Garantilere Dair Tespitler, Yorumlar, Düşünceler…
Liderler, ilk defa olarak ‘Güvenlik – Garantiler’ başlığını görüşmeye başlamış; karşılıklı olarak duruşlarının aktarmışlar, fikir alış – verişinde bulunmuşlar.
Kıbrıs sorununun çözümü ’Garantiler’ ile zorlanacağa benziyor. Güney tarafının toplam siyaseti, ağız birliği içinde, garantilere kesin karşıtlığını açıkladı. Türkiye Başbakanı ise, garantilerin masada bile olmadığını söylüyor… Durum öyle değil ama muradının öyle olduğu anlaşılıyor. Kuzey’in siyaseti ise bu konuda değişik söylemlere sahip …
Bu konuda tarafların hassasiyetlerini anlayıp sonuç üretmek gerekiyor. Kıbrıslı Rumlar, Garantiler sistemine 1960’da da karşıydı; 1963 olaylarına giden süreçte bunun kalkması üzerinde yoğun çalıştılar. Sonuçta da Aralık 1963’de Kıbrıslı Türklere silahlı saldırı başlattılar… Türkiye’nin garantörlük hakkını o dönemde kullanmaması onlar için başarılı bir sonuç, Kıbrıslı Türkler için ise endişe verici bir durumdu. Grivas şansını 1964’te Dillirga bölgesindeki Türk köylerine, 1967’de de Geçitkale’ye saldırarak denedi; Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanmaya kalkışması, olayları çözümledi ama Rumların garantilere karşı bilenmesini keskinleştirdi. Milliyetçi Rumların Kıbrıs adasının ‘Elen Hakimiyeti’ altında olması emelleri için Türkiye’nin garantörlüğü engeldi, kaldırılmalıydı…
Temmuz 1974 ise Kıbrıslı Rumlara ‘Garantörler’ konusunda yeni bir deneyim yaşattı… Garantörlerden biri olan Yunanistan Kıbrıs’ta darbe yaptı, diğer garantör Türkiye garantörlük hakkını kullanarak adaya askeri çıkarma yaptı, üçüncü garantör İngiltere ise etkisiz ve suskun taraf rolünü oynadı, kılını kıpırdatmadı. Dolayısıyla, Kıbrıs Rum siyaseti artık sadece Türkiye’yi etkisiz yapmak için değil, tüm garantörleri ortadan kaldırmak için garantörlük sistemine diplomatik savaş açtı. Kıbrıslı Rumlar için Yunanistan, 15 Temmuz darbesini yapan, 20 Temmuz’da da imdada yetişmeyen ve yaşadıkları felaketin müsebbibi bir garantör anavatan olarak pek bir işe yaramıyordu, dolayısıyla onun garantörlüğünün sonlanması onlar için bir tehdit değildi… Yunanistan için de, Türkiye’ye karşı savaşacak durumda olmadığına göre, garantör olmaya devam etmek istemenin bir anlamı yoktu; zaten 15 Temmuz gibi bir de ayıbı vardı… Sonuç olarak Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan için garantörlük sistemi kendi siyasetleri açısından gereksiz, emelleri açısından ise engel…
Türkiye ise garantörlük sisteminin devamını koşul koyuyor. Dayandığı siyaset kavramı ve stratejisi ise pek de güncel değil… Lozan Anlaşması ile Doğu Akdeniz’de bir Türk – Yunan dengesi sağlanmış, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki Garantörlük sistemi de bu dengeyi korumuş; böyle devamını istiyor. Halbuki çağdaş savaş silahları, araç - gereçleri ve dünyanın en muharip silahlı kuvvetlerinden biri olan Türk ordusunun nicelik ve nitelik olarak üstünlüğü düşünüldüğünde, aslında Doğu Akdeniz’deki dengenin Türkiye lehine değiştiği görülebilir. Ama bölgedeki doğal enerji kaynakları, bu kaynakların başka ülkelere aktarılmasının yolları göz önüne alındığında ve Türkiye’nin de bu konuda bölgenin baş rol oyuncusu olma istek ve stratejisi düşünüldüğünde, Kıbrıs çok önemli… Ama, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlüğü ise, bu ihtiyacını çözecek bir araç değil…
Kıbrıslı Türklere gelince… 1960’dan beri yaşadıkları toplumsal hafızada halen tazedir, yara kapanmış değildir. Kıbrıslı Rumların garantilere karşı çıkış tarzı ise, Kıbrıslı Türklerin toplumsal hafızasını canlı tutacak, yarasının kanamasını sürdürecek niteliktedir. “Her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin garantörlüğü yeni bir çözüm anlaşmasında sonlandırılmalıdır” demek, hem Kıbrıslı Türklerin hassasiyetini hiçe saymak, hem de güvenlik endişelerini artırmak demektir. 1960 – 74 yılları arasında garantör Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri alayı ne asker sayısı olarak artmış ne de Rumlara karşı herhangi bir silahlı saldırı yapmamışken, aynı dönemde Yunanistan alayı 950 askerden 11,000 askere kadar çıkmış, Kıbrıslı Türklere defalarca da saldırmıştır. Dolayısıyla, Kıbrıs Rum siyasetinin, tek Türk askeri dahi kalmayacağı bir anlaşmayı dayatmaya kalkışması, Kıbrıslı Türkler için şüphe ve endişe uyandırıcıdır.
Kıbrıslı Rumlar için “Akıllandılar” diyenler var… Katılmak olası değil… Fanatiklerinin Kıbrıslı Türklere neler yaptığı ortada… Basını Kıbrıslı Türk reklamını alamıyor… Kıbrıs Türk ürünleri Güney pazarına kolaylıkla giremiyor, girenler boykotla karşılaşıyor, Kıbrıs Türk mallarını Güney pazarına sokan Rum tüccarlar mallarına ve canlarına tehdit ile karşılaşıyor. Kuzey’e geçişler hala daha bir tepki ile karşı karşıya ise, Kuzey’den alış – veriş yapmak tabulaştırılmak isteniyorsa, Ercan’ı kullananları cezalandırmak için kampanya başlatıyorlarsa ve Kıbrıslı Türklere karşı işlenen suçlardan hiç kimse şimdiye kadar ceza almamışsa, Kıbrıslı Türkler Kıbrıslı Rumlar için “akıllandılar” sözünü nasıl kabullensin?!
“AB toprağında yabancı asker olamaz” diyenler var… AB üyesi Almanya toprağında, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma statü ile ve hiç kimsenin gündem yapmadığı, sözünü dahi etmediği İngiliz ve ABD askerleri halen var; Kanada, Hollanda, Fransa gibi ülkeler de askerlerini AB üyesi olduktan çok sonralar çekti…
Kıbrıslı Türklerin Yunanistan’ın garantörlüğünün devamında bir endişesi yok, Türkiye’nin garantörlüğüne ihtiyacı devam ediyor. Ancak, Türkiye’nin siyasetinin ve silahlı kuvvetlerinin içine girdiği şimdiki durum da Türkiye’yi yöneten ve yönlendirenlerin mevcut garantörlük hakkını ileride nasıl kullanacağına dair pek güven vermiyor. Dolayısıyla, Kıbrıslı Türkler kendi kişisel can ve mal güvenliklerinin, toplumsal olarak da adanın yönetimindeki siyasi eşit statüsünün sürdürülmesi için yeni tarz garantilere, bir süreliğine ihtiyacı vardır. Süre de, çözüm koşullarının uygulandığı süreç içinde Kıbrıslı Türklerin ve Rumların birbirlerine geliştireceği güven duygusuna bağlı olmalı… Bunun yanında, kurulacak yeni yapı karşılıklı siyasi ve ekonomik bağımlılık yaratan bir düzen olmalı, tarafların ya ‘kazan – kazan fırsatları’, ya da ‘kayıp – kayıp tehditleri’ ile karşı karşıya olacağı bir yapı kurgulanmalı. Yeni yapının sürdürülmesi uluslararası hukukun ve uluslararası toplumun güvencesinde olmalı. Anlaşmadan sonra federal yapının akamete uğraması halinde, her iki halkın da sorunlarını çözene kadar, uluslararası toplumdaki yerinin hukuken dondurulacağı, Kıbrıs adasının uluslararası temsiliyetinin ya iki halkla birlikte olacağı ya da sorun çözülene kadar dondurulacağı koşullar anlaşmada yer almalı. Yani, askeri garantiler yerini uluslararası hukuka bırakmalı ancak uluslararası hukukun işletilmesinde de hiçbir tıkanıklık mekanizmasının olmayacağı, olursa da tıkanıklık mekanizmasını çözecek çarelerin de yer alacağı bir anlaşma olmalı…
Adanın federal yapı ile bütünleşmesi, iki halkın birbirinden ve bir üçüncü taraftan korkmayacağı, yasal, siyasal ve ekonomik güvencelerin kuşkuya yer bırakmayan çözümlemelerle sağlanacağı bir anlaşma olmalı.
Anlaşmayı referandumla onaylayacak olan halkların, gelecek endişesi olmamalı, olursa “Hayır” demeleri sürpriz sayılmamalı…