“Galaksi Çağı Benim Ölümsüzlük Çağımdır” Yeşilçam Bilimkurgu Sineması İçin İnce Bir Giriş
“Galaksi Çağı Benim Ölümsüzlük Çağımdır” Yeşilçam Bilimkurgu Sineması İçin İnce Bir Giriş
Halil Duranay
[email protected]
Cüneyt Arkın’ın bir röportajı sırasında söylediği kritik bir cümle vardı; “Aydını, yazarı, çizeri Türk sinemasına düşmandı, siyasetçi dahi. Halktan başka bizim dostumuz yoktu ve dünyada başka hiçbir sinema yoktur ki kendi seyircisinin parasıyla finanse olsun.” Türk sinemasının üvey evlat muamelesi gördüğü ve başlangıcından beri sürekli batılı örnekleri karşısında yetersiz ve saçma olarak nitelendirildiği eski ve yerleşik bir kanaattir. Sırf bu yüzden hala onlarca önemli filmin kopyalarına ulaşılamıyor çünkü ciddi bir arşivleme ya da itinalı kurumsal bir koruma Türk sineması için hiçbir zaman yapılmadı. Siyah beyaz döneme ait negatiflerin gümüşlerinden ayıklanmaları için telef edildikleri biliyoruz. Tüm bu hakirliğe karşı özellikle 60 ve 70 döneminde çekilen birçok fantastik filmin, dönemin İspanyol ve İtalyan örneklerinden hiç de aşağı kalmadığı, teknik ve ekonomik yetersizliklere rağmen dönem kültleriyele yarışabilecek düzeyde olduğunu itiraf etmek birçok insan için hala nedense çok zor. Yeniden çevrim ya da “aşırma” gibi duran filmlerin büyük çoğunluğunun kendine has bir janrı yaratması bugün hala Türkiye’den fazla batılı araştırmacıların ve sinefililerin derdi.
Fantastik Türk sineması diye bir çatı janr oluşmuş olsa da, bu janrın altında birçok farklı alt türün doğması ve bu türlerin azımsanmayacak miktarda örnek sunması önemli. Bu alt türlerin en nevi şahsına münhasır kollarından biri şüphesiz bilimkurgu filmleri. Bu yazının temelini oluşturacak filmler 50 ve 80 dönemini kapsıyor. Özellikle 2000’li yıllarda bilimkurgu- komedi janrına ait yeni yüksek bütçeli örnekler çekildi ancak bu yazının temel odağını düşük bütçeli tür filmleri oluşturduğundan 80 sonrası örnekler ilgi alanının dışında kaldı.
1950’lerde bazı kült roman ve çizgiroman karakterlerinin İstanbul’a gelmelerine ilişkin ilginç filmler yapıldı; Tarzan, Görünmez Adam ve Drakula bunların başında geliyordu. Orhan Erçin’in 1955 yapımlı bilimkurgu denemesinde ise bu kez İstanbul’un ziayretçileri UFO’lardı. Uçan Daireler İstanbul'da isimli bu filmde Merih gezegeninden İstanbul’daki rasathanenin bahçesine inen bir uzay gemisi ve iki gazetecinin maceraları komik bir biçimde işleniyordu ki bu ilk bilimkurgu- komedi tür evliliği izlek Türk bilimkurgu filmlerinin sürekli takip edeceği bir yol olacaktı. Film, güçlü bir oryantalist yapıyı içinde barındırmaktaydı; dansözlü, fasıllı, rakılı, mezeli Türk turistik kültürünü layığıyla batılı hedef kitlesine gösteriyordu. Erçin’in bu düşük bütçeli filmi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Hollywood’ta yükselen düşük bütçeli bilimkurgu filmlerine estetik olarak benzer yapı çizer. Filmin bir başka gizli süprizi de gazetenin patronu rolünde Özdemir Asaf’ın karşımıza çıkmasıdır. Hollywood bilimkurgularının Türk sinemalarında hatırı sayılır bir takipçisi olduğunu söylemek mümkün hatta 1960 Amerikan yapımı olan Twelve to the Moon (Ay’da Korkunç Mücadele) filminde, aya ilk giden ve aydaki kötü güçlerle savaşan insanlardan birinin Muzaffer Tema tarafından canlandırılması da önemli bir detay. Her ne kadar Hollywood bilimkurgularının estetiğini taklit etse de daha sonraki dönemde çekilecek olan “devşirme” bilimkurgulara göre, Uçan Daireler İstanbul'da kendine özgü bir hikâye stilini barındırıyordu, bu açıdan önemli bir köşe taşı.
1967’de ise Şinasi Özkonuk’un Flash Gordon uyarlaması olan Baytekin Fezada Çarpışanlar filmi çekiliyor. Alex Raymond’un 1930’larda yarattığı Flash Gordon karakteri, çizgi roman çıktığı dönemde direk film serileri olarak sinemaya aktarılmıştı. Fransız, İtalyan, İngiliz ve Amerikan uyarlamaları çekildikleri dönemlerde oldukça ilgi gördü. Özkonuk’un Flash Gordon uyarlaması da diğer adaptasyonlar gibi Türkiye’de oldukça talep gördü ki Türkiye’de uzun yıllar yayınlanan ve en çok ilgi gören çizgiromanlardan birinin Flash Gordon olması filmin çekilmesi için önemli bir etkiydi. Özkonuk’un Flash Gordon uyarlaması bir komedi olarak tasarlanmasa da, film stilize olarak ve kostüm uygulamaları açısından komediyi kaçınılmaz kılıyordu bilhassa Baytekin’in uzayda giydiği çelik sütyen, filmle dalga geçilen en bilinen detay olarak hala hatırda. Belki de Baytekin’in düştüğü bu bahtsız durum, Özkonuk’un ikinci bilimkurgu denemesi olan 1970 tarihli Gökler Kraliçesi’ni direk bir bilimkurgu-komedi olarak tasarlamasına sebep olmuş olabilir. Zaten filmin afişinde film “Heyecan ve Kahkaha dolu büyük Türk filmi” olarak izleyiciye sunulmuştu.
1970’lere gelindiğinde ise yeniden çevrimler ile farklı formlarda bilimkurgu örnekleri Yeşilçam’da karşımıza çıkıyor. 1973’te çekilen iki filmden biri olan olan Yılmaz Atadeniz filmi Yılmayan Şeytan’da, Prof. Doğan’ın bulduğu tangayt isimli bir madeni ele geçirmeye çalışan Dr. Şeytan ve Dr. Şeytan’a karşı mücadele eden süper kahraman Bakırbaş’ın macerasını izliyoruz. Erol Taş’ın canlandırdığı Dr. Şeytan, 1930’lardan beri batıda farklı maceraları çekilen kötü Asyalı doktor Fu Manchu’nun yeniden üretimiydi (Fu Manchu 1970’de Tunç Başaran’ın çektiği Demir Yumruk: Devler geliyor filminde Kayhan Yıldızoğlu tarafından Türk sinemasında ilk kez canlandırılmıştı). Yılmayan Şeytan; süper kahraman filmleri, erotik sinema, aventür filmler gibi birçok türü içinde barındırır ancak içinde barındırdığı Dr. Şeytan’ın hizmetkarı dev robot, bilim adamlarının buluşları ve filmin fütüristik havası filmin bilimkurgu atmosferini daha baskın kılar.
Fu Manchu’nun yeniden çevrimi gibi bir başka tür devşirmesi de Hulki Saner’in yine aynı yıl çektiği bilimkurgu- komedi filmi olan Turist Ömer Uzay Yolunda filmidir. Döneminde fantastik film üretiminde yaygın olan orijinali dönüştürme (karakterler ve hikâyeler bağlamında) furyasının aksine Saner filmde, Star Trek kurgusunun orijinal karakterlerini koruyarak özgün bir Turist Ömer öyküsü çıkartır karşımıza. Filmde Mister Spock, Kaptan Kirk, Doktor McCoy, Uhura gibi Atılgan mürettebatının temel karakterleri birebir korunur, karakterler orijinal üniformalarını giyer, silahlar, ışınlama odası, güverte gibi orijinal kurgunun önemli parçalarını aynen korunur. Atılgan’ın görüntüsü ise orijinal dizideki Atılgan’dan direk alınıp kullanılmıştır. A’dan Z’ye üretilmiş bir Star Trek kurgusunun içine ise tesadüfen lümpen bir işsiz olan Turist Ömer dahil olur ve gerisi bilinen absürd ve komik “şoka” girmiş yabancı parodisi olarak ilerler. Turist Ömer serilerinin temelini oluşturan yabancı bir ortama girmiş lümpen Türk’ün, o yabancı ortam ile giriştiği absürd ilişki anlatısı, Turist Ömer Uzay Yolunda filminde aynen kullanılır ki özellikle 80 sonrası popüler sinemada bu Türk – yabancı çatışmasından doğan absürd durum tekrarı sıkça karşımıza çıkar. Zafer Par’ın 1983’te çektiği E.T. uyarlaması BADİ ve 1987’de Kartal Tibet’in çektiği android parodisi Japon İşi de farklılıkları ile aynı çatışma absürdlüğünü tekrarlar. Ömer Faruk Sorak ve Cem Yılmaz’ın 2004’te çektikleri G.O.R.A. ise Turist Ömer’in macerasını geliştirerek Arif isimli başka bir lümpen Türk karakter üzerinden sürdürür.
12 Eylül Askeri Darbesi, Türk sineması açısından ciddi bir tükeniş dönemi olarak karşımıza çıkıyor. Darbenin etkisiyle film üretimleri düştü hatta sansür politikları nedeniyle sektörün iflas eşiğine geldiğini bile söylemek mümkün. Bu dönemde fantastik Türk filmi adına belki de son görkemli çırpınış Cüneyt Arkın ve Çetin İnanç’ın ortaklığı ile ortaya çıkan 1982 tarhli Dünyayı Kurtaran Adam filmidir. Peter Tombs’un aktardığına göre: “Çetin İnanç, filmin senaryosu için, o dönem Beyoğlu’ndaki dükkân sahipleri ve mafya arasındaki çatışmadan etkilendiğini iddia eder.” Ancak filmi, açıkça 12 Eylül sonrası travma toplumunun bir bilinçdışı kusması olarak okumak mümkün. Yabancı bir gezegene giden iki astronotun oradaki despot lider ile girdikleri amansız savaşı ve bu savaşın sonunda despotun mağdur bıraktığı ve baskı altındaki halkın galibiyeti ile yıkılıp, baskı rejimine son verilmesini izleriz. Verilen mücadele ve çöken baskı rejimi bir bakıma Türkiye’deki travmanın açık bir alegorisini yapar. Film teknik açıdan birçok ödünç görüntüyle kurgulanır, bu fimlerden en bilineni Star Wars’tan alınan direk görünütler ve müziktir. Ancak İnanç’ın Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması’ndaki röportajında söylediğine göre sanılanın aksine sadece Star Wars’tan değil, ondan fazla yabancı filmden görüntüler direk alınıp kullanılmıştır. Kaldı ki bu orijinal kolaj filmi benzersiz hale getirmektedir. Film güçlü bir aventürdür, film boyunca hareket hiç durmaz, dövüş sahneleri filmin her yerine serpiştirilmiş sürekli bir tansiyonun devinimini sağlar. Kostümler ve silahlar filmi Kılıç ve Büyü filmlerine yakın bir atmosferde tutar. Filmin içine sepiştirilmiş Hacı Bektaş Veli öğretileri ise filme eklektik bir tuhaflık kazandırır. Dünyayı Kurtaran Adam sadece Türkiye’de değil batıda da en çok bilinen ve arşivlenen Kült bilimkurgulardan bir tanesi. Öyle ki Türkiye’de ciddi restore bir kopyası yayınlanmamışken, yurtdışında restore edilmiş DVD versiyonlarını hatta action figürlerini “Turkish Star Wars” adıyla bulmak mümkün. Scognamillo’nun dediği gibi “Fazla yoruma gerek yok: bir kanalda rastlarsanız kaydedin, başka benzeri yoktur çünkü. Kaldı ki bir “kült” film yaratmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Dünyayı Kurtaran Adam, düşük bütçeli Türk fantastik sinema kanonunun son görkemli çığlığı olarak karşımıza çıkıyor, az sayıda çekilmiş bilimkurgu girişiminin de belki en nitelikli finalini sergiliyor. Her birini kendi sosyo-ekonomik koşulları altında değerlendirmemiz gereken bu filmler hala geniş okumalara açık bir şekilde izleyicisini beklemekte.