1. HABERLER

  2. DÜNYA

  3. Fransa Genel Seçimleri ve Hükümet Krizi
Fransa Genel Seçimleri ve Hükümet Krizi

Fransa Genel Seçimleri ve Hükümet Krizi

YENİDÜZEN Global, bu hafta Fransa Genel Seçimleri ve Hükümet krizini inceliyor...

A+A-

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasnda sürpriz bir kararla parlamentoyu dağıtmış ve erken genel seçim çağrısı yapmıştı. Marie Le Pen’in aşırı sağ ve özellikle göçmen karşıtı politikaları ile bilinen partisi “Rassemblement national”in (Ulusal Cephe) nefesi son birkaç seçimdir tabiri caizse Macron ve onun “Ensemble” (Birlikte) isimli merkez ittifakının ensesindeydi. Rassemblement national Avrupa Parlamentosu seçimlerinde çok büyük bir fark atarak Avrupa’da yükselen sağ söylemine çok büyük katkı sağlamıştı. Kimi siyasi analistler Macron’un erken seçim çağrısını bir intihar olarak değerlendirirken başka uzmanlar ise Macron’un tam tersi, güven tazelemek ve aşırı sağ karşısında ülkede daha geniş bir koalisyonu konsolide etmek için böyle bir hamleyi tercih ettiğini iddia etmişlerdi.

Temmuz 2024’te gerçekleşen genel seçim ikinci senaryoya daha yakın bir sonucu doğurdu ve özellikle ikinci turda (Fransa’da birinci turda ilk ikiye kalan adaylar ikinci tur seçime katılıyor) solda oluşan “Noveau Front populaire” (Yeni Halk Cephesi) ittifak aşırı sağ karşısında mobilize olarak seçimi birincilikle tamamladı. İttifak içinde, ittifakın en radikal sol partisi olarak değerlendirilen “La France Insoumise” (Boyun Eğmeyen Fransa) partisi en çok sandalyeyi topladı. İttifakta ayrıca Sosyalist Parti, Komunist Parti ve Yeşiller yer alıyor. Bu sürpriz sonuca rağmen hiçbir parti ya da ittifak tek başına hükümeti kuracak kadar sandalyeyi elde etmemişti. Bu da kurulacak hükümetin bir azınlık hükümeti olacağını dolayısıyla yasama programında diğer grupların desteğini araması gerekeceğini gösteriyordu.

Aritmetik sonuçlara bakarak başbakanın sol ittifak içerisinden görevlendirilmesi gerektiğine dair bir beklenti elbette oluşmuştu. Hatta ittifak bu ismin deneyimli bürokrat Lucie Castets olması noktasında uzlaşmış ve Macron’u görevi Castets’e vermemesi halinde ona karşı parlamentoda bir “görevden azledilme önergesi” sunacakları ile tehdit etmişlerdi.  Öte yandan Macron’un merkez ittifakı üyeleri ve parlamentonun diğer muhafazakar partileri bu kadar radikal sol bir ismi desteklemeyeceklerini, kısacası Macron bu ismi görevlendirse bile parlamentodan güven oyu alamayacağını beyan ediyorlardrı. Macron vakit kazanmak ve havayı koklamak üzere yaklaşmakta olan Paris 2024 Olimpiyatlarını öne sürerek hükümeti kurma çalışmalarının spor müsabakaları sona erdikten sonra gerçekleşeceğini mevcut hükümetin de o güne kadar işgüder hükümet olarak görevde kalmasını istediğini belirtti.  

En nihayet 5 Eylül 2024 tarihinde Macron siyaseten deneyimli muhafazakar Michel Barnier’i başbakan olarak görevlendirdi. Bu elbette seçimi birincilikle tamamlayan sol ittifak partileri ve seçmeni için büyük bir şok oldu ve hayal kırıklığı oldu. Bu görevlendirmenin hemen ardından La France Insoumise başkanı Melenchon Macron’u Fransa halkının siyasi iradesini göz ardı etmekle suçladı.

Öte yandan Macron’un Barnier’i tercih etmesinde, deneyimli siyasetçinin AB’nin İngiltere’nin AB’den çıkışı sürecinde AB baş müzakerecisi olarak görev yapmış olması ve şu anda oldukça bölünmüş ve gergin bulunan parlamentoyu toparlayabileceğine olan inancının önemine vurgu yapılıyor. En azından kamuoyu nezdinde çizilen resim bu şekilde.

Bize göre ise bu tercihin ardında, Macron’un erken genel seçim ilanı ile temenni ettiği konsolidasyonun kendi merkez ittifakında değil de solda olmasının ardından yaşadığı şaşkınlık ve Melenchon başta olmak üzere sol ittifakın parlamentoda siyaseten Macron ve merkez ittifak siyasetinden mümkün olduğunca uzaklaşmaya ve onları siyaseten zayıflatmaya yöenik bir ajanda güdeceklerini beyan etmiş olması bulunuyor. Kısacası Macron, Fransa üzerindeki iktidarını konsolide etmek isterken ve bunun karşısında en büyük tehdidi aşırı sağ olarak konumlandırırken bir anda kendini sol ittifak tehdidi ile karşı karşıya buldu. Maalesef kendi iktidarını korumak amacıyla yaptığı muhafazakar başbakan hamlesi, uzun vadede aşırı sağın daha da yükselmesine ve bir sonraki genel seçimlerde iktidara yükselmesine sebep olabilecek kadar düşünülmemiş bir hamle olarak değerlendirilebilir.

***

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı ve Türkiye

Beş yıl aradan sonra, Ağustos 2024 sonunda gerçekleşen Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısı’na Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da davet olundu. Bu Türkiye’nin yeni hükümetinin AB ile olan ilişkilerde daha ılımlı bir iletişim modeli kurmaya yönelik politika değişikliğinin sonucu olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin NATO üyeliği, şu anda çatışma olan bölgeler ile Avrupa anakıtası arasında bir tampon görevi görüyor olması ve AB mülteci politikasında önemli bir uygulama ortağı olması ve Ukrayna krizinde de Türkiye’nin insancıl siyasette aktif rol üstlenmiş olması da elbette bu davetin diğer sebepleri olarak düşünülebilir. 

Kıbrıs sorunu açısından da değerlendirildiğinde, Türkiye’nin AB ile yeniden temas etmesi ve diplomatik ilişkilerin daha yakın ve yoğun sürdürülmesi bir umut ışığı yakmış sayılabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu davete itiraz etmemiş olması, hatta yerel milliyetçi muhalefete karşı, bu tutumunu devam ettirmesi, Kırıslı liderlerin karşılıklı iletişimde olmamasına rağmen, diğer paydaşlar arasında iletişimin yeniden tesisi ufak da olsa pozitif bir değerlendirme olarak bizim kayıtlarımıza geçiyor.

***

Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık Seçimi ve Netanyahu Karşıtı Eylemler

 Amerika Birleşik Devletleri Harris ve Trump arasında gerçekleşecek olan başkanlık seçimine doğru hızla ilerlerken, her şart ve koşulda müttefiki olduğu İsrail ile Gazze’de ateşkes konusunda anlaşmazlığa düşmek üzere. Biden ve Harris Gazze’nin kuşatılmasını ve saldırıların gölgesini seçim arifesinde hissetmeye başladılar, bu noktada daha insancıl bir tavır alıp ateşkesi savunmak istiyorlar. Amerikan yetkililer ateşkes için zeminin yüzde doksan oranında hazır olduğunu savunurken, Netanyahu onları açıkça yalanlayıp ateşkes falan söz konusu değil diye açıklamalarda bulunuyor.

Öte yandan, Hamas tarafından esir alınan altı İsrailli’nin ölü bedenlerinin ortaya çıkmasıyle başlayan ve geçtiğimiz Perşembe oldukça büyüyen Netanyahu karşıtı eylemler de Netanyahu’nun ateşkese yanaşması yönünde yeterli baskıyı oluşturduğu söylenemez. 

Burada en önemli eksiklik, biz Kıbrıslıların çok da iyi bileceği üzere, toplumsal bir barış ve adalet çağrısının maalesef olmayışıdır. ABD’nin çabaları tamamen iç siyasete yönelik seçim çabaları olarak algılanmakta, öte yandan bir yıla yakındır süregelen soykırım ölçeğindeki katliamları durdurmak için bu kadar büyük bir ateşkes çağrısı yapılmazken, Hamas’ın savaş suçu işlemesi ve İsraillilerin ölmüş olması meydanları Netanyahu’ya karşı doldurabiliyor. Bu noktada, ateşkesin de savaşın gerçek anlamda sonunun da ne zaman gelebileceği veyahut gelip gelmeyeceği hala bilinmezliğini koruyor.


Bu sayfa Uluslararası İlişkiler Editörleri tarafından YENİDÜZEN Gazetesi için hazırlanmaktadır

Bu haber toplam 3115 defa okunmuştur