başka yazım dikkatimi çekti…
Her iki yazımı da baştan okumak; ve onca yılın ardından her şeyin daha kötüye gittiğini görmek (Fena halde) FENAMA gitti !..
Sizinle bu yazıları tekrar paylaşmak istedim… Bakalım sizin de FENANIZA gidecek mi?
BUĞDAY CAMİİ VE AYDIN TAVRI...
Yaklaşık yedi ay önce, 17 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde BRT TV’de, Eğitim ve Kültür Bakanı Eşber Serakıncı ile bir Açık Oturum’a katılmıştık... İlk kez “hafta” olarak kutladığımız bu etkinlikler dizisini organize eden, Kültür-sanat örgütü ve tiyatro temsilcilerinin sorularını yanıtlamıştı Serakıncı, söz konusu programda...
TV çekimi sırasında bir teknik arıza nedeniyle verilen yarım saatlik arada, Buğday Camii gündeme gelmiş, ve Serakıncı “kimi yobaz çevrelerden bu konuda bakanlığa yoğun baskılar olduğunu, ibadet yerlerinin kerhaneye çevrildiği (Devlet Tiyatroları’nın, tiyatro salonu olarak restore edilen eski camide ‘Batakhane Güzeli’ isimli oyunu oynamaları kastediliyordu T.Ö.) söylentilerinin yayıldığını, ancak bakanlığın bu baskılara boyun eğmeyeceğini” söylemişti.
Bir dostumuzun verdiği bilgiye göre, kiliseden camiye dönüştürülmüş olan Buğday Camii, Bayraktarlık döneminde de meyhane olarak kullanılmış; ancak o dönemde kimse sesini çıkar/a/mamıştı...
Geçen hafta gazetelerden “Buğday Camii Yeniden İbadete Açılıyor...” haberini okuduğumda aklıma ilk gelen söz konusu Açık Oturum arasında söylenenler olmuştu...
Bir zamanların kilisesi olan bu bina, yıllarca buğday ambarı; konferans salonu; müze; meyhane; halk kütüphanesi gibi değişik işlevler üstlenmiş; son olarak da -büyük tepkilerle karşılaşılmasına karşın- tiyatro binası olarak yeniden hizmete sunulmuştu. Bu işlevini ancak iki üç kez yapan bina, şimdi yeniden ibadete açılmak isteniyor. (Bunun için musalla taşı bile ısmarlanmış!..)
Telefona sarılıp bakanlığı aradım... “Lala Mustafa Paşa Camii tamire alınacağı için(!), Vakıflar’ın istemi üzerine geçici olarak ibadete açılacağı” bilgisi verildi... Bu istemi daha yedi ay önce “baskılara boyun eğmem” diyen Serakıncı da onaylamış...
17 Ekim tarihli Yeni Düzen Gazetesi’nin Kültür-Sanat sayfasındaki bir haber, bu durumun pek de geçici olmadığını; ve Lala Mustafa Paşa Camisi’ndeki restorasyon hikayesinin bilinmeyen yönlerini açıklıyordu...
Bir defa, tamir işi gazetelerin daha önce yazdığı gibi altı ay değil, iki yıl sürecekmiş; restorasyon olayı da bir başka alem... Restorasyona Eski Eserler Dairesi’nin haberi olmadan başlanmış... Eski Eserler’e danışılmadan, orijinal zemini kazmaya başlamışlar... Daire bunu durdurmuş...
Bilmem dikkatinizi çekti mi, kimi tesislerin tamire alınıp, hizmete kapatılması sanırım bir tek bizim ülkemizde oluyor... Havaalanını “tamire alacak” diye yedek(!) havaalanı yapan; “tamire alınacak” diye ibadethanelerini aylarca, yıllarca kapatıp, başka binalara taşıyan başka bir ülke, başka bir devlet var mı acaba?
İnsanların inançlarını politik çıkarlar uğruna sömüren; dinin arkasına saklanarak kültür-sanatı baltalayan zihniyetlerin her geçen gün daha da güçlendiği bir süreç yaşıyoruz...Yozlaşmayla yobazlaşma at başı gidiyor...
Üstelik, bu çürümüşlük, aydın-aydınlanma ve demokrasi düşmanlığı hızla kurumlaşmakta; toplumun her kesiminde, her türlü örgütlenmesinde egemen kılınmaya çalışılmaktadır.
Statükoculuk, dogmatizm, pasiflik, edilgenlik alkışlanmakta, özendirilmekte; düşünen, konuşan, üreten insan karalanmakta; boş ajitasyonlarla kitlelerin gözünde mahkum edilmek istenmektedir...
Tüm bunlara direnip, karşı çıkanlar “günah keçisi” ilan edilmekte; susturulup, sindirilmek için her türlü yöntem kullanılmaktadır.
Buğday Camii olayı, genel gidişin yalnızca bir somut örneğidir. Bu olayda gösterilecek tavır da, aydın-ilerici güçlerin konumunun bir göstergesi olacaktır.
Sürüngenleşmemiş insanlar, sürüngenleşmemek için bizden tepki bekliyorlar... Kendimizi sürüngenleşmekten kurtaralım!. (22 Ekim 1992)
FENAMA GİDENLER…
Geçen haftaki “Fenama Gidiyor” başlıklı yazımı, (…) “içinde yaşadığımız günlerde benim o kadar çok şey fenama gidiyor ki; hepsini yazmaya kalksam gazetenin sayfaları yetmez…
Yine de bunları yazacağım… Haftaya, tekmili birden fenama gidinler!..” satırlarıyla bitirmiş ve “Fenama Gidenleri” (tümünü olmasa da) yazacağımı söylemiştim…
İşte size “Fenama Gidenler”den bir demet…
* Halkın referandum hakkını engellemek için binbir takla atıp; ardından “HAYIR” kampanyası açan; %65 EVET’I küçümseyip, kendi halkına her türlü aşağılayıcı suçlamayı (sinek vızıltısı, satılmış hain vb) yapmaktan geri durmayanların, “çizmeleri giyip halkın arasına katılacağını” söylemesi;
* İsmi telefon kaçakçılığından, cinayete, sahte vatandaşlık dosyalarından İnterpol listelerine taşınmış birinin, ana muhalefet partisinin “gözde elemanlarından” olması; ve pişkinlik profosörlüğüne soyunup; kendi dışında herkesi suçlu ilan etmesi;
* Her bayram töreni için, günlerce tanklara toplara prova yaptırılacak diye en yoğun caddelerin trafiğe kapatılması sonucu bayramın insanlara zehir edilmesi; törenlerin “bayram kutlaması” yerine düşmana(!) gözdağı gösterileri amaçlı gerçekleştirilmesi;
* Ülkemizin yıllardır “sorma gir hanı” olması; hırsızlıkların, cinayetlerin azalmak bir yana giderek artması; Kutlu Adalı gibi siyasi cinayetlerin de ötesinde, birçok cinayet dosyasının (Mehmet Reis, ve son işlenen hunharca cinayetlerde olduğu gibi) karanlıklara ve sessizliklere gömülmesi;
* “Barış amma” diye söze başlayıp; şovenizmin dikalasını yapanların başında “solcu olduklarını” iddia edenlerin ve eski sosyalistlerin gelmesi;
* Yeni “Kıbrıs Tarihi” sayfalarında yeterince şovenizm olmadığından şikayet edilmesi;
* Soldaki parti liderlerinin, diktatörlerin söylemlerine yakın söylemler kullanıp; “biz” yerine “ben” diye söze başlaması;
* Demokrasi’nin evi olması gereken Meclis’in, Makam/koltuk Evi gibi görülmesi; ve bu anlayış yüzünden erken seçim kararı yerine Cumhurbaşkanı’nın fesih kararının beklenmesi;
* Okulların, “eğitim yuvaları” değil “Otoriter öğretim Kışlaları” yapısından kurtarılamaması;
* “Her şey çocuklarımız için” tekerlemesini ağzından düşürmeyen ebeveynlerin, kendi çocuklarını “yarış atına” döndürmeleri yetmezmiş gibi; her türlü olanağı, sorumsuz ve sınırsızca sunarak( ehliyet alacak yaşa gelmemiş çocukların altına son model arabalar çekilmesi gibi); onlara iyilik değil, kötülük yaptıklarının farkında olmamaları;
* Telefonla rezervasyon yaptırmak için saatlerce meşgûl telefonlarıyla uğraşmak zorunda kaldığımız; rötorları ve kalitesiz, pahalı hizmetleriyle insanları canından bezdiren KTHY’nin “İnternetten rezervasyon ve bilet satış işlemlerini başlattık” diye reklam yaparak insanlarla dalga geçmesi;
Ve daha pek çok şey FENAMA GİDİYOR… (19-11-2004)