Gazetecilik, dikkat ve merak gerektirir
Türk tiyatrosunun tanınmış sanatçılarından Tekin Akmansoy geçen hafta Salı günü (12 Şubat), tedavi gördüğü hastanede vefat etti. Nuri Kantar tiplemesiyle ünlenen Tekin Akmansoy, aynı zamanda Kıbrıs Türk tiyatrosuna da katkı yapmış bir sanatçıydı.
Yenidüzen’de Çarşamba günü, “Tiyatro sanatçısı Tekin Akmansoy vefat etti” başlığıyla yayımlanan Anadolu Ajansı mahreçli haberin sonunda, “Hatırlanacağı üzere, Akmansoy’un Kıbrıs Türk tiyatrosuna büyük hizmetleri olmuştu” ifadesi yer alıyordu.
Gazeteci refleksi
Sıradan bir okur, bu haberi okuduğunda Tekin Akmansoy’un Kıbrıs Türk tiyatrosuna ne gibi bir katkı yaptığını merak eder. Muhabirlerin, bu merakı giderecek şekilde ayrıntılı bir haber yapması hem Tekin Akmansoy’un Kıbrıs Türk tiyatrosuna yaptığı katkının anısına karşı bir saygı olurdu hem de okurlar doğru bir şekilde bilgilenirdi. Neyse ki, Kıbrıs gazetesi yazarı Ahmet Tolgay, köşesinde bu konuya değindi. “Tekin Akmansoy Kıbrıs’tan da geçmişti…” (13 Şubat) başlıklı yazısında Tolgay, Tekin Akmansoy’un Kıbrıs Türk tiyatrosuna yaptığı katkıları ayrıntılı biçimde aktarmıştı.
Yanlış bilgi
Türkiye medyasında yayımlanan Anadolu Ajansı mahreçli vefat haberinde, “Bakanlar Kurulu'nun 1969 yılında Kıbrıs'a bir Türk tiyatrosu kurmakla görevlendirdiği Tekin Akmansoy, Kıbrıs Türk Tiyatrosu olan ‘İlk Sahne’yi kurdu” denmişti. Oysa bu bilgi doğru değildi. “İlk Sahne” 1963 yılında Üner Ulutuğ ve Kemal Tunç tarafından kurulmuştu. Bu bağımsız tiyatro topluluğu 1965 yılında Türk Cemaat Meclisi Maarif Müdürlüğü’ne bağlanarak Kıbrıs Türk Tiyatrosu adını aldı. 1990 yılında kabul edilen 10/1990 sayılı “Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Yasası” ile adı bir kez daha değişikliğe uğradı.
Tekin Akmansoy, 1969 yılında Kıbrıs’a tiyatro kurmaya değil, kurulu tiyatroyu canlandırmaya gelmişti. Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla Kıbrıs’a geçici görevle gönderilmiş, yönetmenlik ve oyunculuk yapmıştı. www.sinetiyatro.com sitesinde hem Kıbrıs Türk tiyatrosunun tarihçesi hem de Tekin Akmansoy’un yönettiği oyunlara ilişkin bilgiler var. Tarihçe’de ve Ahmet Tolgay’ın yazısında üç oyundan söz ediliyor. Akmansoy, Nazım Kurşunlu’nun “Merdiven”, Refik Erduran’ın” Cengizhan’ın Bisikleti” ve Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesi” adlı oyunlarını yönetmiş ve bu oyunlarda oyuncu olarak da görev almış.
Bilgiyi doğrulatmak
Bu haber ve yazıları okuyunca, en doğru bilgiyi alabilmek için Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Hakan Yozcu’yu aradım. Hem bana konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi hem de gösterimde olan tiyatro oyunu “Katil”e davet etti. Oyunu Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde oynuyorlarmış. Kendi sahneleri 1999 yılında çıkan bir yangında kül olmuş, yenisi de yapılamamış. Belki bir gazeteci merak eder de haber yapar; biz de öğreniriz neden bir tiyatro sahnesi yapılamadığını.
Genel Müdür’e, bu haberdeki bilgiyi doğrulatmak için sizi arayan bir gazeteci oldu mu diye sordum. BRT’den bir muhabirin aradığını, ona doğru bilgiyi verdiğini söyledi. TAK’tan ya da gazetelerden arayan olmamış. TAK’ın 12 Şubat’ta servise koyduğu vefat haberinde, Anadolu Ajansı’ndan geçen yanlış bilgi tekrar edilmişti. Yani TAK, Kıbrıs Türk tiyatrosuna ilişkin yanlış bir bilgiyi, Türkiye’nin haber ajansından aktarmakta bir sakınca görmemişti. Anadolu Ajansı ne kadar güvenilir görülürse görülsün, haberde aktarılan bilgiyi doğrulatarak aktarmak zor olmasa gerek.
NOT: DAÜ İletişim Fakültesi’nden bir grup meslektaşla Katil isimli oyunu seyretmeye gittik. Oyunu şahsen “aşırı gerçekçi” ve sarsıcı buldum. Oyunculuklar müthişti. Şiddetin dozunun arttığı bir anda ayağa kalkıp, “yeter artık” demek içimden geçmedi değil.
Mahkeme haberlerinde ölçü
Yenidüzen de dahil, Kıbrıs Türk gazetelerinde çalışan muhabirlerin sanırım en çok yaptıkları haberlerin başında mahkeme haberleri geliyor. Bu haberlerde kullanılan dille ilgili daha önce yazılar da yazmıştım. İşin hem hukuk hem de etik boyutu var kuşkusuz. Hukukçu değilim ve değerlendirmelerimi genelde etik ilkeler çerçevesinde yapıyorum.
Kıbrıs Türk Gazetecileri Birliği geçen hafta iyi bir şey yaptı ve Kıdemli Yargıç Bertan Özerdağ’ı gazetecilerle buluşturdu. “Medya ve hukuk” başlıklı bu konferansa ben de katılmak istemiştim ama fırsat bulup gidememiştim. Yenidüzen’de 13 Şubat’ta yayımlanan, “Özerdağ: Mahkûm olmayan her kişi masumdur” başlıklı haberde, Bertan Özerdağ’ın yaptığı açıklama ve uyarılar ayrıntılı biçimde yer aldı. Tekrarlamak bahasına bazı konulara değineceğim:
Zanlı mı, sanık mı?
Ayrıntı gibi görünse de iki sözcük arasında önemli bir fark var. Özerdağ’ın da belirttiği gibi, “aleyhinde tahkikat yapılan kişi” zanlı konumundadır. Yani zanlı, bir suçu işlediği düşünülen kişi için kullanılması gereken hukuki bir terimdir. Sanık ise, “aleyhinde dava açılan kişi”dir. Mahkemeye intikal etmiş olaylarda hakkında dava okunarak suç isnadı yapılan kişiler sanık konumundadır. Örneğin, Kıdemli Yargıç Bertan Özerdağ’ın açıklamalarının yaymlandığı aynı gün, Yenidüzen gazetesinde aktarılan BYA mahreçli ve “Tarihi eser kazısı yargıda” başlıklı haberde, tarihi eser kazısı yapmakla suçlanan ve haklarında dava okunan üç kişiden “zanlı” olarak söz ediliyor. Oysa bu kişiler artık sanık durumundadırlar.
Masumiyet karinesi
Haberde aktarılan bilgi biraz karşık gibi görünüyor: “Her kişinin mahkûm olmadıkça masum olduğunun altını çizen..” denmiş haberde ve bunun evrensel bir hukuk kuralı olduğu da hatırlatılmış. Masumiyet karinesi, suçsuzluk ilkesi anlamına geliyor. Suçu mahkemece sabit görülene kadar kişinin suçsuz olduğunu kabul etmek ve haberi de öyle yapmak gerekir. Özerdağ, “çok ciddi suçlarla yargılanan kişilerin, mahkeme sonunda beraat edebildiğini göz önünde bulundurmak gerekir” demiş.
İsimlerin açıklanması meselesi
Her ne kadar haberde değinilmemişse de, gerek soruşturma (tahkikat) gerekse de dava sürecinde isimlerin hangi koşullarda açıklanacağı ve haberlerde aktarılacağı konusu da önemli. Soruşturma sürecinde zanlı konumundaki kişilerin tam isimlerinin yayımlanması ciddi sorunlara yol açabiliyor. Hakkında dava okunana kadar suça karıştığı iddiasıyla soruşturulan kişilerin isim ve soy isimlerinin baş harfleriyle yetinmek gerekir. Tam isim verildiğinde, soruşturulan kişiler mutlaka suçlanacakmış gibi bir izlenime yol açılabiliyor. Oysa çoğu durumda zanlılar dava okunmadan serbest bırakılıyor. Dava okunduğunda ise, sanık oldukları belirtilmek koşuluyla kişilerin isimleri yayımlanabilir. Öte yandan, suça karışsa bile 18 yaşını doldurmamış çocukların isimleri ve görüntüleri asla yayımlanmamalıdır. Şiddet, taciz ve tecavüz mağduru kadınların kimlikleri de deşifre edilmemelidir. Kadın ve çocukların yaşadığı mağduriyete bir de medyanın yaratacağı mağduriyeti eklememek gerekiyor.
Tıp ve sağlık haberleri ilgi çeker
Tıp ve sağlık alanlarında yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular insanların daima ilgisini çekmiştir. Özellikle müjde niteliğinde verilen araştırma bulguları zaman zaman yanlış beklentilere de yol açabilir. Bu nedenle, bu konularda haber yaparken, örneğin umut bekleyen hastaları hayal kırıklığına uğratabilecek bir dil kullanmaktan kaçınmak gerekiyor.
Beyindeki kara leke
Geçen hafta, Kıbrıs Türk medyasının dikkatini çekmeyi başaramayan iki haber yayımlandı Türkiye medyasında. İlk haber, Alman nörolog Gerhard Roth’un yaptığı bir araştırmaya dayanıyordu. ntvmsn.com tarafından yayımlanan, “Beyindeki kara leke suça itiyor” başlıklı haberde (8 Şubat), Roth’un, cinayet, tecavüz ve hırsızlık suçlarından mahkûm olan kişilere kısa filmler izlettiği ve izleme anında mahkûmların beyin faaliyetlerini gözlemlediği aktarılıyor. Roth, “Vahşi sahneleri izleyen denekler hiçbir duygusal tepki göstermedi. Beynimizin şefkat ve üzüntü yaratan bölümlerinde bir hareket yoktu” demiş. Beyindeki karanlık bölgede kötülüklerin oluştuğunu ve orada gizlendiklerini iddia etmiş. Profesör Roth, beyinde kara lekenin bulunduğu alan operasyonla alınırsa kişilerdeki şiddet davranışının son bulacağını da savunmuş. Şiddet haberlerinin giderek arttığı günümüz dünyasında şiddeti azaltmak için iyi bir çözüm gibi görünüyor.
Ancak, Profesör Roth’a itiraz eden bilim insanları da yok değil. New York Üniversitesi’nden Steven Galette, insan davranışlarını anlamanın bu kadar basit olmadığını, şiddet davranışını sadece kara lekeye bağlamanın tek bir araştırmaya dayanarak ileri sürülemeyeceğini söylüyor.
Profesör Ruth’un iddiasını aşırı biyolojik belirlenimci bir bakış açısı olarak görüyorum. Öte yandan, şiddet içeren medya içeriğini tüketen bazı bireylerde şiddet eğilimlerinin arttığını gösteren çok sayıda araştırma da var.
Kolesterol, ilaç sektörünün yalanı mı?
Sözünü ettiğim ikinci haber, “dünyanın en ünlü kolesterol uzmanlarından biri olarak gösterilen” Profesör Philippe Even’ın iddiasına dayanıyor. ntvmsnbc.com sitesinde “300 milyar dolarlık yalan” başlığıyla yayımlanan habere göre, Profesör Even, “kötü kolesterol”un ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu, ilaç endüstrisinin son 15 yıl içinde bu yalana sarılarak 300 milyar dolar kazandığını ileri sürmüş. Profesör Even, kolesterolün zararları konusunda bilimsel makaleler yazan bilim insanlarının da "ilaç endüstrisi hesabına çalıştıklarını" iddia etmiş. İddia önemli. Haber değeri de var. Peki haber olarak gazetelerde yer bulabildi mi? Hayır. Sadece Afrika gazetesinde logo üstünde duyuru şeklinde bilgi verildi (15 Şubat).