1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Fikret Demirağ’ı Anarken
Fikret Demirağ’ı Anarken

Fikret Demirağ’ı Anarken

Fikret Demirağ’ı Anarken

A+A-

 Hakkı Yücel

[email protected]

         
Kıbrıslı Türk Şiiri’nin en sağlam ve özgün kilometre taşlarından şair Fikret Demirağ ölümünün üçüncü yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anıldı. 26 Kasım 2013 tarihinde Naci Talât Vakfı’nda Neşe Yaşın’ın Söylem Yayınları arasında çıkan “Şiirle Hatırlamak” kitabından hareketle düzenlenen anma toplantısı ise, ‘Demirağ Şiiri’ üzerine yeniden konuşmak için bir vesile oldu. Sevgili Neşe’nin toplumsal belleğin oluşmasında Kıbrıslı Türk Şiiri’nde bir ‘paradigma değişimi’ olarak nitelendirdiği Fikret Demirağ Şiiri’ni (burada “F.Demirağ Şiiri” derken,  şairin şiir serüveninde ‘ikinci dönem’ olarak kabul edilebilecek olan, 70’li yılların ikinci yarısı ve 80’lerde oluşarak gelişen şiirinin kasdedildiğini hatırlatalım) Milliyetçi Şiir’le (Özker Yaşın Şiiri’yle) mukayese ederek değerlendirmesi, şairin toplumsal belleğin karanlık odalarına düşürdüğü ışığı ve bu bağlamda “hatırlamak” fiilinde açtığı yeni ufukları işaret etmesi bakımından olduğu kadar, bir vefa borcunun ödenmesi adına da önemliydi. Şair Neşe Yaşın’ı bu çalışmasından ötürü kutluyor ve teşekkür ediyorum. Bu yazıda ise, “Şiirle Hatırlamak” kitabı üzerine değerlendirmeleri daha sonraya bırakarak, N.Yaşın’ın Fikret Demirağ’dan hareketle dile getirdiği “Kıbrıslıtürk Şiirinde Paradigma Değişikliği” olgusunun gerekçesi olduğunu düşündüğüm –yine aynı dönemlerde ortaya çıkan ’74 Kuşağı’ ve aynı kapsamda yer alan şairleri de buna dahil ederek-‘yeni şiir anlayışının’ varoluşsal bileşenleri üzerine kendimce kısa notlar düşmek istiyorum.

Şunu söyleyebilirim: Kıbrıslı Türk Şiiri’nde ‘yeni bir şiiri ve anlayışı’ ifade eden bu dönemin öncelikli karakteristiği ‘milliyetçilik ideolojisi’nin doğrudan ya da dolaylı olarak belirlediği, siyasal-toplumsal-kültürel ölçekte hayatın bütün alanlarını kuşatan ‘resmi görüş’e ve onun yarattığı ‘düşünce-ruh evrenine’ karşı baş kaldırmasıdır. Ancak bu kadar değildir. Aynı zamanda bu anlayış, hem ‘siyasal-ideolojik’ hem de ‘kültürel’ farklı okumaları ve değerlendirmeleri de içermektedir. Öyle olduğu içindir ki bu şiirsel başkaldırısına, ayni düzlemde ‘sorgulama’ ve ‘arayış’da eşlik etmektedir. Varoluşsal anlamda onun koordinatlarını belirleyen bileşenlerin ise şunlar olduğunu düşünüyorum:

1.İdeolojik Bileşen:
Bu anlayışa dahil şair grubu büyük oranda sol ideolojiyi benimsemiş insanlardan oluşmaktadır. İdeolojik konumları başta Kıbrıs Sorunu olmak üzere, dünyaya ve hayata yönelik bakışlarında belirleyici bir farklılık yaratmaktadır. Onların bilincinde, resmi söylemin ‘milli dava’ olarak kutsadığı ve dokunulmaz kıldığı ‘Kıbrıs Sorunu’,  kutsiyet çerçevesinden çıkarılarak, reel siyasetin ilişkileri bağlamında değerlendirilmekte, buradan gelişen neden-sonuç ilişkileri üzerinden anlam kazanmaktadır. Bu farklı algı biçimi ise söylem olarak da kendini ifade etmekte, sonuç itibarıyla geleneksel ‘milliyetçi söylem’ karşısında ‘anti-milliyetçi’ (anti-şövenist, anti-militartist) bir söylem olarak açığa çıkmakta, barışın altı çizilmektedir.  Aşikâr olan bu yeni şiir anlayışının son kertede siyasal-ideolojik zemini olan (bu sol siyasal-ideolojik bir zemindir) muhalif bir duruş olduğudur.

2. Kültür bileşeni:
‘Siyasal-ideolojik’ konumlanışını sol üzerinden yapan bu yeni şiir anlayışı, kültür perspektifini de buradan tanımlayarak yola çıkmıştır.  Bu perspektif, öncelikle milliyetçi ideolojinin kendi çizdiği sınırlar içinde dayattığı ‘kültür homojenizasyonu’ anlayışına karşı ‘kültürler arası ilişkinin ve geçirgenliğin’ esas olduğuna vurgu yapan bir anlayıştır. Milliyetçi ideolojinin ‘milli bütünlük ve saflık’ adına farklı unsurlardan arındırdığı, etnik (ırk) esaslı, içe dönük, öteki’yle sorunlu kültür anlayışından farklı; kültürel çeşitliliği önemseyen ve gözeten, bunu bir zenginlik olarak kabul eden, ırk değil insan merkezli, aynı zamanda dışa dönük, haliyle öteki’yle çatışan değil karşılıklı etkileşim içinde olan bir kültür anlayışıdır bu.Tam da bu noktada tamamlayıcı bir unsur olarak bir başka bileşenden daha söz etmek gerekmektedir. O da şudur:

3. Tarih ve Coğrafya Bileşeni:
Bu yeni şiir anlayışı, ‘tarih ve coğrafya’ algısı bakımından da belirgin bir farklılık arz etmektedir. Tarih bağlamında o algı farklılığı şudur: Bu anlayışta tarih, resmi ulusal anlayışın yaptığı gibi ‘siyasal tarih’ perspektifiyle okunmak yerine, ‘sosyal-kültürel’ perpektif üzerinden okunmaktadır. Hatırlayalım, ‘resmi ulusal tarih’, tarihi milliyetçilik ideolojisi üzerinden okuyan, kendi talep ve amaçlarına uygun yorumlayan ve kurgulayan -gerektiği yerde uyduran-, bir başka ifadeyle ‘siyasi tarih’ perspektifiyle yazılan bir anlatıdır. Bu tarih perspektifinin temel özellikleri ise, geçmişe yönelik olarak “kısa süreli” bir bakış açısına sahip olması, etnisite vurgusu yapması, ayrıştırıcı ve çatışmacı olmasıdır. Onun ana konusu savaşlar, bu savaşlarda yaşanan kahramanlıklar ve büyük kahramanlardır. Sorunları, kaygıları, ilişkileriyle sıradan insanların günlük hayatı, hakikatleri onu çok fazla ilgilendirmemektedir. Tarihi adeta keskin  bir kılıç olarak görmekte, akıttığı kanların fazlalığıyla övünmekte, akıttığı kanlar oranında anlamlı bulmaktadır. Sadece bu kadar da değildir. Tarihi bu biçimde kutsayan bu anlayış coğrafyayı da o tarihe tabi kılmaktadır. Şöyle ki, ancak akıtılan kanlarla sulanan, bağrında o savaşların kurbanlarını taşıyan coğrafya ‘vatan’ olarak tarif edilmekte ve o ‘vatan’ her zaman tek başına sahip çıkılması, düşmanlardan temizlenmesi, bu uğurda ölünmesi gereken kutsal bir mekân olarak kabul edilmektedir. 
Buna karşılık ‘sosyal-kültürel’ tarih perspektifi ise merkezine sıradan insanı ve onun hikâyesini alan, farklılıkları gözeten, ayrıştırıcı ve çatışmacı olmaktan çok, biraradalığı ve karşılıklı ilişkiyi önemseyen, bu bağlamda sürekliliği öne çıkaran “uzun süreli tarih” anlayışıdır. Burada kültürler, bu süreklilik içinde karşılıklı olarak ilişkileri üzerinden değerlendirilir, birbirlerinden etkilenen ve birbirlerini etkileyen süreçler olarak yaşanır ve buradan anlam kazanır. Böylesi bir tarih anlayışı ise kaçınılmaz olarak coğrafya algısını da etkiler. Burada coğrafya artık sadece üzerinde çatışılan ve tek başına bir kültürün, etnisitenin, siyasal gücün sahip olduğu ya da olacağı bir mekân olarak kabul edilmez. Aksine farklı kültürlerin ve bunlara mensubiyetlerin ortak olarak paylaşacakları ve hikâyesini birlikte yaşayacakları bir alan halini alır. Böyle olduğu içindir ki coğrafya, uğruna ölünecek kutsal bir mekân olmaktan çıkar, uğruna birarada yaşamak için mücadele edilecek ‘ortak bir vatan’ halini alır. Bu yeni şiir anlayışının tarih ve coğrafyaya yönelik bu farklı algı biçimi ise, kendine dayanak yaptığı bir başka bileşeni daha açığa çıkarır. O bileşen de ‘kimlik’tir.

4. Kimlik Bileşeni:
Kıbrıslı Türk Şiiri’nde yeni şiir anlayışının, tarih perspektifi ve buna bağlı olarak ‘tarih-coğrafya’ algısı, aynı zamanda yeni bir ‘kimlik’ perspektifini benimsemesine de yol açmaktadır. Milliyetçi ‘resmi ulusal tarih’ anlayışının, ideolojik, kültürel, coğrafik sınırlarını belirlediği, bunun üzerine giydirdiği etnik biricikliği ve saflığıyla tanımladığı ‘kimlik’, bu anlayışın tahayyül ve tasavvurlarında artık farklı bir mahiyet kazanmaktadır. Nitekim buna göre ‘kimlik’, milliyeçi ideolojinin siyasi tarih ve coğrafya yorumuyla kurguladığı, kültürel saflığın etnik aidiyetle bütünleştirilerek tanımlandığı ‘statik bir kavram değildir; aksine tarihin ve coğrafyanın kültürel sürekliliği ve çeşitliliği içinde, karşılıklı olarak etkileşimin ve geçirgenliğin hem birbirini beslediği hem de şekillendirdiği, bu bağlamda etnik aidiyetinin de esnediği, kendini sürekli yeniden üreten ‘dinamik-değişken’ bir kavramdır. Bir başka ifadeyle ‘kimlik’ bütün bu unsurların yatay anlamda kesiştiği, homojen bir saflık olmaktan çok, heterojen bir terkip (sentez) olarak tarif edilmektedir. Bu yüzdendir ki bu anlayışın‘kimlik’ algısında tarih-coğrafya-kültür-etnisite birbirine eklemlenen bir mahiyet kazanmakta, buradan dile getirilmektedir. Bu noktada ise bir başka bileşenden daha söz etmek gerekmektedir:

5.Dil Bileşeni:
Yeni şiir anlayışının dili, milliyetçi ideolojinin sürekli kendini tekrarlayan, hayatın her alanında olduğu gibi Kıbrıslı Türk Şiiri’nde de etkili olan, kendini kutsayan, ayrıştırıcı, saldırgan,çatışmacı, propagandist dili olmaktan çıkmış; onun yerine diyaloğu, iknayı, uzlaşmayı gözeten, bir ‘barış’ dili halini almıştır. Bu yeni dil aynı anda, yine milliyetçi ideolojinin doğrudan ya da dolaylı olarak etkisi altında kalan Kıbrıslı Türk Şiiri’nde hâkim tematik bütünlükten farklı bir tematik değişikliği-çeşitliliği de ortaya çıkarmıştır. Sonuç itibarıyla, ‘yeni şiir anlayışı’ ve bu anlayışın şairleri, Kıbrıs’ı ortak bir vatan olarak kabul ederek, bu bağlamda ülkenin tümüne yönelik ortak kaygıları gözeterek, özgün dili ve tematik kapsamı ile kendi farklılığını yaratarak, Kıbrıslı Türk Şiiri’ndeki yerini almıştır.

Denilebilir ki Kıbrıslı Türk Şiiri’nde bir “paradigma değişikliğini” ifade eden bu yeni şiir anlayışı ve onun şairleri adayı tümden sahiplenme (enosis) ya da yarısını sahiplenme (taksim) politikalarının büyük insani felaketlere yol açtığı gerçeğinden hareketle, bir yandan her iki kesimdeki resmi ulusal politikalar ve söylemlere karşı çıkarken, bir yandan da kültür-sanat zemininde bu politika ve söylemlerin oluşturduğu ‘ruh evrenine’ karşı ise yeni bir dili, yeni bir duyarlılığı ve anlayışı sergilemek suretiyle yeni bir ‘ruh evreni’ oluşturmayı hedeflemişlerdir. Onlar için Kıbrıs, Kıbrıslıların birbirlerinin haklarını koruyacakları, karşılıklı olarak birbirlerine saygı duyacakları, birlikte ortak yaşayacakları anavatanlarıdır. Etnik-dinsel aidiyetleri, tarihsel anlamda bağlı oldukları kültürleri, dilleri, birbirleriyle çatışmalarının gerekçesi ve araçları değil, ortak yaşamın kalitesini artıracak, barışı, diyaloğu, uzlaşmayı sağlayacak unsurlar olarak kabul edilmek gerekmektedir.

İşte Fikret Demirağ’ın şiiri tam da burada bir dönüşüme uğramış ve o, Kıbrıslı Türk Şiiri’nde ‘paradigma değişikliği’ne yol açan güçlü ve özgün bir şair olarak  öne çıkarken, aynı zamanda şiirin evrensel dünyasıyla buluşmayı, orada kendisine ayrıcalıklı yer edinecek yetkinliğe ve olgunluğa ulaşmayı da başarmıştır.

Şiir dünyasının değerli şairi Fikret Demirağ’ı ölümünün üçüncü yıldönümünde
bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum.

Bu haber toplam 1782 defa okunmuştur
Gaile 242. Sayısı

Gaile 242. Sayısı