1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Fiziksel Ölümden Daha Ağırı Ruhların Katlidir”
“Fiziksel Ölümden Daha Ağırı Ruhların Katlidir”

“Fiziksel Ölümden Daha Ağırı Ruhların Katlidir”

“Fiziksel Ölümden Daha Ağırı Ruhların Katlidir”

A+A-


 İlksoy ASLIM
[email protected]


“Benim erkek kardeşim yok. Erol benim üniversitede oda arkadaşımdı. O da Kıbrıslı bir çocuktu. Benden 1 sınıf aşağıdaydı. Aynı odada kalıyorduk. Çok fakirdik. O benim kardeşim oldu. Ben Amerika’ya gittikten 3 ay sonra o Kıbrıs’a gitti. EOKA, Rum teröristler onu annesine ilaç almaya gittiği eczanede 7 yerinden vurdular. Ben Amerika’daydım. Kimseyi tanımıyordum. Bana haber geldi. Babam bana ölüm haberinin olduğu gazeteyi gönderdi. Ama konuşacağım kimse yok. Yasımı tutamadım. Hep kaldı bende. 36 sene sonra Kıbrıs’a gittim. Bir arkadaşım vardı yanımda. Barda birisini gösterdi, “Bu Erol’un kardeşi” dedi. Hemen ayağa kalktım otomatik olarak. Yanına gittim. “Benim adım Vamık, aklınıza bir şey getiriyor mu bu isim?” dedim. Adam başladı ağlamaya. Ben başladım ağlamaya. Ve 6 ay yas tuttum. Ama 36 sene sonra.”

Yukarıdaki satırları Prof. Dr. Vamık Volkan’la yapılan ve 18 Ekim 2015 tarihinde Habertürk Gazetesinde “İşte benim Türkiye için teşhisim” başlığıyla çıkan röportajdan aldım. Yazımdaki amaç Vamık Volkan’ın düşüncelerini tartışmak değil. Hedefim, Volkan’ın röportajının son kısmında anlattığı Dr. Erol’la ilgili yaşadıklarını ve bana verdiği mesajı okurla paylaşmak. Vamık Volkan’la ortak bir acıyı paylaşıyoruz ve sorun, ruhumuzda açılan, bir türlü tedavi edemediğimiz büyük bir yarayla nasıl yaşayabileceğimizdir.

Kendimi bildim bileli Dr. Erol’un yüzü hep gözümün önündedir. Çünkü fotoğrafı, geçmişten bugüne babamın oturduğu tüm evlerin girişinde duvarda asılı durur. Dr. Erol annemlere/babamlara her gittiğimde gözgöze gelip sessizce selamlaştığım, hiç tanışmadığım ama tanıdığım, babamın yeğeni ve benim çok sevdiğim abimdir. Tüm çocukluk dönemimde babam ondan o kadar çok söz etti ki, Erol abiyi görmeden tanımış oldum. Başlangıçta O “gâvurların” katlettiği biriydi. Daha sonra Erol abiyi öldürenlerin EOKA’cı olduğunu ve Kıbrıslı Rumların yalnızca bir kısmını temsil ettiğini öğrenecektim. Vamık Volkan da röportajında bu ayırımı yapıyor ve EOKA’dan, Rum teröristlerden bahsediyor. Bu olay önemli çünkü Erol abimin katlinden tüm Kıbrıs Rumlar sorumlu olsaydı o zaman benim için Kıbrıs’ta ortak bir gelecek mümkün olmayacaktı. 

Soğuk Savaş’ta Teorik Yaklaşımın Tekliği

Dr. Erol’un öldürülmesini teorik bir tartışma çerçevesinde anlamaya çalışmak mümkündür. Marksist çözümlemeyi başka bir yazıya bırakarak burada realist, liberal ve konstrüktivist bakış açılarıyla konuyu anlamaya çalışabiliriz.

En basit şekilde ele almaya çalışırsak, realistlerin devleti tüm ilişkilerde ana aktör olarak gördüklerini ve devletin yaşatılması dışındaki aktörleri ikincil olarak nitelediklerini söyleyebiliriz. Onlara göre gücün tek elde toplanması, çeşitli birimlere dağılmaması iç ve dış tehlikelerin savuşturulması açısından önemlidir. İnsan doğası barışçıl değildir ve çıkarların korunması için kendi gücünün artırılması ve ilişkilerde güç kullanımı kaçınılmazdır. Çünkü yaşam hakkı güçlü olunduğu zaman mümkündür. Ayrıca hayatta kalabilmek kaygısı nedeniyle “ahlaklı” davranmak da önemli değildir. Realistler, değişimin çok mümkün olmadığını hatta hemen hemen imkânsız olduğunu düşünür. “Biz” ve “onlar” ayırımı yapma konusunda ısrarcıdırlar. Onlara göre, müttefiklere bile kuşkuyla bakılmalı çünkü bugün ittifak yapanlar yarın çıkarları nedeniyle rakiplerle birlikte olabilirler. 

Liberaller de devlete önem vermekle birlikte işbirliğini sağlayabilecek kurumların varlığını da önemserler. Gerektiği zaman güç kullanmanın gerekliliğini vurgularken kurumlar aracılığıyla işbirliğinin mümkün olduğunu da savunurlar. Onlara göre insan doğası barışçıldır ve işbirliği yapmaya uygundur. Sorunlar savaş ve çatışma olmadan da çözülebilir. Günümüzde yaygın kullanımıyla “win-win” (kazan-kazan) formülasyonunu bu çerçevede gündeme getirirler. Liberaller, işbirliği mekanizmalarının yaratıldığı ölçüde değişimin mümkün olduğuna inanırlar.  

Konstrüktivizm, Sovyetler Birliği’nin çöküş sürecinde gündeme gelen ve liberalizmle realizm arasında bir köprü oluşturmaya çalışan ve günümüzde çeşitli akademik çevrelerde kabul görmeye başlayan nispeten yeni sayılabilecek bir bakış açısıdır. Soğuk Savaş döneminin geçerli teorik yaklaşımı realizmin çözemediği/anlayamadığı konular için yeni bir bakış açısı getirmeyi hedefler. Konstrüktivizme göre çıkar ilişkileri yanında kimlikler ve fikirler de önemlidir. Kişiler ve devletler çıkarlarını gözetirlerken kendi kimliklerine ve fikirlerine yakın olanlarla ilişki içinde olmayı tercih ederler. İlk temas kurmadan önce karşıdan gelecek “sinyalin” olumlu olup olmadığını anlamaya çalışarak ilişkilerini bu temelde kurarlar. Değişimin olabileceğine inanırlar ve iyi örneklerin taklit edilerek dünyanın daha iyiye evrilebileceğini anlatmaya çalışırlar.

Bu üç bakış açısıyla sevgili Dr. Erol’un öldürülmesi olayını anlamaya çalışalım. Yukarıda Soğuk Savaş döneminin ruhuna hitap eden yaklaşımın realizm olduğuna vurgu yapmıştım. Realistlere göre güce sahip olmak yeterli değildir, onu karşı tarafa göstermek de gerekmektedir. Bu nedenle EOKA, Kıbrıs Türkler için önemli bir kişilik olan Dr. Erol ve diğerlerini katlederek “düşmanların” korku salmakta, böylece kendi pozisyonunu güçlendirmekteydi. Dikkat edilmesi gereken nokta, EOKA’nın sadece Kıbrıslı Türklere karşı olmadığı, Kıbrıslı Rumlar arasında kendinden olmayan tüm kesimlere karşı da öldürme ve sindirme kampanyası yürüttüğüydü. Sayıca fazla ve güçlü olan “düşmana” karşı Kıbrıslı Türk tarafının tavrı da realistlerin beklediği şekilde şekillenmişti. Kıbrıslı Türklerin güçleri bölünmeden “düşmana” karşı birleştirilmiş ve toplum tek sesli hale getirilmişti. Liberallerin işbirliği için gerekli olduğu düşünülen tüm örgütlerden Kıbrıslı Türkler uzaklaştırılmış ve “milli” oluşumlar içinde yeniden örgütlenmişti. Bunun yanı sıra toplumun yas tutmaya zamanı yoktu çünkü zaman mücadele zamanıydı. Böylece gücün önemine inanan iki liderlik ayrı toplumsal yapılanmalarını bu şekilde kurmuş ve bütün aykırı sesler susturulmuştu.

1960 yılında kurulan yeni devlet “fonksiyonel federasyon” olmasına rağmen, iki ayrı yapıyı destekleyecek şekilde planlanmış, örneğin eğitim, toplumların kendi sorumluluğuna bırakılarak ayrılığın temelleri ta en başından atılmıştı. 1962 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Johnson, “Amerikalıların” zaman içinde ortak bir ulus oluşturduklarını, dolayısıyla Kıbrıslıların da bunu başarması gerektiğini söylediğinde iki toplum liderliğinden de olumlu bir yaklaşım görmemişti. Yine Johnson ortak bir okul projesini ortaya attığında, konu tartışılmak üzere “komisyonlara” sevk edilerek unutulmaya bırakılmıştı.

Kolayca anlaşılabileceği gibi Soğuk Savaş yıllarında geçerli söylem realizme dayanmaktaydı ve “yumuşama” (détante) rüzgârı adayı teğet geçerek çok fazla etki bırakmadan uzaklaşıp gitmişti.         

Dr. Erol Neyi Simgelemeli?

Yakın zamanda kaybettiğimiz Hakkı Alpagut, Dr. Erol’un yeğeniydi. O, hiçbir zaman Dr. Erol’un öldürülmesini iki toplum arasında düşmanlığı artırıcı bir unsur olarak görmedi. Dedesi de bugüne kadar “kayıp” bir kişi olarak kaldı. Alpagut, bu konuyu da hiç gündeme getirmedi. Herkes onu tüm acısına rağmen iki toplumu birleştirmeye çalışan bir kişi olarak gördü. Hakkı Alpagut’un izlediği yol doğru bir yoldu.

İki toplumun da kayıpları oldu. Kıbrıs’ta yaşayan herkesin savaşlar ve toplumsal çatışmalar nedeniyle ölen veya kayıp olan bir aile ferdi veya tanıdığı vardır. Yapılması gereken yaşanan bu acıların karşılıklı yaşandığını kabul etmektir. Karşıdakinin acısını görmeden, anlamadan kendi acılarımızı yaşamaya devam edersek “ruhumuzu” da öldürürüz. Dünyada, bizim yaşadığımız acıların benzerini yaşayan birçok ülke ve insan var. Onlar “yüzleşmeyi” başardılar, empati kurdular ve yeni bir ortak yaşam yarattılar.

Kıbrıs da başarabilir. Liberallerin öngördüğü işbirliği mekanizmaları bu adada da kurulabilir. İnsan doğasının barışçıl olduğuna inanılırsa barışı kurmak kolaylaşır. Konstrüktivistlerin söylemleri de adalılara ışık tutabilir. Çıkarların birleştirildiği, iyi örneklerin takip ve taklit edilerek çoğaltıldığı ve zaman içinde kimliklerin benzeştiği bir insan topluluğu Kıbrıs’ta da yaratılabilir.

Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ın çocukları toplum liderlerine kırgınlıkların nasıl aşılabileceğinin örneğini verdiler. Onun öncesinde, gençlerimiz de müziğin evrensel ruhunun adadaki birliktelik için nasıl kullanılabileceğini gösterdiler.

Vamık Volkan, Dr. Erol’u hatırlatan yazısında kendi yasını yıllar sonra nasıl tutabildiğinin öyküsünü anlattı. Ancak tüm Erol’larımızı yalnızca yas tutmak için hatırlamamalıyız. Bilmeliyiz ki, onlar sonsuzlukta ışıklar içinde uyurken bizim yolumuzu da aydınlatıyorlar. Ve ölmeden, öldürmeden bu adada barış içinde yaşayabileceğimizi bize hatırlatıyorlar.

Bu haber toplam 3149 defa okunmuştur
Gaile 373. Sayısı

Gaile 373. Sayısı