1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gece Defteri’nden (4) 70 Yaş...    
Gece Defteri’nden (4)  70 Yaş...    

Gece Defteri’nden (4) 70 Yaş...    

Oysa günden güne elimizden kayıp gitmekte olan hayat arsız ve saldırgan hırslarından kurtuldukça, kendimiz kadar başkalarına karşı da cömert ve adil davrandıkça onurlu bir miras olarak kalacaktır çocuklarımıza.

A+A-

Hakkı Yücel
h[email protected]
3 Temmuz 2022

“Anne içerde sancı çekiyor, bebek yolda, ebe yanı başında ona yardımcı olmaya çalışıyor. Ben dışarda, ha şimdi ha birazdan doğacak heyecanı ve endişesi içinde bekliyorum. Derken bir bebek ağlaması ve ebenin dışarıya taşan coşkulu sesi: ‘Kerata!’. O an bir oğlum olduğunu anlıyorum

 Baba anlatıyor...                              


İleriye doğru akan kronolojik zamanın kendini tekrar eden döngüselliğinin biçimsel ifadesi takvim yapraklarında o gün -doğduğun gün- bir kez daha geldiğinde hikâyenin sıfır noktası çoğunlukla kendini yeniden hatırlatıyor. Hele geride kalan yıllar ilerde yaşanacak muhtemel yıllardan daha da fazlalaşarak biriktikçe, yarınlar biraz daha silikleştiğinden bu anımsama, ister istemez “Nasıl yaşadım?” sorusunu açığa çıkarıyor ve hatta bir iç hesaplaşmayı âdeta zorunlu kılıyor. Evet zamanın sonsuz akışında belki kayda değer bir hükmü yoktur ama sınırlı bir ömür için 70 yıl az buz değil doğrusu. O yüzden midir, yetmişinci yıldönümünde yıldan yıla artarak koca bir düğüme dönüşen nedenler, niçinler, “ahh keşkeler”, bazen içe kapanmalar, bazen dışa açılmalar, kazanmalar ve yitirmeler, çoğalmalar ve eksilmeler; yetmez, elle tutulur olanın sancısı ya da bunaltısı mı yoksa iflah olmaz hayallerin gerçekle talan edilmeleri mi demeli, yani yaşamak adına her şey bir hay huy içinde geçip giderken şimdi hepsi karşında birer ağır soruya dönüşmüş yanıtlarını bekliyorlar. Artık yaşlandığını kabul etsen ya da öyle görünsen de (“Ey güzel gençlik! Kim sana yeniden dönmek istemez ki?”) bir yıl daha geçmiştir ömründen; bu dünyaya çığlık çığlığa merhaba dediğin o gün, bir yılı daha bırakarak geride bir kez daha çıkıp gelmiştir ve de onu diğer günlerden ayıracak özelliği -bu özellik doğumla ölümün duygu ve düşünce olarak buluşması mıdır- o yükü ağır yetiyi harekete geçirmektedir: Hatırlamak. Beraberinde insan aklının en büyük zenginliği o soyutlama yeteneği düşüncelerin ve düşlerin prizmasında geçmiş zaman görüntülerini çoğaltacaktır; neler yok ki aralarında: Eskimiş gerçekler, “uzak-yakın” hayaller, ruh ve beden sancıları, vur patlasın çal oynasın tesellileri, dünyaya bir kere gelmiş olmanın ince hesapları, ebediyyen yok olmanın kaderine takılan zaman aralığında beyhude isyanlar, kimi tutkuların görkemli gövde gösterisi, kimi büyük inançlarla kıvılcımı parlayan adanmışlıkların hikâyesi, kimi öfke, kimi sevinç, kimi büyük pişmanlık. Daha da çoğaltmak ve uzatmak mümkün olsa da nihayetinde eksikliklerden ve yoksunluklardan mustarip, “tamamlanmamış varlık” olarak insanoğlu için mükemmel olan söylenemeyeceğine/bulunamayacağına göre burada esas olan şimdiye kadar bu eksikliklerin yoksunlukların ne kadarının giderilebildiği, o insanın bütün bunları yaparken ne kadar mutlu olduğuyla ilgili olsa gerek.

Beylik benzetmeyle bir yol/yolcu serüveniyse bu eğer, zaman olarak süreyi biraz daha uzatmak mümkün olsa da, kesin olan bir gün bu yolun/yolculuğun nihayete ereceğidir. “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” diyordu ya Cemal Süreya, öyledir, göz açıp kapayıncaya kadar devran döner, bir bir eksilerek tükenir ömrün günlere, aylara, yıllara bölünmüş o yorgun haritası üzerinde salınıp duran takvim yaprakları. Uzağa gitmeye ne hacet, kendine bak, daha dün 0 yaşındaydın, bugün 70 yaşındasın.

Fırsattır diyerek şimdi sormak istiyorum sana, bu yıldönümü de tıpkı ötekiler gibi senden ve çok yakınlarından öte hiç kimseyi ilgilendirmiyor olsa da, yılda hiç olmazsa bir kez insanın kendine sunulmuş menzili ve miadı meçhul zamanda yaşadıklarını hatırlaması; o zamana bakarak yaptıklarını ve yapamadıklarını, umutlarını ve hayal kırıklıklarını, gücünü ve güçsüzlüğünü, düşüncelerini ve inançlarını, doğrularını ve yanlışlarını önüne dökerek, kendine ait o kırık dökük serüvenle yüzleşip hesaplaşması çok mu beyhude bir uğraş?

Kim bilir; ama öyle olsa da, sen 70 yaşında, bugün olduğun yerde dur ve bir an için bırak elinden hiç vazgeçemediğin –ve beynin sana ihanet etmedikçe hiç vazgeçmeyeceğin- okudukça sana yaklaşan ama elini uzatıp tam da yakalayacağın anda her seferinde biraz daha öteye kaçıp giderek senden kurtulan; biraz daha anlamın büyük çabaların ve arayışların girdabında saklandığı, biraz daha hissetmenin tuhaf yanılsamalarla farklı duygular hâlinde çoğalıp durduğu ve biraz daha gerçeğin hayalle ve doğrunun yanlışla içiçe ve atbaşı gittiği o hiç bitmeyecek olan büyük kitabı. Aramaktan vazgeçmese de nasıl olsa aradığını hiçbir zaman bulamayacak insan, ister okuyarak ve isterse yaşayarak tüketse de macerasını.

Yine de kahırlanma, çünkü her çocuk bir cennete doğru atar ilk çığlıklarını, sonrası giderek bir cehenneme dönüşecek olsa da. Her çocuk bir cennettedir doğurgan ananın bereketli kucağında. Ve sonra yola koyuldukça hep o cennet kalacaktır ilk hatıralarda. Unutma, doğarken değil asıl büyürken bencil ve zalim olur insan. Bencil olur çünkü bölüşmekten korkar, zalim olur çünkü sahiplenerek sürdüreceğini sanır aslında sadece kendinin olmayan hayatını. Şimdiye kadar becermeye çalıştın -başardın mı, çırpınıp durma, bunu sen değil başkaları söyleyecek sana- bundan sonra da bencil ve zalim olma; hiç olmazsa doğduğun günde bunu bir kez daha hatırla. Bir de yalnız kalmaktan korkma ama yalnız kalmayı bilenlerin beraberliğinden de kaçma. Yalnızlığını elinden almak isteyen buyurgan kalabalıklardan uzak dur, çünkü kendi sorularını sormayan ve yanıtlarını aramayan, dahası kendini yaratmayı bilmeyen insan başkalarına tutsak olur sonunda. Unutma, en büyük erdem kahraman olmak değil insan olmaktır yaşamın her anında.

Öyledir, çünkü insan olmak zordur. Ve kim bilir “Her insanın içinde uyuyan bir peygamber vardır ve o uyandığı zaman zalim olur” derken Cioran da bu zorluğu kastetmektedir aslında. Çünkü “sevmek” ne kadar yakın ve uzaksa “kötülük” de o kadar yakın ve uzaktır insana. “İyilik” ne kadar yakın ve uzaksa “kötülük” de o kadar yakın ve uzaktır. “Aşk” ne kadar yakın ve uzaksa “nefret” de o kadar yakın ve uzaktır. “Dostluk” ne kadar yakın ve uzaksa “düşmanlık” da o kadar yakın ve uzaktır. Ve insan bu yakın ve uzak yolculuklar arasında savrulup durmaktadır hayatı boyunca. İnsanın hayatla bütünleşen ve sürekli oluşla gelişen varlığının anlamı ve eylemi de bu yolculuklarda gizlidir. Eğer insan yaratıkların en gelişmişi ve en muhteşemi ise o gelişmişlik ve ihtişam da O’nun ardında bırakacağı izin mahiyeti ile ilgili olacaktır.

Şimdinin hız, haz ve performans dünyasında insan sadece bu düzenin değil boyun eğdikçe bu kerameti kendinden menkul alametifarikalara, kendinin de kölesi olmaktadır. Bu insan benmerkezcidir, hem sathî hem de sahtedir. Her koşulda kazanmayı ve her koşulda kazançlı çıkmayı kurnazlık sayar. Tevazudan ve sadelikten uzaktır. Kendini abarttıkça başarılı olduğuna inanır, ancak abarttıkça ve abartıldıkça kendinden de gerçeklikten de uzaklaşır.

Oysa günden güne elimizden kayıp gitmekte olan hayat arsız ve saldırgan hırslarından kurtuldukça, kendimiz kadar başkalarına karşı da cömert ve adil davrandıkça onurlu bir miras olarak kalacaktır çocuklarımıza. Ancak o zaman, yani kendimizi sevdiğimiz kadar başkalarını da sevebildiğimiz; kendimize sadece kendi içimizden değil kendi dışımızdan da bakmayı öğrendiğimiz; kendimizi karşımızdakinin yerine koymayı becerebildiğimiz ve kendimiz için istediğimiz ve hayal ettiğimiz her şeyi başkaları için de isteyip hayal edebildiğimiz; başkalarını eleştirdiğimiz kadar kendimizi de eleştirebildiğimiz; başkalarında gördüğümüz eksikliği ya da yanlışları kendimizde de görebildiğimiz zaman çoğalacaktır umut dünyamızda. Belki zor ancak yine de bunları yapamadıktan ya da yapmaya çalışmadıktan sonra nedir ki siyaset, iktidar, güç, din, vicdan, ideoloji, ahlak ve onur birbirimizi boğazlamamızın gerekçeleri olmaktan başka. Ve asıl zoru başarmaya çalışmak ve onun iç huzurunu duymak değil midir vazgeçilmez olan hayatta.

Öyledir ve böyle olması için de inanılmayacak kadar çok nedenler vardır yaşadığımız her anda. Geçmiş hafıza, gelecek hayalse, aslolan da o geçmişten geleceğe uzanan şimdidir ve o şimdi de sürekli bir "an"dan ibaret olduğuna göre, hem biteviye devam eden hem de göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre olarak sonsuzluğu da geçiciliği de aynı anda içkin demektir; yani “yaşam-ölüm” diyalektiği birlikte hüküm sürmektedir ve er ya da geç o mutlak son gelecektir, unutma.

Doğrudur, her ölüm erken ölümdür ama bunun devamı da vardır; cümlenin tamamı her ölümün erken olduğu kadar her yaşın ölecek yaş da olduğu gerçeğidir. Öyle olduğu içindir ki her günde yeniden başlama gücünü içkin bir dirimsellik/sonsuzluk ve yine her günde son olma ihtimalini içkin bir sınırlık hâli olduğu gerçeğini aklından çıkarma ve geride kalan zamanı “şimdi”de, sonsuzluk kadar uzun ve bir an kadar kısa olduğu bilinciyle ve asıl kendinin kılarak -çünkü zamanı olmayanın zaten kendisi de yoktur- yaşamaktan da geri durma.

Ömrünün 70. yılında bunları bir kez daha hatırla...

Bu haber toplam 4117 defa okunmuştur
Gaile 495. Sayısı

Gaile 495. Sayısı