1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. FUTBOL BAZEN SADECE FUTBOLDUR
FUTBOL BAZEN SADECE FUTBOLDUR

FUTBOL BAZEN SADECE FUTBOLDUR

İnsanları hobilerine, yiyip içtiklerine göre sınıflandırmanın ve bunun üzerinden yargılamanın modası, içtiğimiz çayın demlenmiş ya da sallama olması üzerinde etnik kimlik tartışması yapılması alışkanlığı ile beraber çoktan geçmiş olması gerekirdi

A+A-

Pervin Yiğit
[email protected]

 

Dünyanın en popüler sporu olan, milyarlarca insanın takip ettiği futbol, maalesef bizim kültürümüzde hala günah keçisi olarak algılanmaya devam ediyor. Kendini entelektüel olarak tanımlayan, sosyal medyada klavye devrimciliği yapan kişilerin toplumsal düzeyde kayda değer bir olay patlak verdiğinde, her seferinde futbolseverleri hedef alarak “siz gidin futbola dalın, ülke yangın yeri, ama bu akşamki maç daha önemli tabii, yarına unutursunuz nasılsa” minvalinde tepki göstermeleri yıllar geçtikçe azalsa da, hala rahatsız edici boyutta. Her konuda demokratik, özgürlükçü, farklılıklara saygılı olduğu ile övünen kişilerin konu futbol olunca, karşıdakinin zevkini aşağılayıcı bir gözle yargılama ve hatta ona saldırma durumuna geçmesi artık şaşırtıcı gelmiyor. Hazır her futbolsever için muhteşem bir yaz vaad eden çift rakamlı bir yıla girmişken ve futbolsever olmayanlar için yerden yere vurulacak zamanların gelmesi yaklaşırken, futbol karşıtları tarafından acımasızca eleştirilmemek belki biraz da saygı gösterilmek adına futbol ile ilgili yazmak istedim.

“Din, toplumun afyonudur” (1)

Din’i toplumun uyutulması için etkili bir araç olarak gören kesimin birçoğu futbolu da aynı çizgide değerlendiriyor. Bazı sol görüşlü aydınlar futbolu kitlelerin dinamizmini azaltan bu yüzden de devrim için gerekli olan gücü başka yere aktaran bir araç olarak niteleyip futbola karşı çıkıyor. (2) Bazıları ise futbolun kitleleri aptallaştırdığını ve onları gerçeklikten uzaklaştırarak denetlenmeye hazır hale getirdiğini savunarak futbolu ve futbolseverleri eleştiriyorlar.(3)

Kabul edilmelidir ki, futbol geçtiğimiz yüzyılda kitleleri daha kolay yönetebilmek için bir araç olarak kullanılmıştı. 40 yıl boyunca Portekiz’i dikta rejimiyle yöneten Antonio Salazar, futbolu, fiesta ve fado ile beraber iktidarını sürdürmesine yardımcı olan bir güç olarak gördüğünü itiraf etmişti. İspanya’yı 36 yıl boyunca diktatörlükle yöneten Francisco Franco da aynı şekilde futbol ile kitleleri yönlendirmiş, 1944’te Santiago Bernabeu Stadının yapımını başlatırken o zaman 70.000 kişilik olan stad için uyku tulumu benzetmesini yapmıştı. Evet, bireyleri yönetebilmenin en kolay yolu onları prototip cahiller haline getirmektir. Bir egemene bağımlı olan böyle bir topluluk yönetilmeye en elverişli kitle olur. Kendi fikri olmayan, başkasının ağzı ile konuşan bu bireyler, herhangi bir yaptırıma karşı gelebilecek yetilerini bıraktıkları için, ellerinde kalan tek şey otorite olarak kabul ettiklerinin her kelimesine kayıtsız şartsız inanmalarıdır. Bilinçli ve düşünen bir varlık olarak yaratılan insanın bu noktaya gelebilmesi için uygulanacak en güçlü çözüm onları dini söylemlerle uyuşturmak, insani yetilerini ellerinden alarak, otoriteye bağımlı hale getirmektir. Biz bu senaryoyu son 15 yıldır Türkiye’de izliyoruz. Ortalık yanarken yandaş medyanın kanallarında yayında olan spor programları, yetenek sizsiniz ve survivor gibi yarışmalar da bu amaca hizmet etmektedir. Ay sonunu getiremeyen halkın kim ne giymiş, nerede ne yemiş diye kafa yorması tam da sorunsuz yönetilebilecek bir halk için uygun aktivitelerdir.

Bunu başaran egemen grubun, gerektiğinde medyayı gerektiğinde de futbolu aynı amaç uğruna kullanması, futbolun da din gibi bir uyuşturucu olduğunu göstermez. Futbolun kendi özünü aşan bir şekle girip, bir fikir empoze etmek ya da olan bir fikri beslemek için kullanılmış olması, futbolun kötü ve karşı konulması gereken bir eğlence olduğunu kanıtlamaz. Futbolu din ile aynı kefeye koymak bizim muhafazakar aydınlarımızın eğiliminden başka bir şey değildir. İnsan ürünü olan her şey, farklı zamanlarda farklı kişiler tarafından farklı amaçlar için kullanılabilir. Dinamit, dağları delip yol yapmak için kullanıldığında iyi, insan öldürmek için kullanıldığında kötüdür. Aynı şekilde uyuşturucu maddeler, ameliyat yapmak için kullanılırken insanlık için yararlıdır. İnsanların bu gibi maddeleri kötü niyetli olarak insanlığın zararı için kullanmaları, bunların kendi içinde kötü, yanlış ya da zararlı olduğunu göstermez. Futbolu da bu çerçevede düşünmemiz gerekir.

Futbol birçok insanın ona inanması ve entelektüllerin ona kuşku ile yaklaşması açısından dine benzemektedir (4)

Futbolun temiz tarafını göstermeye çalışırken, tabii ki onu kirletenlerin varlığını da unutmamak gerek. Fanatizm ile gözleri kör olmuş bu kesim, dünyanın her yerinde futbola zarar vermektedir. Fanatizm kelimesi zaten ilk olarak deli veya çılgın olarak tabir edilen insanlar için kullanılmaya başlamıştır. Sonrasında ise Tanrı’dan ilham alan olarak, özellikle dini çevrelerce aşırı istekli bir şekilde bir dine bağlı olup onu savunanlar için kullanılmaya devam etmiştir. Bu noktadan bakacak olursak, fanatizm ile dogmatizmin paralel olduklarını söyleyebiliriz. Bir dine körü körüne bağlanan, ötesini sorgulamayan bir inanan ile, takım sevgisi objektifliğinin her zaman önüne geçen bir taraftar bu noktada eş değerdedir. İkisi de dogmatizm temelinde yaşayan, sevdiği ve inandığı kavramların esiri olan, bireyselliğini yok ederek bir dine, takıma, peygambere, futbolcuya bağlanan kişilerdir; işte bu durumda fanatik olarak adlandırılan taraftar için futbol bir afyon olur, fakat geri kalan kesim için bunu söylemek yanlış olacaktır.

Fanatizmden beslenen grubu eleştirmekle beraber, futbolun dini bir inanış olarak nitelenmesine karşıyım. Spor programlarında çok kullanılan kelimeler olsa da stadlar taraftarın mabedi, totemler dini birer tören, taraftar da mümin değildir. Maç sırasındaki olaylarda ölenler şehit ya da medyanın kurguladığının aksine futbol dinin yerine geçmeyi hedef edinmiş putperestliğe yaklaşan bir inanış hiç değildir. Fakat uzun bir süredir futbol da din gibi bir araç olarak kullanılıyor ve maalesef medyanın etkisiyle, entelektüel zevkin dışına itilmeye, “istenmeyen/aydın olayan/alt sınıfın” eğlencesi yapılmaya çalışılıyor.

Futbol karşıtı sözde aydınların en sevdiği dayanak noktalarından biri futbolun milliyetçiliği beslediğidir. Bunu da genellikle Honduras ve El Salvador arasında çıkan savaşı örnek göstererek savunurlar.  1969 Dünya Kupası elemeleri için karşılaşan bu iki takım arasında bir kavga çıkmış sonrasında ise bu iki ülke savaşa girmişti. Neticede 4000 kişi ölmüş, 12000’den fazla kişi yaralanmış ve 50000 kişi de evsiz kalmıştı. Futbol savaşı olarak anılan bu savaşın sebebi tabii ki futbol değildi, futbol sadece meşaleyi alevlendirmek için kullanılan bir fitildi.

Medyanın söylemleri ile futbola daha da karşıt hale gelen aydın kesimin diğer bir dayanak noktası da futbolun şiddet kültürünü beslemesidir. Evet, futbol şu anda hem bunu başarıyor hem de milliyetçilik, cinsiyetçilik ve  militarizme hizmet ediyor. Fakat bu futbolun değil, medyanın suçudur. Her maç öncesi ve sonrası atılan gazete manşetlerinden tutun da, milliyetçi ve dindar kesimden gelen yorumcuların tartışma programlarında her akşam saatlerce boy göstermesi, futbolun üzerine başka bir misyon yüklemiştir. Medya şiddet kültürünü futbolun içine hem yerleştiren hem de bunu yeniden üreten, bunu yaparken de milliyetçilik ve cinsiyetçilik üzerinden yapan bir kurumdur. Türkler Viyena kapısında, Türkler’den Fransızlara Osmanlı tokadı, sultan Fatih Terim, Olimpiakos’u denize döktük gibi manşetler Türk futbolunun gerçeğidir ve bu gerçekler de futbolu algılayışımızı şekillendirir. Futbolu sadece milliyetçiliği besleyen zararlı bir unsur olarak değerlendirmek ve sırf bu sebepten buna karşı çıkmak yanlış bir düşünce şeklidir. Milliyetçiliğin olmadığı bir ütopyada da futbol vardır; futbol milliyetçilik aracılığı ile var olmaz sadece milliyetçilik tarafından kullanılan ve bu konuda da başarı sağlayan bir araçtır.

Popüler kültür olarak futbol

Popüler kültür bir bakış açısına göre, kullanmayı çok sevmesem de, “aşağı kültür”ü kast ederek sınıfsal bir ayrımcılığa hizmet eder. Başka bir bakış açısına göre ise, herkesin ulaşabileceği kültürü tanımlar. Ben futbolu güzel sanatlardan, klasik müzikten ayırarak sadece “yüksek kültüre” sahip insanların ilgilendiği bir alan yapan fikre her zama karşı çıktım. Futbol popüler kültür ürünüdür fakat ekonomik, sosyal ve siyasi hiçbir fark gözetmeden herkesi ortak paydada birleştirdiği için bu şekilde tanımlanır.

Benim için “futbol, arabesk müzik dinleyen kişilerin zevkidir” demek “klasik müzik dinleyenler de lahmacun yememelidir” demek kadar saçmadır. Her klasik müzik dinleyen yüksek kültürde olamayacağı gibi, her arabesk dinleyen de alt kültürden gelmez. İnsanları hobilerine, yiyip içtiklerine göre sınıflandırmanın ve bunun üzerinden yargılamanın modası, içtiğimiz çayın demlenmiş ya da sallama olması üzerinde etnik kimlik tartışması yapılması alışkanlığı ile beraber çoktan geçmiş olması gerekirdi fakat maalesef biz toplum olarak hala ideoloji, bakış açısı, kültür ve hobileri birbirlerine bağımlı zannediyoruz.

İdeoloji bireyin davranışlarına yön veren düşüncelerdir. İnsanın kendisini oluşturduğu bu yapı taşlarının içerisinde sosyal, politik, felsefi veya ahlaki düşünceler de bulunur, fakat bir ideolojiyi benimsemek kişiyi doğal olarak bazı hobilere yakın tutarken diğerlerine karşıt yapmaz. Ne pipo içip fular takan herkes entelektüeldir, ne de maça giden herkes “kültürsüzdür”. Entelektüel seviye, kişinin severek yaptığı şeyleri değiştirmez fakat düşünerek yaptıklarını şekillendirir. Bir başka deyişle, duygusal olarak ihtiyacınız olan şeyleri ideolojinizden bağımsız olarak yapabilirsiniz ama davranışlarınız ve benimsediğiniz fikirler paralel gitmelidir. Örneğin vejeteryan olan birinin ava gitmemesi, hayvan haklarını savunan birinin hayvanlar üzerinde denenen kozmetik ürünleri kullanmaması düşünce sistemleri le tutarlılık gösterir. Fakat karısına şiddet gösteren bir adamın sırf pişirmeyi sevdiği için yemek yapması onu cinsiyet eşitliğine inananan biri yapmaz ya da evindeki yardımcıyı karın tokluğuna 24 saat çalıştıran biri sırf kendisini solcu olarak tanımladığı için ve sosyal medyada bu minvalde atıp tuttuğu için  solcu olamaz. Kısacası ideolojiniz yaptığınız hareketlerde kendini gösterir; yediğiniz yemekte, içtiğiniz kahvede ya da dinlediğiniz müzikte değil. O yüzden espresso içen erkeğin şiddeti espresso ile engellenemeyeceği gibi, arabesk dinleyip çiğ köfte yiyeninki de bu sebeple artmaz.

Futbol karşıtları için, futbola bilinçli yaklaşan kişilerin futbol endüstrisine tepki vermeyerek hala futbol ile yatıp kalkmaları kafa kurcalayan bir durumdur. Ama onların gözden kaçırdığı, futbolun kendisinin zevk verdiğidir. “Futbolu severim ama artık kapitalizmin ürünü olduğu için anlamını kaybetmiştir” diye düşünen biri futbolu sevmiyordur. Bir futbolsever Küçük Kaymaklı- Yenicami maçını da Marsilya-PSG maçını da izler. Zaten şunu da kabul etmelidir ki bazen sizin oynadığınız halı saha maçı, milyon dolarlara bedel futbolcuların oynadığı maçlardan daha zevkli olur. Futbol bazen sadece futboldur, oyunu izlerken mutlu olmanız için sahada illa Messi’nin olması gerekmez.

Tabii ki olayların arkasındaki ya da metinlerin arasındaki gizli/gerçek sebeplerin üzerine düşünülmesi taraftarıyım. Bu yüzden futbol takımlarının arkasındaki kimliklere bakarak tarafımı belirlemek benim için doğal olandır. CSKA’nın Kızıl Ordu mensuplarınca, Dinamo Kiev’in KGB çalışanlarınca kurulmuş olduğunu ya da Sovyetler Birliği futbol liginin işçi sınıfı dayanışmasının ürünü olduğunu her futbol sever bilmeyebilir. Ama Real Madrid’in hala bugün faşizmin kalesi olarak göründüğünü bilerek ve Barcelona’nın Katalan kimliğinin farkında olarak, El Classicoyu bağımsızlıklarını kazanmaya çalışan katalunya halkı ile faşist Franco’nun takımı arasındaki maç olarak izleyip, benimsediğiniz ideolojiye göre takım tutmak, futbolun görünmeyen ama orada olan hakikatine göstermiş olduğunuz saygıyı gösterir.

Fransa- Cezayir maçında Cezayir’i, Sivas -Amedspor maçında Amedspor’u “futbol asla sadece futbol değildir” görüşü ışığında tutabilirsiniz. Gezi parkı direnişinden sonra Beşiktaş taraftar grubu olan Çarşı’nın aydın kesimin sempatisini kazanması bugün hem Galatasaraylıların hem de Fenerbahçelilerin Avrupa’da Beşiktaş’a bu kadar gönülden destek vermelerinin bir sebebidir. Hem bir Galatasaraylı hem de, dürüst olmak gerekirse, Fenerbahçe’ye karşı antipatisi olan benim bile bugün Fenerbahçe Başakşehir maçında iktidarın gölgesinde olan Başakşehir’i asla tutmayışımın sebebi futbolun arkasındaki öğelerdir. 2016 Avrupa Şampiyonası finalinde Portekiz Fransa karşılaşmasında Portekiz’i desteklesem de, bir kaç ay sonra Fransız Griezmann ve Portekizli Ronaldo İspanya liginde karşılaştıklarında bu kez tam tersini yapmış ve Ronaldo’nun takımı Real Madrid’i tutmamıştım. Bu kez Griezmann’ın takımını destekleme sebebim kralcıların ve Franco düzeni taraftarlarının karşısında işçi sınıfı kulübü olan Atletico Madrid’i tercih etmemdi. Aynı şekilde Lazio- Roma derbisinde de ideolojik rekabetten dolayı Roma’yı destekliyor oluşum da aslında futbolu sadece futbol olarak izlemediğimin kanıtıdır. Buna rağmen Protestan Glasgow Rangers ve Katolik Celtic maçında ya da Everton- Tottenham karşılaşmasında bir taraf tutmadan sadece futbolu izleyebilirim. Çünkü içimdeki futbolsever, bir yandan da futbolun bir kimlik tanımlamak zorunda olmadığını bana fısıldıyor. Futbolu politik tepkilerin ortaya konduğu kamusal bir alan olarak görmeden ve onu ideolojik söylemlerin, medyanın, egemen gücün, manipülasyonların gölgesinde değerlendirmeden futbola  sadece bir spor olarak odaklanarak da zevk alınabilir. Bu konudaki duruşunuz, söz konusu rekabette hangi takımı tutacağınızı belirler, fakat iki takıma eşit derecede mesafeli kalarak da evrensel olan futbol zevkinin tadına varabilirsiniz. Bir başka deyişle futbol topunun arkasındakilerle ilgilenmeden futbolu sevenler de, siyasi rekabete odaklanarak bir takım tutanlar da futbolu entelektüel seviyeden bağımsız bir eğlence olarak görebilir.

*  *  *

Ben belki de içimdeki futbolseverin beynimde ve kalbimde “biraz fazla” yer kaplamasından dolayı aydın olmak ile futbolsever olmamak arasında zorla kurulmaya çalışılan ilişkiye nesnel bakamıyorumdur. Bana göre futbolu yukarıda bahsettiğim gibi şiddet kültürünün, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin bir uzantısı olarak görmek, manipüle edilmiş bir algılayışı kabul etmek demektir. Futbolu seven herkes bir ideolojiye ait olabilmek için ya da kafası başka bir konuya basmadığı için takım tutmaz.

Mesela benim için futbol, hatıralarımda fonda çalan bir müzik gibidir. Hayatımın önemli kırılma noktalarından biri doktora için İskoçya’ya gidişimdi. Kıbrıs’ın yakıcı sıcağından, Manchester’in serin ama yeni bir hayatın tedirginliğini yaşatan korkutucu havasına indiğimde, kendi başına bir sürü eşyayla trene nasıl bineceğini, Edinburgh’da kendisini nelerin beklediğini, bu yeni ve yabancı hayata ne kadar sürede alışacağını düşünen biriydim. Kafamdaki binlerce soru ve kalbimdeki iyi-orta-kötü hislerin hepsini anlatmam uzun bir hikaye ama o anın tek resmi var beynimde. 2007-2008 premier lig şampiyonu Manchester United olmuştu ve havalimanına indiğimde dikkatimi ilk çeken şey valizlerin döndüğü bandın arkasında asılı olan Manchester United posteri idi. Hayatımda ilk kez yaşamak/ okumak için gittiğim yerde tanıdık bir şey vardı. İçimdeki yabancılık hissi bir anda kendini tanıdık bir yere gelmenin, farklı bir ülkede olmanın aslında o kadar da büyütülmemesi gerektiği fikrine bıraktı.

Lise son sınıfta birçok futbolseverin hatırladığı Manchester United- Bayern Münih şampiyonlar ligi finalini izlerken bir yandan da bir sonraki hafta gireceğim üniversite sınavı için geometri sorusu çözmem, aynı yıl ODTÜ’deki ilk arkadaşlarımı 5-0’lık Galatasaray-Chelsea maçında kazanmam ve yine aynı sezonun sonunda ODTÜ’nün ünlü devrim stadında dev ekranda Galatasaray’ın UEFA kupasını aldığını izleyişim hayatıma iz bırakan anlarda futbol topunun bir yerlerde olduğunu gösteren milyonlarca örnekten sadece birkaçı. Çocukluğun/gençliğin verdiği kendini bilmezlikle bir dönem fanatizme kapıldığımı kabul etmekle beraber (ev arkadaşlarımdan özür dileyerek) sonrasında daha bilinçli olarak yaklaştığım futbol ile hatıralarımın beynimdeki birleşimi kendimle ilgili sevdiğim bir ayrıntıdır. Eric Cantona’nın dediği gibi insan eşini, siyasi görüşünü, dinini değiştirebilir belki ama tuttuğu takımı değiştiremez. Ben buna insanın içindeki futbol sevgisini büyüdükçe veya daha çok şey öğrendikçe bir başka hobi ile değiştiremeyecek olduğunu da ekliyorum. Tabii ki bu bağlılığın kişinin aydın tavrına ne yararı ne de zararı vardır; bu sebepledir ki futbolu bazen sadece futbol olarak, hayatınızın ve sonra da hatıralarınızın bir parçası olarak görerek sevmenin kimse tarafından sorgulanacak bir tarafı yoktur.

 


Kaynakça

  1. Marx, K. Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi (Sol Yayınları, 1997).
  2. Galeano, E. Gölgede ve Güneşte Futbol, çeviren Ertuğrul Önalp, M. Necati Kutlu (Can Yayınları, 1998), s. 44.
  3. Erdoğan, N. Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik, (Birikim Yayınları, 1993), s. 49.
  4. Galeano, ibid.
Bu haber toplam 4197 defa okunmuştur
Gaile 450. Sayısı

Gaile 450. Sayısı