GABAHATIN BÜYÜĞÜ BİZDE
Görevi bırakma tören ve ziyaretlerinde Eide’nin ruh halini takip ettiniz mi?
Gülüşündeki tedirginlik ve vücut dili, ilköğretimi (orta dereceyle) bitirmiş bir öğrencinin diploma törenindeki halini andırıyordu…
Zor bir süreci (başarısız addedilse de) bitirmiş olmanın huzurunu gölgeleyen; yıllarca aynı sıraları paylaştığı arkadaşlarından (ve öğretmenlerinden) ayrılacak olma duygusu ve iyi dereceyle mezun olamamaya suçlu arama çabasıyla huzura kavuştuğunu sanma yanılgısı…
Bütün o jest ve mimikleri ben böyle okudum…
Belki de yanılıyorumdur; adamın içinde kopan fırtınalar bu küçük Akdeniz’e sığmıyordur.
Yine de ben, bu saptamalarımın “doğru” olduğunu düşünüyorum…
Kendi ülkesinde yeni görevlere soyunacak olan birisi, “BAŞARISIZ” damgasıyla yola çıkmak ister mi? Elbette istemez.
“50 yıldır birçok insanın başarısız olduğu zor bir görevdi bu” diye kendini avutabilir belki ama; beyninin bir köşesinden ona seslenen şeytan; “bu görevi başarıp da memleketine dönseydin; büyük zaferlere imza atan imparatorlar gibi karşılanacak; adın tarihe silinmez harflerle kazınacaktı” diye, rahat bırakmıyor adamı…
E, o da ne yapacak? Günah Keçileri bulup; Ağustos güneşinde Samarella yapacak!.. Hem de bu işin ustalarına taş çıkartacak bir beceriyle…
Hakkını yemeyelim; Adam usta bir diplomat…“Öğretmen bana taktıydı; elektrikler kesildiydi” gibi demode gerekçelerin arkasına saklanmayı aklının ucundan bile geçirmez…
Gayet güzel sözlerle (üstelik,çoğu doğru saptamalarla) işaret ediyor “günah keçilerini”: “Değişiklik için ayağa kalkmalısınız, oturup da başkalarının sizin için değişim yapmasını bekleyemezsiniz” diye işaret ettiği kim? Elbette ki, TÜM KIBRISLILAR…
Kıbrıslıların çözüm sürecini liderlerin eline biraz fazla bıraktığını, bunun üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirterek “Değişiklik için ayağa kalkmalısınız, oturup da başkalarının sizin için değişim yapmasını bekleyemezsiniz” derken; yanlış bir şey söylemiyor ama bu onun “Haklı” olduğunu göstermez... Bunun sorgulamasını giderayak yapmanın da hiçbir anlamı yoktur…
Adama sormazlar mı: “haklısın da, sen ya da anlı şanlı Dünya Örgütün bu yanlıştan dönmeleri için Kıbrıslılara yardımcı olup; teşvik etmeyi bugüne kadar neden düşünmediniz?”
Ama soramayız!.. Çünkü adam haklı; gabahatın büyüğü bizde…
“Karşıyı suçlama tahtaravallisi”nde, kim üstte kalacak çabasından öteye; barış adına yürekli adımlar atamayan liderlerinin peşinden sürüklenen siyasi partiler dahil; ne sendikalar ne de sivil toplum örgütleri varlık gösterebildi…
“Amaaaan, bu sıcaklarda olmayacak bir şey için eylem mi yapacayık” rehavetinden kurtulamayan kitleler, köşelerinde oturup; seyretmekle yetindi bu oyunu…
Lokmacı Kapısında günlerce eylem koyan (ve eylemliliği hala sürdüren) “Unite Cyprus Now” grubuna; kimimiz küçümseyici gözlerle baktı; kimimiz görmezden geldi…
Beyin kıvrımlarındaki faşist Irkçı hücrelerin idare ettiği kimi kalamşörler işi daha da ileri götürüp; “satılmışlıkla, hainlikle, papazın uşakları” olmakla suçladı onları; biz yine sustuk…
Bu “suskunluğu”, salt edilgenlik, umutsuzluk ve çaresizlikle açıklamak ne kadar doğru. Genelde, umursamazlık, çıkar beklentisiyle susma, güçlünün yanında görünme, günü kurtarma, mağdurları oynama vb. ruh halimizin de bu “suskunlukta” payı olduğunu kabul etmeliyiz.
Eide “mezuniyet Diploması”nı alırken… Tüm mimiklere dikkat!...
Üç yıl önce “bu hallerimizi” şu satırlarla özetlemiştim; anlaşılan o ki Eide de okumuş bu satırları. “Düşene bir de ben vurayım” diyor. Haksız mı?
Pasif direnişteyiz!..
Tescilli barış düşmanları “Gelsinler iki ayda çözelim” deyince bıyık altı gülerek direniriz…
Babaların babası(vatanımız) ABD’nin başımıza ördüğü/öreceği çorapları, “baş baş yıkayıp serer” ona göre giyeriz (onların giydirmesini beklemeyiz!)…
Biz “Özgürlük” için, isyan ateşleri yakmaktan, çoktan vazgeçtik; mangalla direniyoruz!..
Biz “ Adalet” için, kavga vermekten çoktan vazgeçtik; “ne ÇIKAR(ımız var)?”dan öteye gidemiyoruz.
Biz “Barış” için, meydanlara dökülmekten, çoktan vazgeçtik; “olacağı yok, zaten” diye söylenmekten öteye gidemiyoruz…
Biz “Çözüm” için kendi irademizi göstermek yerine; birilerinin bize gösterdiğiyle (elimize verdiğiyle) oynuyoruz…
Biz “Demokrasi” için tek yolun, SANDIĞA tapınmaktan geçtiğini düşünüyoruz.
Biz “Eşitlik” kavramını daraltıp; (“eşit işe eşit ücret” yerine “kazanılmış hak kutsaldır”) Lilli boyutlara sokmayı; Tek tip (düşüncede, sanatta, yaşamın her alanında) olmayı anlıyoruz çoktandır.
Biz “sürdürülebilirlik”ten, sürünenlerin sırtına basıp yükselmeyi; “Yeni Dünya Düzeni”nden “düzülmeden, düzlüğe çıkmayı” anlıyor; “zincirlerimizi kaybetmemek için direniyoruz…
Belki bir gün, bize (ve tüm dünyaya) tüm bunları (çözüm, barış, özgürlük vd) altın tepside sunacağını sandığımız “Çıkarcı Ülkeler Şirketi(ÇÜŞ)”ün derdinin, bu olmadığını anlarız da (onların tek derdi ENERJİ ve ondan kazanılacak RANTtır), onlara, güçlü bir ÇÜŞŞ çekeriz…
Elbette, biz ÇÜŞ deyince, onlar uslu bir eşek gibi sözümüzü dinleyip; durmayacaklar…
Benim hatırladığım son 40 yıldır (1974, 1994, 2004 ve şimdi 2014) rahat durmayan bu ÇÜŞ’lerin, bir gün usanıp da peşimizi bırakacağını düşünüyorsak yanılıyoruz…
Şu küçücük ada için 4/4lük planları vardır onların (yukarıdaki tarihlerin sonu hep dörtle bitiyor farkındaysanız). Sonu dörtlü yıllar geldi mi “işi gücü bırakıp” bizimle uğraşıyorlar!..
Attıkları her adım, “Tom and Jerry” masalı… Bir gün Kuzeyi sevindir; ertesi gün Güneyi…
“Şimdi, peyniri tuzaktan çıkarmanın zamanı mıydı? Aha, görüşmelere gölge düşdü… cık cık cık!...
Biz, “ZAMANLAMA” konusuna takılıp duruyoruz; onlar sonu 4’le biten yıllara…
Başımıza bir çorap örülecekse, 4/4lük olsun istiyor “Çıkarcı Ülkeler Şirketi” (ÇÜŞ)…
Biz (son yıllarda yaptığımız gibi) “2014 bitiyor nasıl olsa, 2024’e kadar bir şey yapmazlar” edilgenliğimizle, bireysel kurtuluş (düzülmeden, düzlüğe çıkma) peşinde koşmaktan vazgeçip; enternasyonalist direnişe katılmadıkça; 4x4’leriyle geçecekler sırtımızdan…
Onları durdurmanın tek yolu, tüm insanlığın (bu ortak düşmana karşı) birlikte YÜRÜMESİ/DİRENMESİDİR…
İnsanları sınırlarla, bayraklarla, tanrılarla, renkler ve ırklarla kategorize edip; bir birine kırdıran ÇÜŞ’e, birlikte “çüüüş…” demediğimiz sürece, ne ülkemize ne dünyamıza barış gelmeyecek…