Garanti mi Karantina mı?
Garanti sözcüğü ile karantina sözcüğü arasında bazı benzerlikler vardır. İki sözcük de bir şeyleri koruma altına almayı ifade ediyor. Fakat karantina, garantiden farklı olarak, koruma altına aldığı şeyi tecrit ve izole eder.
Gelinen aşamada Kıbrıs’ta 1960 Garanti Antlaşması’nın devamında ısrar etmek, Kıbrıslı Türkleri korumak değil, tecrit etmek, zaten var olan tecrit koşullarını sürdürmek anlamına geliyor. Çünkü adada barışın önündeki engellerden biri garantiler konusudur. Türkiye’nin 1960’ta elde ettiği garantör ülke konumunun devamını istemek, hele de garantörlerin tek yanlı müdahale hakkında ısrar etmek, Kıbrıs Sorununu çözümsüz bırakmak demektir ki, bu, Kıbrıslı Türkleri dünyadan soyutlanmış, statüsüz bir toplum olarak kalmaya mahkum etmektir.
Kısacası, günümüzde garanti talebi, Kıbrıs Türkleri “karantinada” tutmak anlamına geliyor.
Bu kısa girişten sonra, Kıbrıs Sorununun belki de en yanlış anlaşılan unsurlarından biri olan garantiler konusunun ne zaman, nasıl, hangi koşullarda ve neden gündeme geldiğini irdelemeye çalışalım.
Bilindiği gibi, Türkiye ile Kıbrıslı Türkler farklı nedenlerle Kıbrıs Rum toplumunun Enosis politikasını kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılıyorlardı. Türkiye, Yunanistan ile birleşmiş bir Kıbrıs’ı jeo-politik açıdan kendisine bir tehdit olarak görüyor ve güney sahillerinin tehdit altına gireceğini söylüyordu. Aslında, Soğuk Savaşın bütün sıcaklığıyla devam ettiği 1950’li yılların sonunda bu argüman pek inandırıcı değildi. Çünkü, Yunanistan da Türkiye gibi NATO üyesi idi ve Enosisin gerçekleşmesi durumunda ada NATO üssü olacağından, Türkiye’ye dönük bir tehdit olmayacaktı. Türkiye, bu türden görüşlere karşı Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın komünistlerin eline geçme tehlikesini ileri sürüyordu.
Kıbrıslı Türkler ise Enosisi başından beri kendilerine karşı yaşamsal bir tehdit olarak algılıyor ve azınlık olmamak için, hele hele Yunanistan’ın azınlığı olmamak için (İngiltere yönetimi altında kalmakta beis görmüyorlardı) yoğun bir mücadele veriyorlardı. Kısacası, Kıbrıslı Türklerin sorunu stratejik değil, statü sorunu idi ve bunu Türk-Yunan çatışması bağlamında yaşamsal bir sorun olarak görüyorlardı. Balkan Savaşları esnasında Müslümanların başına gelenler veya Girit’in Yunanistan ile birleşmesinden sonra Türklere reva görülenler Kıbrıslı Türklere her zaman rehberlik edegelmişti. Bu argümanlardan ayrı olarak, Kıbrıs Türk liderliği de Türkiye gibi sık sık Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğunun “komünist” olduğundan söz ediyor ve bunu ayrıca bir tehdit unsuru olarak gösteriyordu.
Kıbrıs Sorununun bütün tarafları, yani Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkler, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık Batı dünyası içinde yer alan anti-komünist aktörlerdi. Enosis ve Taksim tezlerinin hayata geçirilebilir olmadığı anlaşılınca ve ortaya bağımsız Kıbrıs devleti fikri atılınca, ki bu fikir önceleri NATO içinde dillendirilmeye başlandı, müttefikler bazı sorulara yanıt bulmak zorundaydılar: Bağımsız Kıbrıs devleti komünizm tehdidi karşısında nasıl koruma altına alınabilirdi? Müttefikler arasında kavgaya yol açan Enosis ve Taksim gibi tehditler nasıl ortadan kaldırılabilirdi?
İşte Garanti Antlaşması bu sorulara yanıt aranırken doğdu. Enosis ve Taksimi dışlayarak kurulan anayasal düzenin ve İngilizlere bağımsız üsler veren düzenlemelerin garanti altına alınması için “garantili bağımsızlık” fikri benimsendi. Komünizm tehdidine karşı ek önlemler de alındı. Zürih Antlaşmasını imzalayan Menderes ile Karamanlis, bir de Centilmenlik Anlaşması imzaladılar ve adada komünizme karşı ve Kıbrıs’ın NATO üyesi olması yönünde birlikte mücadele verme konusunda anlaştılar.
Görüleceği gibi, Garanti Antlaşması bir güvenlik anlaşması değildir. Savunma ve güvenlik anlaşması -bu da Kıbrıs Türk veya Rum toplumunun değil, Kıbrıs’ın bütününün savunması ve güvenliği için- İttifak Antlaşmasıdır.
Günümüzün 1950’lere hiç benzemeyen dünyasında, Kıbrıs’ta ne komünizm, ne Enosis ne de Taksim tehditlerinin olmadığı bir aşamada garanti talebinde ısrar etmek, çözüm arayışlarını sabote etmekle aynı anlama geliyor.
Güvenlik sorununun Türkiye’nin de içinde yer alacağı bir formülle çözülmesi isteniyorsa, dikkatleri garanti anlaşması yerine ittifak Antlaşmasına çevirmek gerekecektir...