1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Fuat Niyazi, “kayıp” edildiği tarihten 60 yıl sonra Pazar günü toprağa verilecek...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Fuat Niyazi, “kayıp” edildiği tarihten 60 yıl sonra Pazar günü toprağa verilecek...

A+A-

Trulli’de (Strullo) bir kuyuda, 1963-64’te “kayıp” edilen üç diğer Kıbrıslıtürk’le birlikte kalıntıları bulunan Fuat Niyazi’nin cenaze töreni, 12 Mayıs 2024 Pazar günü yapılacak ve “kayıp” edildiği tarihten tam 60 yıl sonra, önümüzdeki Pazar Lefkoşa Şehitliği’nde askeri törenle toprağa verilecek.

Kayıplar Komitesi’nin Larnaka’ya bağlı Trulli köyünde bir Kıbrıslırum “kayıp” yakını olan Ksenis Halluma’nın yaşlı bir şahitten bilgi alarak gösterdiği ve aynı zamanda Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum eski yetkilisi, rahmetlik Ksenofon Kallis’in de yıllar önce Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu kuyuda yürüttüğü kazıda dört “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar bulunmuştu...

Fuat Niyazi için yapılacak cenaze töreni 12 Mayıs 2024 Pazar günü saat 10.00’da Lefkoşa Mezarlığı’nda kılınacak cenaze namazı ardından mezarlık içerisinde bulunan ve “Ortaköy Şehitliği” diye de bilinen Lefkoşa Şehitliği’ne  askeri görenle defnedilecek.  

 

60 YIL SONRA DEFNEDİLİYOR...

12 Mayıs 1964’te Larnaka’da Amerikan Akademisi önünde durdurulan bir Kıbrıslıtürk’e ait taksiden bazı Kıbrıslırumlar tarafından alınarak “kayıp” edilen üç Kıbrıslıtürk’ten biri olan Fuat Niyazi, “kayıp” edildiği 12 Mayıs 1964’ün 60ncı yıldönümünde, 12 Mayıs 2024’te Dikomo yolundaki Lefkoşa Mezarlığı içerisindeki “Ortaköy Şehitliği”nde düzenlenecek askeri törenle toprağa verilecek. Cenaze töreni, ailenin isteği üzerine 12 Mayıs 2024 Pazar günü yapılacak... Cenaze töreni, diğer “kayıp” cenazelerinde olduğu gibi sabah saat 10.00’da yapılacak...

Fuat Niyazi, 1944 Tatlısu (Mari) doğumluydu ve “kayıp” edildiğinde henüz 20 yaşında bir gençti...

 

TRULLİ’DE BULUNMUŞLARDI...

12 Mayıs 1964 tarihinde, Larnaka’da Amerikan Akademisi önünde bazı Kıbrıslırumlar tarafından durdurulan Reşat Ahmet’in TAM189 plakalı Consul marka taksisinden taksi şöförü Reşat Ahmet ve takside yolcu olarak bulunan Fuat Niyazi ile Eşref Salih alınarak “kayıp” edilmişlerdi. Yıllar sonra, 2022 yılında bir Kıbrıslırum “kayıp” yakını olan çok değerli arkadaşımız Ksenis Halluma, yaşlı bir görgü tanığından elde ettiği bilgiler doğrultusunda, Kayıplar Komitesi yetkililerine Trulli (Strullos) dışındaki bir kuyuyu göstermiş ve bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömü yerinin bu kuyu olabileceğini belirtmişti. Halluma’nın da babası ve amcası Tremeşe’den (Tremetuşa/Erdemli) 1974’te bazı Kıbrıslıtürkler tarafından “kayıp” edilmiş bulunuyor ve bugüne kadar onların gömü yeri bulunmadı. Buna karşın Halluma, uzun yıllardan beridir, gönüllü ve insani bir jest olarak “kayıplar”ın bulunması için özel çaba gösteriyor...

Halluma’nın göstermiş olduğu kuyuyu, ondan önce de Kayıplar Komitesi’nin geçen yıl kaybettiğimiz Kıbrıslırum Üye Yardımcısı rahmetlik Ksenofon Kallis de Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiş ve yıllar içerisinde bu kuyunun kazılması için çaba sarfetmişti... Halluma’nın aynı kuyuyu göstermesi üzerine kazılara başlanmış ve sözkonusu kuyudan dört “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar Kayıplar Komitesi kazı ekibi tarafından çıkarılarak kimliklendirilmeye gönderilmişti. İlk kimliklendirilen Mustafa Mulla Hüseyin olmuştu. O, bu gruptan ayrı olarak Aralık 1963’te yine Larnaka’da bazı Kıbrıslırumlar tarafından yoldan alınarak “kayıp” edilmişti. Mustafa Mulla Hüseyin’in cenaze töreni de geçtiğimiz yıl 1 Aralık 2023’te Mağusa Canbulat Şehitliği’nde yapılarak toprağa verilmişti. Aslen Siligulu olan Mustafa Mulla Hüseyin, “kayıp” edildiğinde henüz 27 yaşındaydı ve Muttayaga’dan (Mutluyaka) Habibe hanımla evliydi, iki küçük oğlu vardı. Oğlularından biri henüz üç yaşındaki Hüseyin ve henüz 11 aylık Salih’ti. Oğlu Hüseyin, 2009 yılında bir kalp krizi sonucu vefat ettiği için babasından geride kalanların bulunduğunu göremedi, cenaze törenine katılamamıştı. Cenaze törenine oğlu Salih Altunel ve diğer yakınları katılmış, Habibe Altunel ise sağlık nedenleriyle cenazeye katılamamış, cenazenin ardından bizi evinde kabul ederek duygularını ve anılarını paylaşmıştı...

 

BİR KİMLİKLENDİRME DAHA YAPILDI...

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Psikoloğu Sülün Asafhan’dan aldığımız bilgilere göre, kuyuda kalıntıları bulunan bir “kayıp” Kıbrıslıtürk daha kimliklendirilmiş bulunuyor ve ailesinin cenaze töreninin ne zaman yapılacağı hakkında karar vermesi bekleniyor... Kuyuda kalıntıları bulunan dördüncü kişi ise DNA testleriyle henüz kimliklendirilemedi.

 

AİLENİN ACISINI PAYLAŞIYORUZ...

Biz de 1964’te bazı Kıbrıslırumlar tarafından öldürülerek “kayıp” edilen ve Pazar günü defnedilecek olan Fuat Niyazi’nin ailesinin acısını paylaşıyoruz...

12, 13, 14 ve 15 Aralık 2022 tarihinde bu sayfalarda Kalavason ve Tatlısu’dan “kayıp” edilenlerin öykülerini çok değerli sendikacı arkadaşımız Şener Elcil’in yardımlarıyla, “kayıp” edilenlerin akrabalarına ulaşarak kaleme almıştık. O günlerde yayımlanan yazımızda  “kayıp” Reşat Ahmet’in yakınları Şener Elcil, Erbay Elcil, Ahmet Bengihan ve “kayıp” Fuat Niyazi’nin kardeşi Kemal Niyazi Eserol’la röportajımız yer almıştı.

sayfa-17-fuat-niyazi.jpg

Fuat Niyazi...

16-17-sayfa-sevgul-sss-layout-1-page-02.jpg


***  BASINDAN GÜNCEL...

“Türkiye’de evlatları “kayıp” edilen Cumartesi Anneleri ve bir mücadele aracı olarak inat...”

Pınar Öğünç

“1000 hafta”, son derece net inşa edilmiş olmasına rağmen insan algısının hızla bir ölçüye tercüme edebileceği bir zaman dilimi değil. Bu kaç yıl demektir, tarif edilmek istenen süre neden özellikle hafta üzerinden dile getirilmiştir? 1000 hafta süregiden nasıl bir hal, ne çeşit bir eylem olabilir?

İstanbul'un en işlek meydanlarından biri olan Galatasaray Meydanı, Cumartesi Anneleri ya da kardeşleri, babaları, çocukları, torunları da katarsak tüm kayıp yakınlarıyla Cumartesi İnsanları'nındır artık. Böyledir çünkü neredeyse otuz yıldır sesleri ve de sessizlikleri her bir parke taşına, o meydana bakan binaların çimentosuna, üzerinden uçan kuşların kuşaklarca kanatlarına sinmiştir. Bu bir teşbih sayılmaz, birkaç hafta sonra gerçekten 1000. kez buluşulacak Galatasaray'da.

Cumartesi Anneleri, her Galatasaray eyleminde bir kaybın öyküsünü anar. Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi imzasıyla biten bu metinlerin toplamına bakılsa en sık kullanılan fiil “vazgeçmemek” olabilir. “Gözaltında kaybedilenlerin akıbetlerinin açıklanması, suçun fail ve sorumlularının yargılanarak cezalandırılmaları talebiyle” oradadırlar. “Tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz” diyerek bitirirler. Kaldı ki orada bulunmanın bizatihi kendisi vazgeçmemek anlamına gelir. Peki neden vazgeçmemek?... 1990'lı yılların başında gözaltında kaybedilenlerin ya da gözaltı dışında infaz edilenlerin yakınları, yanlarında az sayıda insan hakları savunucusuyla birlikte ilk kez 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Meydanı’nda oturdu. Her cumartesi saat 12’deki bu sessiz buluşmaların ilhamını Arjantin’deki Plaza de Mayo annelerinden almışlardı. Eyleme yönelik polis şiddeti gittikçe arttı ve 1999'un baharında “Bizim için her yer Galatasaray, kayıplarımızı aramaya devam edeceğiz” diyerek Galatasaray oturumlarına ara verdiler.

2008'de Ergenekon davasına ait iddianamenin hazırlanmasıyla eylemler tekrar başladı. Çünkü onların zorla kaybetmelerden sorumlu olarak andığı bazı isimler de yargılanıyordu ve davanın bu yönde genişletilmesini talep ediyorlardı. 2009’da Galatasaray'da başlayan eylemler artık sadece İstanbul’da değil, Diyarbakır’da, Cizre’de, Batman’da, İzmir’de, Yüksekova’da da yapılıyordu.

2015'te Çözüm Süreci'nin bitmesini takip eden uzun süreli sokağa çıkma yasakları sürecinde, Diyarbakır, Cizre, Batman ve Yüksekova’daki eylemler sekteye uğradı. İstanbul’da 25 Ağustos 2018’de 700. haftada bir araya geldiklerinde ise yoğun polis şiddetiyle karşılaştılar, dahha sonra defalarca gözaltına alındılar. Galatasaray Meydanı'nda buluşmalarına artık izin verilmiyordu. Meydanın dışında, sokaklar dahi yasaklanmıştı. Eylemin açıkça kamusal alanlardan men edilmeye çalışılmasına karşılık İnsan Hakları Derneği'nin İstanbul Şubesi'nin önünde, hakikaten kapının önünde her cumartesi buluşmaya devam ettiler. Bu yasağın Anayasa Mahkemesi'ne taşınmasına ve alınan ihlal kararına rağmen Galatasaray'da her zaman oturdukları yere karanfil bırakma girişimleri yirmi dokuz hafta boyunca polis şiddetiyle karşılaştı. Neredeyse beş yıl sonra, ancak 2023'ün Kasım ayında tekrar buluşabildiler Galatasaray'da.

 

Derin yaralar

Toplumsal bir anlamı olduğuna inandığım için yazının bu noktasına kişisel bir not düşmek isterim. Birçok gazeteci gibi bu kayıp davaları ve Cumartesi Anneleri eylemi meslek hayatımın büyük kısmına yayılmakla kalmadı, şahsen üzerimde çok da etkili oldular. Galatasaray'da çok defa arkalarına geçtim o haftanın adalet talebini dinledim, önlerine geçtim fotoğraflarını çektim. Kimi kayıpların hikâyelerini yakınlarından dinledim, ayrıca yazdım; zaman aşımına az kalmış kimi davaların sinir törpüleyen duruşmalarına girdim. Kemik parçası aranan mezar yerleri gördüm, kardeşinin kemiğini buldu diye sevinenlerin evlerine misafir oldum. Bir otobüs dolusu kayıp yakınıyla İstanbul'dan Aydın'a, o sırada Mehmet Ağar'ın tutuklu bulunduğu cezaevinin önüne gittim. Yüzlerini Galatasaray'da gökyüzüne doğru kaldırılan belki hayattaki tek fotoğraflarından bildiğim kişilerin kardeşleriyle, çocuklarıyla birlikte yaş aldım. O politik inat benim gibi çok insana dokundu. Geçen haftalarda 43. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel yarışmasında En İyi Film seçilen “Dargeçit” bu ısrarın altını tekrar çizen bir film oldu. Hiçbir sonuç alınamayabileceğini bilerek ama sonuna kadar inanarak adelet aramak... İlki devlet şiddetinin mekanizmasını görmekten kaynaklanan siyasi bir olgunluk, ikincisi mücadelenin dinamiğini içten hissetmekten kaynaklanan güçlü bir inanç.

Yönetmenliğini Berke Baş'ın yaptığı “Dargeçit”, 1995'te Mardin, Dargeçit’te oğulları ve kardeşleri devlet güçlerinin elinde kaybolan aileleri, onların avukatlarını, 2015’te başlayan Dargeçit JİTEM davasının duruşmalarında takip ediyor. Filmin yapımcılığını ise yıllardır bunun gibi davaların takibi, belgelenmesi ve kamusallaştırılması alanında çalışan Hafıza Merkezi'nden Enis Köstepen üstlenmiş. Bilhassa başka kentlere taşınan duruşmalar için uzun yollardan gelen aileler adalet ve hakikat kırıntısı için girdikleri salonlardan elleri boş çıkıyor; şiddetin bir uzantısı olarak bu da sistematikleşmiş. Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde tekrar canlanan bu davaları, hükümetin hesaplaşma gösterisi üzerinden faillerin ceza alabileceğine dair bir nebze de olsa umut yaratmıştı fakat neredeyse tamamında sanıklar beraat etti.

Hukuk eğitimi alan ve uzun yıllardır zorla kaybetmeler, zorla göç, hafıza ve adalet arayışı konularında çalışan Özgür Sevgi Göral, Türkiye'deki muhalif hafıza çalışmalarını, Cezayir'deki sömürgeci tarihi üzerinden Fransa'yla karşılaştıran bir dizi yazı yazmıştı. İstos Yayınları'nın geçen yıl “Yaramız Derindir- Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi” başlığıyla yayınladığı kitap, hafıza ve yüzleşme girişimlerini açmazlarıyla, olanaklarıyla değerlendirirken bu yeni faşizmler çağına güncel bir bakış önerisi getiriyor.

Göral'ın Cumartesi Anneleri/ İnsanları'na dair bir vurgusu ayrıca önemli. Göral bu “bekleyişin” ilk anda akla geldiği gibi yekpare, pasif ve sabit bir süreç olmadığının, kaybın akıbetini öğrenmekten kemiklerini bulmaya uzanan taleplerin, zamanın akışını önemsiz kılmasının altını çiziyor, dolayısıyla bunu aktif bir süreç olarak niteliyor. Jean Améry'nin faşizmden ve soykırımdan sağ kurtulanlar için sarf ettiği “zamanın feshi” talebine benzetiyor bunu. “1000 hafta” böylelikle bir anlama kavuşuyor.

(AGOS – Pınar ÖĞÜNÇ – 9.5.2024)

Bu yazı toplam 853 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar