‘Gaz’ın kabarcıkları su yüzüne çıkmış’
Şimdi yerin yedi kat altındaki gazın, kabarcıklarının, su yüzüne çıkmasıyla, yalnız, suyun yüzünde değil, ama, bölgesel ve ülke iç siyasetinde de kaynama ve oynamalar olacak. Güneyde derinleşme hali gösteren siyasi krizin gerisinde de bu gaz konusunun
Şimdi yerin yedi kat altındaki gazın, kabarcıklarının, su yüzüne çıkmasıyla, yalnız, suyun yüzünde değil, ama, bölgesel ve ülke iç siyasetinde de kaynama ve oynamalar olacak. Güneyde derinleşme hali gösteren siyasi krizin gerisinde de bu gaz konusunun tetiklediği etkiler vardır. Hem kuzeyde, hem de güneyde, aklı başındaki herkes, bizi bu güne kadar bir yere götürmeyen, eski siyasi temellerin dışında, yeni anlayışları artık gündeme taşımalıdır. .
Doğru benim yazacaklarım mı? Bunu kesin bir dil ile ifade etmem mümkün değil.. Ama bildiğim kesin bir şey var. Ne güneyin, ne kuzeyin, ne Yunanistan’ın, nede Türkiye’nin, Kıbrıs sorununda bizi bugüne getiren yaklaşımları, ne Kıbrıs’ta, ne de “analarda” bu sorunu çözme kabiliyeti üretemedi. Aksine ; 50 yıla yakındır, kılıktan kılığa girerek, özü ayni, ama şekil değiştirerek, sorun sürüyor. Hem Kıbrıslılara, hem de “Analara “, beladan başka bir şey de vermiyor. Gaz kabarcıklarının, suyu kaynatıp, oynattıkları gibi, bizde siyasette artık yeni kaynamalar yaratmalıyız. Bunun için ne olması gerekir?
KUZEYDE: Kuzeyde, KKTC üzerinden gidilen ve çıkışı getireceği düşünülen her adım, bizi çıkmaza soktu ve sokmaya devam edecektir. Nitekim artık en milliyetçiler dahi bunu gördü. Bunun için, dünden farklı, şimdi de K.T.D ilanından dahi söz etmeye başladılar. İşte bu bakımdan artık kuzeyde, çözüm için KKTC vurgusu ve mantığı üzerinden değil, ama Birleşik Kıbrıs’ın, Federal temeli üzerinden gidilmesi gerekiyor. Bunu temel alan siyasi, kültürel, sosyal, diplomatik, demokratik ve ekonomik düzenlemeleri ele almak gerekiyor. Aksi halde, dünyanın bu günkü konjüktüründe, AB’ üyeliği sürecinde olduğu gibi toplumumuzun, daha çok kayıplara uğraması söz konusu olabilecektir..
Bakın, geçtiğimiz günlerde değerli düşün adamı İsmail Beşikci’nin bir röportajını okudum. Beğenir veya beğenmezsiniz, ama söylediği bir nokta var ki bizim açımızdan da çok önemli. İsmail Beşikçi diyor ki Kıbrıslı Türklere; Kıbrıs’ta ayrı devleti, KKTC’yi hak görenler; neden Türkiye’deki Kürtlere dönük demokratikleşme konusunda bakış açıları başka. Diye sorguluyor. Yani Kıbrıs’ta ayrı devlet mantığını, Türkiye’nin kendi iç demokratik önemli bir meselesinin çözüm sürecinde, sorguluyor. İşte o zaman iç ve dış, sorunların ele alınışı ve çözümü sürecinde, bir başka meselede, yani Kıbrıs sorunu gibi, kendinizi, milliyetçi duygu ve dar hedefleriniz içine hapseder ve bu alanda, takip ettiğiniz siyasetteki mantığınız ile diğer iç ve dış meselelerinizin çözüm süreçlerinde takip ettiğiniz siyasetlerin mantığı arasında, ilkesel ciddi bir fark varsa, ne içe, ne de dışa dönük sorun çözme konusunda samimi görünmezsiniz, muhatap aldıklarınıza. Üstelikte; ilkeselliği de kayıp ettiğiniz için, ne Kıbrıs sorununu, ne de diğerlerini çözüme götüremezsiniz. Bocalar durursunuz..
Hele en son gaz konusunda olduğu gibi, bunu değiştirmenin yolunu da güce dayalı politikalarda görür ve “yok saydığım güneydeki devlet” ifadesi ile hareket ederseniz, o zaman siz ne sağlarsınız bilir misiniz? 1964’te, BM de, yalnızca, “Zorunluluk Doktrini” temeli ile “yasal” kabul edilen güneydeki devletin varlığının, evrensel platformlarda pekişmesini…
İşte bundan ötürü artık, KKTC üzerinden siyaset üretmemek gerekir. Ya ne üzerinden olması gerekir? Kıbrıs Türk halkının, kendi kendini yönetme erkinin temeli, Birleşik Federal Kıbrıs’ın dayanağı olarak öngörülen, Kurucu Devlet üzerinden. Yani bu çözüm olmadan da artık dünya da evrensel yol almak isterseniz, hem masada Birleşik Kıbrıs’ı öngörecek öneriler sunacak ve yaklaşımlar göstereceksiniz. Hem de iç siyasette buna hazırlık olacak düzenlemeleri, Kurucu Devlet mantığında, çözüm olmadan da, KKTC’de yapacaksınız. Kendi kendini Yönetme anlayışını esas alarak. Üstelik de bunu gerçekleştirmek adına, atılan adıma, muhalefet edenlerinde, günümüzde, kabul etmek zorunda kaldıkları bir ciddi siyasi olayı da yaşamışsanız, bunu değerlendirmeniz gerekir.
Yani, Taşınmaz Mal Komisyonunu kast ediyorum. Annan Planının güneydeki “hayırla” retti sonrası, partide yaptığımız ve hep birlikte belli noktalar üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra, o dönem yaptığımız bir açıklamada şu vurguyu yapmıştık.. “Bu planın belli bazı unsurlarını çözümsüzlük şartlarında da yaşama geçirmek kararlılığındayız” .İşte bu bağlamda, Mehmet Ali Talat’ın Başbakan olduğu, ancak 24 Nisan Referandumundan sonra, Meclis’te çoğunluğu yitirdiğimiz için dönemin hükümetinin, “topal ördek” durumuna düşmesi nedeni ile atılamayan bu adım. Daha sonra erken seçimler ve Talat’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte hükümet ve devlet bütünlüğünde; hem Koalisyon ortağımızla, hem Cumhurbaşkanlığı, hem de Türkiye ile yapılan verimli işbirliği çerçevesinde gecikmiş olsak bile, söz konusu Taşınmaz Komisyonunu yasallaştırdık. UBP’nin inanılmaz muhalefetine karşın…Şimdi, hala çözüm yok, ama Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde, hele AHİM kararından sonra da çok önemli bir değer oldu bu adım. Ne idi? Plandaki gibi; iade, takas ve tazminat bütünlüğüne dayalı olmak..İşte bu örnek şimdi de bir başka olgu için değerlendirilmeli. Birleşik Federal Kıbrıs hedefi ve tek egemenlik için. Gaz konusu, bunun önemini daha da açığa çıkarttı.. Üstelik, adanın bütünündeki hak iddiasını da, New York’ta, imzalanan antlaşmada;1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Kurucu toplumu olduğumuz haklı ve doğru temeline dayandırıldığı bu aşamada. Artık Tek ve ortak egemenlik olgusu, temel alınmalıdır.Önerileriz bu temeli esas almalıdır..
Gerçi Sayın Kudret Özersay, yaptığı bir söyleşide, buna hak verse de, buna dayanmanın tek yol olmadığını ve ayni zamanda da tatlı bir ayrılıkla da Kıbrıs Cumhuriyetinin yer altı ya da başka kaynaklarını da taraflar tarafından paylaşılabileceğini de söyledi. Bir yüzü ile o kuşkusuz bir teknik insandır. Ama temsil ettiği siyasi makamın aklında olanın hala, KKTC üzerinden sonuca gitmek olduğunu da bu ele vermektedir. Şimdi sormak lazımdır, Yugoslavya Federasyonu dağıldı. Ne oldu? Sırbistan kendi egemenlik alanında bulunan hangi kaynağı Bosna Hersek ya da Hırvatistan’la ya da Yugoslavya’nın diğer ayrılan ülkeleri ile paylaştı? Şimdi güney, Hakimiyetçi anlayışla, 1964 statükosu üzerinden Kıbrıs Cumhuriyetinin her türlü “yasal” konumunu kullanmaktadır. Mesela AB üyeliğinin hangi avantajını bizimle paylaşıyor? Hiç? Amacı ise her şeyin sahibi olmaktır. Ama AB ile kurduğumuz tek siyasi, hukuki bağ, 2004 Referandumunda ‘evet’imizin karşılığı olarak, yani Birleşik Federal Kıbrıs’ın desteklenmesinin sonucu olarak gelişen, Mali Yardım Tüzüğüdür. Güney, aksine, bu “yasal” konumunu kullanarak, bu bağı da kurdurmamak için dün her şeyi yaptı. İşte bunun için Kıbrıs’ın her açıdan avantajı, ancak iki tarafın, tek egemenlik temelinde, federal ortaklık zemininde olabilir. Bizim için artık, statüko üzerinden, siyaset üretmek, çıkış noktasına yol açamaz.
Üstelikte bu çözüm hedefine ulaşmak amacı ile de vermeyi ve böylece almayı bilmelisiniz. Bunu ele almazsanız, bir başarı da elde edemezsiniz. Çünkü; “Vermeden almak, Allaha mahsustur”. Şimdi gazın tartışıldığı bu aşamada, Ekim sonu da Zirveye gidecekseniz. Çözüm isteği doğrulusunda, “Vermek ve Almak” terazisinin sapını tutmanın, şimdidir zamanı..
Peki alacağınız ne? Uluslararası, siyasi, demokratik, hukuki ve toplumsal meşruluk, yani yasallık!. Yani Kıbrıs adasının bütününde, siyasi eşitlik temelinde, Birleşik Federal Kıbrıs’ta ortaklık... Bu merkezi yönetim bütünlüğünde ayni zamanda, kendi bölgesinde, kendi kendini yönetecek, Kurucu Devletin, yani, Kıbrıs Türk Devletinin meşruluğu demektir. Ama ne elde edeceğinize bakmadan siz, Birleşik Kıbrıs’ı, hala, Rum’un sayıp da, Kurucu Devletin; merkezi devletten ayrı, her alanda, uluslararası antlaşmalar yapmasını ister ve Çapraz oy olgusuna karşı çıkar ve gizli gizli, “ ayrılık üzerinden “açıkgözlükle iş yapacağınızı zan ederseniz, hiçbir şey elde edemezsiniz.
Ama, bu mantıkla da neyi sağlarsınız? 1964 statükosuna dayalı, güneydeki yönetimin, “zorunluluk doktrinine”, dayalı, “yasallığının” sürmesini sağlarsınız. Üstelikte bunun artık, “zorunluluk doktrinine” dayalı bir” yasallık” olduğunun da evrensel temelde unutulmasına yol açarsız...
Ha, buna güney kabul etmez diyecekler. Ne oldu? Çaktınız, gürlediniz de ne oldu 50 senedir? Yahu, adamızda artık 1974’ten beridir çok önemli bir askeri güç de var. Kabul mu etti güney; kafanızdaki çözümü?. Ama bütün bunlara karşın, elde evrensel kabul gören bir zemin var. Bunu da güney, 2004’te kabul etmedi. Fakat Referandumdaki “Hayır’ının” negatif etkisini gidermek için de çok zorlandı..
Bakın güney, “Ben yasal devletim” diyor. AB üyesi de. Ama, BM zemininde, 24 Mayıs ve 1 Temmuz antlaşmaları temelinde, eş zamanlı Referandumla da olacak şekilde, o yasalım dediği bu günkü, zeminin, değişmesini de, ilkesel olarak kabul edip, görüşmelere de oturuyor. “Ben, BM’nin ve AB’nin üyesiyim size ne”, diyor mu? Diyemiyor. Çünkü evrensel kabul gören bir temel var. Bu nedenle , BM parametrelerinde bir Birleşik Kıbrıs formülü oluşması için masaya oturmak zorunda kalmaktadır..
2004 öncesi bunun için Eş Zamanlı Referandum, BM’nin Hakemliği ve BM Çözüm Planının da görüşmelerin zemini olması gerektiğini, Uluslararası kamu oyu kararlaştırdı. Bu kime tepki idi?.” Ben yasalım” deyip, bunun arkasına saklanıp da ayak sürçen güneyi, perdenin arkasından çıkartmak için atılmış bir adımdı. Ama, Kuzeyde KKTC üzerinden düşünenler, güneyin bunu istemeden kabul etmek zorunda kaldığını göremediler. Bunu 2002- 2003’te ret edince, onların, AB üyeliğine de yol döşediler.
Güney; AB üyeliğine rağmen; Referandum sonrası çözüm için; önce, İbrahim Gambari sürecini, sonrada 24 Mayıs ve 1 Temmuz antlaşmalarını kabul etmek zorunda kaldı.. Bunlar bize, siyasi eşitlik temelinde ilerlenebilecek, temeli gösterir. Eroğlu, Cumhurbaşkanı seçilince de, UBP Hükümetinin de desteği ile BM’ ye mektup yolladı. ” Birleşik Kıbrıs’ı öngören 24 Nisan Referandumuna bağlıyım” dedi. 24 Mayıs ve 1 Temmuz temelinde BM Genel Sekreterine görüşmeleri sürdüreceğini ve bu temel ile zemine bağlı olduğunu ifade etti. Kuzeyde ret edenler dahi, bunları kabul etti. .
GÜNEYDE: Peki güney ne oldu.? 1964’ten beri tek taraflı olarak gasp ettiği iki toplumlu K.C’nin “sahibi olduğunu” düşündü güneyin egemen güçleri.. Peki ne oldu?. Kıbrıs Cumhuriyetinin iki toplumlu yapısını 1964’ten sonra değiştirmekle, yani onu bir nevi “Elenleştirmekle”, adamızda bir sonuca, çözüm diye, ulaşabildiler mi?
Düşünün, 1963 – 1974 arasında Türk Kantonlarında, Ortak Vatanın bir bölümü üzerinde egemenliğini kuramadı. Ayrı mahkemeler, polis, asker, Meclis, hükümet temelinde bir devletin, prototipi ile yaşamak zorunda kaldı “Yasal K.C”. . “ Yasal hükümet “, iddiaları söz konusu iken, 1964’te BM Barış Gücünün adaya gelmesini kabul ettiler. Yani sorunlu ve ciddi meselesi olan, problemli devlet olduklarını kabul ettiler. Ne demediler,” yasalım, BM askerinin ne işi var memleketimde?”. Ayrıca, 1964’te BM askerleri adamıza geldikten sonra da, 1968’de de sorunu çözmek için Toplumlararası görüşmeleri kabul ettiler. 1968’den 1973’ün sonuna kadar. Ne oldu? Hani, “yasal hükümet” idiler? Nasıl olurdu bu? Hadi oradan diyemediler. Yani onlarda, vatan, millet sözleriyle, kendi toplumlarını kandırdılar.” Elen çıkarları” dediler, ama iki toplumlu K.C nin yeniden iki toplumlu olarak düzenlenmesi içinde, görüşme yaptılar.
Şimdi patlama sonrası güneyde kurulan, soruşturma komitesinin başkanının, yazdığı kitapta dediği gibi; 1968’ten 74’e kadar süren görüşmelerde sonuç elde edilmesine karşın, Makarios, maksimalist düşünce ile Kıbrıslı Türkleri “hands up” yapacak hayali ile o süreci de sonuçlandırmadı. Ne oldu? 15 Temmuz darbesi. Yüzlerce Kıbrıslı Rum insan, fanatik faşistlerin saldırıları altında hayatını kayıp etti. Sonra 20Temmuz 1974. Ne oldu şimdi? Ondan sonra da günümüzde ,” en büyük taviz” diye yorumladıkları, “iki bölgeli iki toplumlu federasyonu” kabul etmek zorunda kaldılar. Salladılar. 24 Nisan 2004 Referandumundaki “Hayır”, bu sallamanın sonucu idi. Ne oldu? Ayrılık derinleşti. .
Hele Kıbrıslı Rum solcular, demokratlar şimdi daha çok düşünmelidirler. Çünkü bu bulunan gaz, çözüm olmadan akarsa, bilsinler ki doğacak “zenginlik”, artık Kıbrıs’ta solun, demokratların değil, çok uluslu petrol devlerinin ve işbirlikçilerinin siyaseti belirlediği bir ortamın oluşmasına yol açacaktır. Gidilecek köyün minareleri günümüzde, Hristofyas’a karşı açılan Haçlı seferi benzeri darbe niyetlerinden bellidir..
Çünkü, kendi içindeki toplumlararası sorununu çözemeyen, hele bu sorun nedeni ile bir halka, bir devlete, ulusalcılık temelinde düşmanlık üreten bir siyasi iklim içindeyseler, bilsinler ki bu ortam; “emperyalizmin komploları” denilenin, besi yeridir. O, besi yerde üreyecek olan ise, dar milliyetçiliktir. Böyle bir anadan da demokrasi, barış ve sosyal adaletin çocuğu doğmaz.
İşte bundan ötürü, artık, kuzeyde ve güneyde, çözüm ve barış isteyenler, K.C ve K.K.T.C üzerinden sonuca gitmek yerine, artık o gerçekleşmeyen, Birleşik Federal Kıbrıs üzerinden düşünce üretimine girmelidir. Bu yüzden Birleşik Kıbrıs’ın bayrağını çekmelidirler.. Adamızda var olan bir çok, bayrağın yanına, alternatifin de bayrağını, alternatifi düşünenler çekmelidir. Birleşik Kıbrıs’ın Bayrağı üzerindeki naftalinler alınıp, havalandırılmalı ve barış mücadelesinde diğer bayrakların yanında dalgalanmalıdır. Artık eskinin üzerinden yürünemez. Bu yüzden “yüz çiçek aşsın, yüz fikir” tartışılsın…