1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. gaile'nin gözüyle
gailenin gözüyle

gaile'nin gözüyle

gaile'nin gözüyle

A+A-

• Kuzey Kıbrıs’ta koalisyon ortağı UBP’nin hükümetten çekilme kararının ardından hükümet bozulmuş ve bu durum, bildik tartışmaların yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Hükümeti kim kuracak, kabinede kimler olacak, bürokratlar değişecek mi, değişecekse kimler gelecek kimler gidecek, seçim ne zaman yapılacak, seçim olursa kim kazanacak, kimler kaybedecek... Ancak görülmektedir ki, bu soruların yanıtlarıyla ilgilenen kişi sayısı gün geçtikçe azalmakta ve siyasete-siyasetçiye olan güven kaybolmaktadır.  Kıbrıs Türk halkının iç ve dış siyasetin oluşmasındaki rolünü/etkisini yadsımadan ve sorumluluğu yalnızca Meclisteki vekillere, bakanlara ve siyasi partilere yıkmadan durumu realist bir anlayışla analiz etmek gerekir elbette. Tıpkı Kıbrıs sorunu gibi, önemsenmesi gereken ve nihayetinde çözümlenmesi zorunlu olan konu, Türkiye-Kuzey Kıbrıs ilişkisinde neredeyse kangrenleşmeye yüz tutmuş açmazdır. Bu açmaz, Kıbrıs sorununda, ekonomik protokolde, su meselesinde veya eğitimde zaman zaman kendini göstermektedir ve ileride elektrik, telefon vb. konularda da karşımıza çıkması olasıdır. O halde yapılması gereken nedir? Şu an yapıldığı gibi kaygan bir zeminde manevralar yaparcasına Türkiye ile ilişkileri sürdürmek midir? Hayır!!! Seçim propagandalarında, medyadaki demeçlerde ve elbette hükümet programlarında, olası her fırsatta, Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset yapanlar Türkiye ile Kuzey Kıbrıs’taki hükümetlerin ilişkisinden ne anladığını samimi/açık/anlaşılır bir biçimde ortaya koymalıdırlar; böylelikle halk belirlenen siyaset üzerinden karar vermelidir. Bu, demokrasinin gereği değil midir? Konuyla ilgili Kıbrıslı Türklerin öğrenilmiş çaresizlik içinde olduğu söylenebilir. Şöyle ki, Kıbrıs’ın kuzeyinde koltuğa oturanın değiştiğine, değişmek zorunda kaldığına inanılmaktadır ve Türkiye’nin dediklerini harfiyen uygulamak zorunda olduğu düşünülmektedir. Belki de artık bu algının değişmesi ve var oluş kavgasının verilmesi, her şeyden önce yapılması gerekendir, hayati olandır.

• Türkiye’de Ensar Vakfında yaşananlara ilişkin tartışma devam ederken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu kendini şöyle savunmuştur: “Bir kurumda böyle bir olayın bir kere yaşanmış olması o kurumu kapatmak için gerekçe olamaz. Öte taraftan failin en ağır cezayı alması için sıfır toleransla hukuki takibimizi yapıyoruz,  biçimindeki sözüm ‘bir kereden bir şey olmaz’ şeklinde değiştirilmiştir.” Olayın ardından yaşananlara ilişkin ise şöyle bir açıklama yapmıştır: “Kılıçdaroğlu’nun şahsıma yönelik eleştirileri çirkin ve edep dışıdır; kendisine dava açacağım.” AKP, böylesi “ustaca” gerekçeler öne sürerek yıllar yılı kendini aklamayı başarabilmiştir; zira olayı çarpıtarak ve gölgeleyerek kendine yakın insanları etkilemek konusunda oldukça deneyim kazanılmıştır. CHP ise özellikle medyayı kullanarak olayı unutturmamak niyetindedir. Sorulması gereken soru şudur; mademki olaya ilişkin hukuki takibin yapılması istenmekte ve failin en ağır cezayı alması arzulanmaktadır, peki Meclis’te olayın soruşturulmasına ilişkin tüm çabalar neden bilinçli olarak engellenmiştir?

• Panama merkezli hukuk firması Mossack Fonseca’ya ait 11 milyonu aşan sayıdaki dokümanın sızdırılmasıyla “tarihin en büyük veri sızıntısı” yaşanmıştır. Aralarında 12 lider ile 143 politikacının olduğu binlerce kişinin yasadışı mali faaliyetlerde bulunduğu, vergi kaçırdığı ve kara para akladığı ortaya konmuştur.  Wikileaks, veri sızıntısının finansörünün ABD ve Soros olduğunu ve özellikle Rusya’yı hedef aldığını duyurmuştur. Bu konuda araştırılması gereken yalnızca belgeleri kimin ne amaçla sızdırdığı değildir; bilgilerin gerçek olup olmadığı da araştırılmalıdır.  

• 2 Nisan 2016’da Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ Bölgesinde çatışma yaşanmıştır. 1994 yılında savaşın bitmesinin ardından en şiddetli çatışmaların yaşandığı görülmüştür. 5 Nisan’da ateşkes ilan edilmesine karşın tarafların ateşkese uymadıkları belirtilmektedir. Konuyla ilgili ateşkes olmasını önermekle yetinen ülkeler olduğu gibi (ABD, Almanya, Rusya), taraf olan ülkelerin de olduğu görülmüştür. Gürcistan ve Türkiye, Azerbaycan’ın yanında olduklarını açıklamışlardır. 2008’de Birleşmiş Milletler, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü onaylayan bir karar almıştır; ancak bu karara karşı olan ülkeleri (her ne kadar bugün görüşlerini açıkça belirtmeseler de) hatırlamakta fayda vardır: ABD, Fransa, Hindistan, Rusya. İlginçtir ki, ABD ile Rusya konuyla ilgili aynı tarafta yer alabilmişlerdir. Peki, şu an durum aynı mıdır yoksa değişmiş midir?

• Kıbrıs’ın güneyinde EOKA’nın faaliyete geçtiği gün olarak kabul edilen 1 Nisan’da, üzerinde ENOSİS yazılı bir bantla yürüyen kız oldukça dikkat çekmiştir. Güney Kıbrıs’ta bir araştırma yapılsa ve Kıbrıslı Rumlara kendilerini Avrupa Birliği’ne mi yoksa Yunanistan’la ENOSİS yapmaya mı daha yakın gördükleri sorulsa nasıl bir sonuç çıkardı sizce? Acaba, geçmişteki büyük ideayı yani ENOSİS’i yoğun bir tutkuyla isteyen Kıbrıslı Rumların oranı günümüzde nedir?  Mevcut fotoğraf böylesi soruların sorulmasına zemin hazırlamış, Kıbrıslıları geçmişe götürüp düşündürmüş ve az da olsa endişelendirmiştir. Bir de, özellikle Kıbrıslı Türk milliyetçilerine ciddi bir malzeme sunduğu görülmüştür...    

• Kıbrıs’ın kuzeyinde herkesin beklediği “tek seçim bölgesi ve çarşaf liste uygulaması” AD-HOC Komitesi tarafından oy çokluğu ile (UBP dışındaki partiler yani CTP, DP ve TDP tarafından) kabul edilmiştir. UBP, hükümet programında yasa önerisine evet demesine karşın komitede olumlu oy kullanmamıştır.  Feodal ilişkileri sürdürme gerekçesinden midir yoksa başka hesapların peşinde olma niyeti midir bilinmez, UBP’nin söz konusu kararına anlam vermek güç. Tabi önemli olan bundan sonraki aşamadır ve önerinin Genel Kurul’da yasalaşmasıdır.  Yasanın Kıbrıs Türk siyasetinde bölgeciliği ortadan kaldıracağı ve toplumsal çıkarlara katkı sağlayacağı açıktır.

 

 

Bu haber toplam 1326 defa okunmuştur
Gaile 364. Sayısı

Gaile 364. Sayısı