Gaile Yazı, Evkaf, Tarım ve Halkla İlişkiler Genel Müdürlüğünden Önemli Duyuru
Gaile Yazı, Evkaf, Tarım ve Halkla İlişkiler Genel Müdürlüğünden Önemli Duyuru
Gaile Gelecek Araştırmaları ve Meteoroloji Ekibi, 2019 yılında gönderilecek mektuplara bugünden ulaşarak adını bilime altın harflerle yazdırmıştır. Artık geleceği görebiliyoruz. Bilim insanlarımız yeni teknolojiye Gaile ismini vermeye karar verdiler. Onlara müteşekkiriz. Bu tarihi olayı, mektupları okuyucularımızla paylaşarak tüm dünyaya duyurmak istiyoruz.
Magosa Kalası’ndan 1. mektup
Birâder-i Muhteremim Efendim Tonguç,
Sıhhatinin yerinde olduğunu umuyorum. Magosa’ya sağ-salim ulaştım. Gemi yolculuğumuz rahat geçti. Sana Magosa’da gördüklerimi aktarmak istiyorum. Yıllar önceki mektuplarımda tarif ettiğim ülkeyi yeni haliyle senin de merak ettiğine eminim.
Magosa Limanı’na dün sabah 9 civarında vardık. Magosa’ya daha 10 deniz mili varken şehrin ışıkları görünmeye başlamıştı. O ne muazzam bir görüntüydü, kardeşim efendim! Derinya’dan Aysergi sahillerine kadar her yer ışıklar içindeydi. Limana girer girmez gözüme ilk çarpan yelkenlilerin fazlalığı oldu. Üstadım her yer yat, sandal doluydu. Yelkenli çoktu ama gemi azdı. Bu beni ziyadesiyle şaşırttı. Liman’da gümrük ve muhaceret işlemlerini hızlıca geçtik. İşlemimizi Mariya isimli bir hatun kişi yaptı. Ne güzel Türkçe konuşuyor. Dayanamayıp ona İstanbul Rumu olup olmadığını sordum. Bana Maraşlı olduğunu söyledi ve pasaportuma 10 günlük mührünü bastı. Nereden nereye, üstadım efendim! Eskiden bu şehre süresiz ve zorla gelmiştim. Şimdi izinle ve süreli buradayım. Bu nedenle “Çok Milletli Mağusa ve Kardeşleri Cumhuriyeti mührü” beni sevindirmedi desem yalan olur.
Kala’da kalmaya karar verdim. Nikos Müdüroğlu Oteli’nde daha önce yer ayırtmıştım. Ancak otele giderken önce benim eski mekâna, hani aramızda Zından dediğimiz yere, hızlıca uğradım. Mekân çok değişmiş, canım efendim. Burası artık bir hediye dükkânı. Beni mi unutmuşlar, Allah’tan mı korkmuyorlar anlamadım.
Daha sonra otelime yerleştim. Otel çok şirin bir yer. Otel derken, rica ederim, büyük bir yer tahayyül etme! Burası Pâdişâh-ı cihan’ımızın kalem odası kadar bir yer. İçinde sadece 20 odası bulunuyor. Nikos isimli birine ait. Tanıştık. Eskiden Lefkoşe’de kalıyormuş ve aslen Osmanlıymış. Ağdalı bir Türkçeyle konuşuyor. Ta burada böylelerine de rastlanıyormuş. Oda fiyatı ucuz. İki haftalık ücreti sadece 1000 Gar. Bizim dinarla 3 bin para, eski lirayla 4 bin para eder.
Yoruldum. Biraz uyumayı deneyeceğim. Akşama şehri gezeceğim. İlk fırsatta sana yeniden yazacağım.
Bâkî gözlerinden öperim!
Kemal Namık
Magosa Kalası’ndan 2. mektup
Devletlû Kardeşim Paşam Efendim Hazretleri Tonguç,
Çok Milletli Mağusa ve Kardeşleri Cumhuriyeti’nde günlerim hızlı ve yoğun geçiyor. Nihayet sana yazacak vakit buldum.
Bugün güne güzel bir kahvaltıyla başladım. Hayır, Nikos Müdüroğlu Otel’de değil Magosa Kalası’nın tam ortasında kahvaltı yaptım. Benim Zındanı hatırlıyor musun? İşte orada, İngilizlerin Efgaliptoları denilen yerde, Nazım Hikmet Meydanı’nın hemen yanı başında yemeğimi yedim. Hava çok güzeldi. Hafif serin bir rüzgâr vardı. Hayır, üşütmüyordu; sadece serinletiyordu. Ağaçların altında masalar kurulmuştu. Kahvaltıyı tekerli bir büfeden sunuyorlardı. Meğer 2017 yılında Mağusa Kalasına yakıtla çalışan araçların girişi yasaklanmış. İşte bu nedenle Halil Şeşbeş isimli büfeci sabah kahvaltısını sunmak için günün ilk saatlerinde şehrin bir ucundan büfesini iterek buraya getiriyor. Şekeri tadında, rehası yerinde reçeller, doyurucu bir menemen, mevsim meyvelerinden güzel bir kokteyl, iki dilim buğday ekmeği, 12 zeytin içeren kahvaltıya sadece 11 Gar’a ödedim. Bu kahvaltıya “Kapsamlı kahvaltı, bütünlüklü menemen” diyorlarmış. Her şeyi karmaşık yapmayı seviyor, bu şehrin insanı. Belki inanamayacaksın ama Büfeci Şeşbeş eskiden kalp doktoruymuş. Anlattığına göre Cumhuriyet kurulduktan sonra kalp hastalıklarında yaşanan ani azalmayla işsiz kalmış, önce Maraş’ın ‘Özdil Nami Mayıs’ta Çözüm Plajında’ cankurtaranlık yapmış sonra da büfe işine girmiş. Hayat insanı nereden nereye savuruyor, kardeşim Tonguç’um efendim.
Kahvaltının ardından şehirde uzunca dolaştım. Nazım Hikmet Meydanı’ndaki St. Nikolas ve Aziz Talat CamiKilisesi’ne uğradım. Bir köşede sabah duası yapan Hıristiyanlar, bir köşede tesbih çeken Müslüman kadınlar vardı. Beğendim. Bizim İstanbol’da bunu hayal edebiliyor musun, kardeşim Tonguç? Hele böyle bir mekânın bir köşesinde “Tanrı yoktur. Kesin bilgi” diye yazı asılacağını hayal edebiliyor musun? Tanrı tanımazları mutlu etmek istemişler. Bu kadarını fazla buldum.
CamiKilise’den çıkınca bir grup turistle karşılaştım. Türkçe konuşuyorlardı. Merak edip yanlarına gittim. Aslında Kıbrıslıymışlar ve burada turist olarak bulunuyorlarmış. Kıbrıslıların şehre girişi kolay değil. Uzun süre vize almak için bekliyorlar. Vizeyi ise bazı Mağusaseverler veriyormuş. Konuştuğum kişinin adı Uğlaş Beyatlı’ydı. Vizeyi 4 ay beklemiş ve sonunda bir tür konsolos olarak gönüllü hizmet eden Biray Karahan’dan almış. Beyatlı şehri çok beğendiğini, şehir sakinlerini kendine yakın bulduğunu, çünkü ortak bir geçmişin torunları olduğunu söyledi. Kıbrıs’ta işlerin nasıl gittiğini sordum. İki toplum arasında görüşmelerin çok iyi gittiğini, toplum liderleri Erhürman ve Yorgacis’in bu yılın çözüm yılı olacağını söylediklerini belirtti. İnsan umutla yaşıyor, muhterem kardeşim Tonguç.
Şehirde turiste çok. Kafeler, restoranlar, aşevleri turistlerle dolup taşıyor. Bir de şehirde yabancı sığınmacılar var. Sığınmacılar daha çok Kıbrıs’tan buraya geliyor. Önce bir yıl kalıyorlar sonra vatandaş oluyorlar. Bu bir yıl süresince Kıbrıslı alışkanlıklarından kurtulmaları gerekiyor. Bu sürece Cumhuriyetçiler “İçindeki Kıbrıslıyı durdur” diye isimlendiriyorlar ve bu aşamadan geçmeden kişilerin toplum refahını bozabileceğini iddia ediyorlar.
Cumhuriyet bana çok garip geliyor, kardeşim Tonguç. Düşün ki kendilerine cumhuriyet diyorlar ama sürekli görev yapan bir parlamentoları yok, belediyeleri yok, devlet daireleri ya var ya yok, belli değil. Gerekli görüldüğünde toplanıp karar alıyorlarmış ve kimin durumu ve vakti müsaitse kararı o icra ediyormuş. Bunu ciddiyetten uzak buldum. Ciddiyetten uzak bir başka konu da kanunlar. Az sayıda kanuna sahip olmaya karar vermişler. Ama ya hayatın binlerce nüanstan oluşturan katmanlılığı? Buna hayalperest şehirliler “Zorlaştırmak değil kolaylaştırmak marifet” diye cevap veriyorlar. Filhakika şehirde huzur var. Demek ki henüz çok katmanlı bir hayatı kurmayı başaramamışlar. Belki şehri araçlardan, ağır makinelerden arı tutmalarının nedeni budur. Belki de bu nedenle şehirde günde 5 saat çalışıyorlar. Belki bu nedenle tek bir vergi ödüyorlar, büyük de olsa tek bir hastaneleri var, tek bir güneş enerjisi tarlaları var. Sen de benim gibi bu cumhuriyeti biraz ilkel buluyor musun, Tonguç’um?
Akşama yemeğe davetliyim. Beni şehrin Başkanı Neşe Yaşin yemeğe davet etti. Şiir, edebiyat, ekolojik tarım ve vejetaryenlik üzerine konuşacağımızı söyledi. Burada dışarıdan gelenlerle iletişimde bir tür sınır belirliyorlar. Çünkü başka memleketten gelenler siyaset, uluslararası ilişkiler ve tıp konularında konuşmayı seviyorlarmış. Bunlar ise şehirde yasak konular arasında. Bir de bize barbar diyorlar! Bunu yüzlerine söylediğim zaman “Biz halk sağlığı için bunu yasaklıyoruz. Siz istediğiniz kadar konuşabilirsiniz. Ama bunu bizimle yapmayın” diye cevap veriyorlar.
Akşam Sinan Dirlik Kültür, Sanat ve Mutfak Merkezi’ndeydim. Burası çok şirin bir yer. İçerisinde hem tiyatro, hem sanat atölyeleri, hem de mutfaklar var. “Kıbrıs hayali” isimli bir drama izledim. Çok hüzünlü bir oyun. Kısaca anlatmam gerekirse şunu söyleyebilirim: Biri birini seviyor, biri diğerini sevmiyor, sevmeyen de aslında sevdiğini söylüyor, seven de aslında onu değil komşusunu seviyor ve bu sevgi ve sevgisizlik deryasında bir yaşam boşuna geçiyor. Cumhuriyet’te yüzeysel, geçici, aptalca, zararlı her şeye Kıbrıs ismi verilmesi bir gelenek hâline gelmiş. Dahası Kıbrıs isimden sıfata geçmiş. Örneğin bir şehirliye nasılsın diye sorduğunda “Çok Kıbrıs” diyebiliyor. Yadırgadım. Bir Kıbrıslı olsam gücenirdim.
Kucak dolu sevgilerimi sana iletiyorum, kardeşim Tonguç. Cevâbına muntazırım,
Kemal Namık
Magosa Kalası’ndan 3. mektup
İzzetli Kardeşim, Beyim, EfendimTonguç,
Magosa’daki 7. günümdeyim. Dün sabah vaktinde Cumhuriyetin diğer bölgelerini gezdim. Derinya’dan Aysergi’ye, buradan Muddayaga’ya her yeri dolaştım. Gördüğüm yerleri çok beğendim. Mormenekşe diye güzelce adlandırılan bir kasabaya uğradım. Burada Hakkı Yücal Felsefe, Tarih, Edebiyat ve Elişi Akademisi kurmuşlar. Güzel bir yer. Herkes elişi yapıp sohbet ediyor. 4 yıl güzelce sohbet edene diploma bile veriyorlar. Akademi’nin başkanlığını Mustafa Örgün isimli orta yaşlarda, sakalsız bir kadın yürütüyor. Beni iyi karşıladılar. Sohbet ettik. Onları anlamadığımı söyledim. Bunu umursamadıklarını belirttiler. Güzel bir sohbetti.
Kasaba ve şehrin planlama işlerini Mortkan Hamidyan isimli bir Ermeni genç yürütüyor. Maraş Bölgesi’ndeki Asım Hakansoy Meydanı’ndaki fıskiye çalışmaları sırasında rastladım ona… Toplamda 36 kişi tarafından bütün Cumhuriyetin beledi hizmetleri görülüyor. Şaşırdım. Bunu nasıl başardıklarını sordum. “Basit” dedi. Meğer Kıbrıslıların ne yaptığına bakıp tam tersini yapıyorlarmış. Bu vakitten, kaynaktan tasarruf sağlıyormuş. Demek ki Kıbrıslıların ne yaptığını öğrenmemiz gerekiyor, kardeşim Tonguç.
Maraş çok değişti. Eskiden tüm sahip otellerle doluydu. Şimdi otellerin yerinde yel esiyor. Sahil iki kilometre derinliğe ulaşmış. İki kilometre sonunda en fazla 5 katlı oteller yapılmış. Hoşkaraizm mimarisi uygulanan bu otellerin üst katlarında ormanlık alanlar var. Eğer üstte orman yangını olursa ne olacak diye merak edip sordum. En azından yangın başka yerlere sıçramayacakmış dediler. Mağusalıların garip bir mantığı var.
Şehrin Başkanı dışında bir de Kontu var. Kont dönüşümlü bir makam. İlk 45 yıl bu görevi Olan Dağman yürütecek. Daha sonra bu göreve Dimitriy Hristoviasov gelecek. Çok demokratik buldum. Bizdeki sisteme çok benziyor.
Kardeşim Tonguç,
Sözlerime son verirken yeniden yazmaya çalışacağıma söz veririm. Buranın havası, düzeni beni ziyadesiyle yordu ve düşüncelere boğdu. Takatim oldukça yazacağım.
Gözlerinden öperim, bâkî uhuvvet iki gözüm kardeşim Tonguç.
Kemal Namık