1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Garp cephesinde değişen
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Garp cephesinde değişen

A+A-

cemu-003.jpg

“Bu kitap; ne bir şikâyettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece.”

*  *  *

Bu sözler yazarının ağzından “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının özünü yansıtıyor.
Kitap eski mi eski, te 1929’da yazılmış.
Birinci Dünya Savaşı, 19 yaşındaki bir gencin gözünden anlatılıyor.
Bir “çukura düşme” çığlığı aslında...
Roman, savaşın anlamsızlığı kadar... Savaşı yaşayanların her daim uçurum kenarında nasıl sendelediğini özetliyor.

*  *  *

Nereden aklıma geldi?
Basın Gecesi’nde Cumhurbaşkanı Akıncı’yla sohbet ederken...
“(Erdoğan’la) İçeride neler oldu, bize asıl bunu anlatınız” demiştim...
Ve başkan gülümseyerek yanıt vermişti:
“Garp cephesinde değişen bir şey yok.”

*  *  *
Tam da bilemedim!
“Türkiye aynı Türkiye” demek istemişti sanırım da...
Acaba hangi Türkiye?

*  *  *

“Siz asıl güneye bakınız, sorun orada, bizim elimizi kolaylaştıracak bir adım atsalar...” diye de söylendi...
“Ne bekliyorsunuz” dedim, “Asker burada kalsın, topraklar da sizin olsun. Devleti paylaşalım mı demelerini bekliyorsunuz? Nedir istenen?”
Akıncı gülümsedi yine...
“Herhalde bunu beklemiyoruz” dedi.
“Ama en azından sıfır garanti, sıfır asker diyerek masaya oturmasınlar...”

*  *  *
Sanırım şu geçiyor içinden...
“Asker, güvenlik, garanti gibi konuları çözüm sürecine yayalım... Kademe kademe ilerleyelim, federal çözümü yaşadıkça ve hazmettikçe asker azalsın, garanti sistemi yumuşak bir geçişle yerini başka bir sisteme bıraksın... Ama zamanla... Hemen değil...”

 *  *  *

En başa dönelim...
“Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesil” var...
O nedenle daha zor...


ORTAK (laşamadığımız) sözlük

book-003.jpg

ORTAK bir sözlük hazırlandı:
“Kıbrıs’taki gazetecilik için.”
İki toplumun da hassasiyetlerini dikkate almak hedeflendi.
Adanın güneyi fena karıştı.
Çünkü sözlük, Kıbrıslı Rum gazetecilere çok daha fazla sorumluluk yükledi.

...

Rumca gazeteler genelde  “ATİLLA” yazıyor, örneğin...
Bu sözlükte “Türk Ordusu” yazılması öneriliyor.
“Kapılar” yerine “geçiş noktası” öneriliyor, Kıbrıs Türk basınına...
“Sahte” (Devlet) yerine ne söylenmeli, ne yazılmalı? Ya da “istila”?
Yeni bir sözcük için uzlaşı yok!

...

Yadırgadıklarım var.
Mesela “Kıbrıs halkı” yerine...
“Kıbrıs Rum Toplumu” öneriyor, sözlük... Ya da “Kıbrıslı” yerine “Kıbrıslı Rumlar.”
İlla hep bir Rum, Türk mü olmalı?
“Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine ne yazılacağı da bulunamamış.
Öneri yok!
Niye farklı bir kelime aranıyor?
Biz, Kıbrıs Cumhuriyeti yazıyoruz.
Tüm dünyayı geçtim...
Kıbrıslı Türkler pasaportunu taşıyor.

...

“Ortak Sözlük” projesi harika bir düşünce... Yeni bir dile ihtiyacımız var, yeni bir Kıbrıs için...
Proje harika, peki sonuç?
Bence biraz telaş yapılmış, aceleye gelmiş, yüzeysel kalmış.
Belki “resmi dil” hepimizi fazlaca teslim almış.

Dört kişilik yazarlar ekibi daha fazla görüşme, atölye, tarama yapabilseydi keşke...
Çok daha fazla sahaya inerek, günlük pratikleri tartışabilseydi...
Bu ekibe tarihçiler, edebiyatçılar, yazarlar, gazeteciler daha çok dahil olabilseydi...
Elbette Bekir Azgın, Christos Christofides, Esra Aygın ve Maria Siakalli’nin emeğini, bilgisini, adanmışlığını takdir ediyorum.
Biliyorum, en zoru bir şey yapmaktır.
AGİT’in basın örgütlerimizle başlattığı Kıbrıs diyaloğu son derece önemlidir. Umarım, örneğin “medya değişim programı” hep devam eder...
Ve bu sözlük de “ortak bir dil ortak bir gelecek” için “farkındalık” yaratır.
En azından şunu anladık:
Henüz birbirimizle yeterli anlayış ya da empatiyi geliştiremedik.

 


Sorry!

Avrupa Birliği’nin ev sahipliğinde düzenlenen basın toplantısı...
Bir ara, bir akademisyen mikrofonu aldı, kendini tanıttı, konuşmaya başladı...
Kıbrıslı Rum gazeteci arkadaşımız, “Özür dilerim, bu bir basın toplantısı ve gazeteciler için düzenlendi, akademik bir toplantı değil” diyerek araya girdi...
Avrupalı yönetici, sözünü tamamlamadan akademisyenin elinden mikrofonu geri aldı.

...

Bunu niye anlattım.
Adanın kuzeyinde basın toplantıları herkese açık...
Devlet kurumlarında danışmanlık yapan ya da farklı meslek alanlarında çalışanlar dahil...
Eğer ismi “resepsiyon” olsa ya da “kitle toplantısı” sorun değil...
Ama “basın toplantısı...”
Ve hatta, toplantıyı düzenleyenler özellikle gazeteciler dışında bu çevreleri de davet ediyorlar...
Kalabalığı seviyorlar (!)

...

Ne zaman ki bir basın toplantısında, gazeteci olmayan birinin elinden o mikrofon alınır...
“Oh be” diyeceğim...
Çünkü “riskini” üstlenmeyen insanların bu işin “havasını” sevmesine pek bir öfkeliyim.


Rüşvet

İŞ insanlarının % 89'u ülkede RÜŞVET ya da YOLSUZLUK olduğunu düşünüyor.
Tamam da...
Bu RÜŞVET ya da YOLSUZLUK dediğin "tek taraflı" değil ki.
Bir ALAN var her daim…
Bir de VEREN...
Bu iş insanları, acaba, bu konuda ne diyor?
Rüşveti, yolsuzluğu nereden biliyor?


Vergili

SON 2 yılda farklı dairelere 8 müdür verdi.
Denetleme Kurulu’na, Devlet Planlama'ya, İçişleri'ne, Hazine Muhasebe'ye, Ticaret Dairesi'ne…
Neresi?
Gelir ve Vergi Dairesi!
Ve ilk kez kendi müdürünü de “Müsteşar” olarak gördü.
İsmi gibi “vergili” daireymiş doğrusu!


Ne yapsınlar?

Bunu da görecektik!
Birileri "kumarhane zinciri" bir sahiplik yapısı üzerinden gazetecilik yapmanın mahcupluğuyla, bu ülke gençlerinin istihdamından mutsuz olabiliyor.
“KKTC yurttaşı nereden bulacağız da çalıştıracağız”
diyorlar.
Gel medya grubumuzda gör.
Tümü bu ülkenin gençleri...
On yıllardır gece de çalışıyorlar, gündüz de...
Hem de hepsi sendikalı...

*  *  *

Adı var, tabanı yok örgütlerde kendine konum yaratan kimileri, konuştukça batıyor.
Gazetecilerin “yatırımları” güvence altına alınıyor diye “mutsuz” olan bir “gazeteci” düşünebilir  misiniz?
Ne yapsın bu gençler sahi?
Hepsi kumar patronlarının yanlarına mı sığınsınlar?
Ada yarısı illaki sanal bahislerin, rulet masalarının, at ve köpek yarışlarının girdabında mı boğulsun?
Casinocuya gelince cici, gazeteciye gelince kaka, oh be!


“Yine de balkona çıktım sabah sabah, su verdim çiçeklere, umut ektim, özgürleştiğimi hissettim “kaybedecek hiçbir şeyim yok” diye... dağa baktım, bayrağa, yeter mi onca ayıbı örtmeye... içine kan sızmış temellerde yükselen apartmanları saydım... kişi başına düşen aç gözlülükleri, riyakarlıkları, toplumsal yalanlarımızı düşledim, “milli servetle beraber, ikiye katlanır mı onlar da”... ve inadına gülümsedim, bağırdım kendime... “Motorları maviliklere süreceğiz, ışıklı maviliklere...” c.m.

Bu yazı toplam 2748 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar