Garanti Antlaşması, KKTC ve Kıbrıslı Türklerin Yalnızlığı
KKTC’nin kuruluşunun Kıbrıslı Türklere nelere mal olduğu üzerinde pek durulmuyor. Oysa bugün Kıbrıslı Türkler dünyadan soyutlanmış, görünmeyen ve bin bir zorluk yaşayan bir toplum ise, bunun en önemli nedeni Türkiye’nin 1974 yazında Kıbrıs’ta yaptığı askeri operasyonlarla Garanti Antlaşmasını çiğnemesi ve daha sonra da uluslararası hukukun ihlaline devam edilerek KKTC’nin kuruluşmuş olmasıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında 15 Ağustos 1960 tarihinde gece saat 11’de imzalanan ve 16 Ağustos günü yürürlüğe giren Garanti Antlaşmasının birinci maddesi “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini sağlamayı ve anayasasına saygı gösterilmesini” taahhüt eder. Ayrıca, bu anlaşma ile Kıbrıs Cumhuriyeti, “herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen, siyasi ve ekonomik birliğe katılmama” yükümü altına girer.
Garanti Antlaşması, başka bir devletle birleşmeyi (Enosis) veya adanın bölünmesini (Taksim) doğrudan veya dolaylı olarak teşvik edecek her hareketi de yasaklıyor.
Görüleceği gibi, Garanti Antlaşması Enosisi ve Taksimi dışlamakla kalmıyor, bu amaçlar doğrultusunda teşvik edici etkinliklerde bulunmayı, örneğin propaganda yapmayı da yasaklıyor. Yani, Cumhuriyet kurulduğunda yargı kurumu doğru dürüst çalışmış olsa idi, siyasi aktörlerin çoğu Enosis ve Taksim propagandası yapmaktan yargılanabilirdi.
Antlaşmanın ikinci maddesi Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanımak ve garanti etmek yükümünü yükler. Yani, burada bir haktan çok, bir yükümlülük söz konusudur. Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti için geçerli olan doğrudan veya dolaylı olarak başka bir ülke ile birleşme veya adanın bölünmesine dönük faaliyetlerin yasaklanması, bu üç ülke için de geçerlidir.
Açıkçası, ikinci madde, diğer garantör ülkeler gibi, Türkiye’ye de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni garanti etme sorumluluğunu yüklüyor. Sözü edilen anayasanın Temel Maddelerinin Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan ve devletin iki-toplumluluk esasına göre kurulmasını öngören Zürih anlaşmasının maddelerinden oluşuyor.
Üçüncü maddede, Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan, İngiltere’nin egemenliğinde kalan üsler bölgesinin bütünlüğüne saygı göstermeyi taahhüt eder.
Dördüncü maddede, Garanti Antlaşmasının ihlali durumunda anlaşmanın hükümlerine uyulması için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye birbirleriyle istişare etme yükümü yükler. Birlikte veya anlaşarak harekete geçme mümkün olamıyorsa, üç devletten her biri, Garanti Antlaşmasıyla oluşturulan düzeni yeniden kurmak ve sadece bu amaçla sınırlı olmak üzere, kendi başına harekete geçme hakkını saklı tutar.
Antlaşmanın beşinci maddesinde, anlaşmanın imzalandığı tarihte yürürlüğe gireceği ve anlaşmanın orijinal metninin Lefkoşa’da saklanacağı belirtiliyor.
Türkiye’nin Garantör ülke olarak, kurulan anayasal düzenin Yunan Cuntası tarafından ihlal edildiği 1974 Temmuz’unda tek başına “hareket geçme” yetki ve yükümlülüğüne sahip olduğu açıktır. Anlaşmada yer alan “harekete geçme” ibaresinin askeri bir müdahaleyi içerip içermediğini şimdilik bir kenara bırakalım ve şunu vurgulayalım: “Harekete geçme” sadece bozulan düzeni yeniden kurmak amacıyla meşrudur. Adayı bölmeye yönelik hiçbir girişim Garanti Antlaşması çerçevesinde meşru gösterilemez.
Nitekim üzerinde çok konuşulan Johnson mektubunda tam da bu noktaya dikkat çekiliyordu. ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964 tarihinde Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “1960 tarihli Garanti Antlaşması hükümleri gereğince, böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatine sahip olduğunuz intibaındayım. Bununla beraber, Türkiye’nin düşündüğü müdahalenin, Garanti Antlaşması tarafından açıkça yasaklanan bir çözüm olan taksimi gerçekleştirme amacına yönelmiş olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım.”
Kısacası, ABD, Türkiye’nin adaya müdahalesinin anayasal düzeni korumaya değil, adayı bölmeye yönelik olacağından bahsediyor ve bunun Garanti Antlaşmasıyla yasaklanmış bir düzen kurmayı öngördüğünden kabul edilmez buluyordu. Nitekim, Johnson 1974’ten tam on yıl önce yaptığı saptamasında haklı çıktı. Türkiye 1974’te adaya müdahale ettiğinde, Kıbrıs’ı coğrafi ve demografik olarak böldü ve Garanti Antlaşmasını açıkça ihlal etti.
Garanti Antlamşasının ihlali, 1974 savaşında Türkiye’nin uyguladığı savaş planlarıyla sınırlı kalmadı. KKTC’nin ilanı bu ihlali ikiye katladı. Çünkü Garanti Antlaşması, Enosisi ve Taksimi olduğu kadar, Kıbrıs’ta ayrı bir devlet kurulmasını da yasaklıyor. Pek bilinen bir şey değil ama gerçek şudur ki, Rauf Denktaş ile Dr. Küçük, Türkiye’nin adaya Garanti Antlaşması temelinde müdahale etmesini istemiyorlardı. İki liderin imzasını taşıyan 14 Eylül 1963 tarihli bir belgede, Kıbrıslı Rumların anayasayı ortadan kaldırmaları halinde Türkiye’nin adaya müdahale hakkı olduğunu, ancak bunun “iyi bir şey olmayacağı” ileri sürülüyordu. Çünkü, Türkiye’nin Garanti Antlaşmasına dayanarak yapacağı bir müdahale ancak 1960 statüsüne geri dönmek için yapılabilirdi. Yükümlülüğü bu yönde idi. Kıbrıslı Türk liderler, Türkiye’nin adaya askeri müdahalesinin yerine, Kıbrıs’ta bir “Türk Cumhuriyeti” kurulmasını öneriyorlardı.
1960’lı yıllarda böyle bir “Türk Cumhuriyeti” kurulmadı. 1983 yılında kurulan KKTC ise, Türkiye’nin Garanti Antlaşmasını çiğneyerek yaptığı Kıbrıs savaşının sonrasına rastlar. Bu yüzden de meşru sayılmadı.
Bugün izlenen KKTC’yi “yaşatma” politikası ve buna paralel olarak Garanti Antlaşmasının devamında ısrar etme, kendi içinde çelişkilidir. Çünkü Garanti Antlaşması ayrı bir Türk devletinin kuruluşunu yasaklıyor. KKTC’nin kuruluşuyla birlikte Kıbrıslı Türklerin dünyadan soyutlanıp yalnızlığa itilmesi bundandır.
BM kararlarında “yok hükmünde” sayılan KKTC, Avrupa Birliği için de yok hükmündedir. Nitekim Türkiye’nin KKTC’yi gözlemci sıfatıyla Türk Devletleri Teşkilatı’na kaydettirme çabası karşısında Avrupa Birliği’nden çok net bir uyarı geldi: “Avrupa Birliği, Türkiye’nin, ayrılıkçı Kıbrıs Türk biriminin, uluslararası tanınmışlığı olmayan sözde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin” Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci olarak kabul edilmesi ile ilgili yaptığı açıklamaları reddeder. (...) AB, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına uyum içinde, sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ni uluslararası hukukun öznesi kabul ettiğini defalarca ve en yüksek politik düzeyde açıklamıştır.”
Açıklamada, tek çözümün iki bölgeli, iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı federasyon olduğu ve bunun “alternatifi olmadığı” da vurgulanıyor...