“Geçen akşam iki toplumlu koronun simgesi, yitirmiş olduğumuz Lena arkadaşımızı andık...”
Ulus IRKAD
Seneler çabuk da geçiyor. Geçen akşam Çok toplumlu (İki toplumlu demek de artık yanlış çünkü artık Kıbrıs'ta yaşayan toplumlardan üyeler de var ve çok da güzel oldu çok kültürlülük ) Çok toplumlu koronun Lena için sunduğu şarkıları dinledim. Bayağı sayıda dinleyici de vardı Mağusa Kültür Salonu’nda...
Bir an, 1997 yılında artık Ledra Palace'taki etkinliklerimizin kısıtlanmasını ve de ikide birde Kıbrıslıtürk liderliğinin Ledra Palace'taki Barikatı kapatmasından dolayı etkinliklerimizin çoğunu Pile Köyü'ne almamızı anımsıyorum.
Nikos Anastasiu ve benim diğer arkadaşlarımızla etkinliklerimizi Pile'ye bir Kıbrıslırum resturant sahibi arkadaşın lokantasına alışımız geliyor aklıma. Pek tabii ki gittikçe tüm etkinlikler de aynı odak noktasına yöneldiği için zorluklarımız da oluyor. HADE Dergisi olarak toplantılarımızı aynı yerde yaparken Nikos'un o günlerde Lena adlı bir arkadaşın önderliğinde İki Toplumlu Koro’nun da örgütleneceğini bana söylediğini hatırlıyorum. Onlara elimizden ne gelirse yardım etmeyi planlıyoruz. Bu arada Dinos Lordos'un kirasını üstlendiği Dostluk Evi de daha fazla koro ve workshopların yardımına koşuyor.
2000 yılına geldiğimizde artık iki toplumlu koro tüm etkinliklerde yer almaktadır. Çeşitli şehirlerden ve köylerden hatta büyük sayıda insan topluluklarının örneğin Baflıların ve Baf köylülerinin festivallerinde İki Toplumlu Koro ve Lena büyük katkıda bulunuyorlar. Hiçbir festivalimiz İki Toplumlu Korosuz geçmiyor. Bu etkinliklerde yer alan birçok arkadaşımızı zaman içinde yitirmişiz. Örneğin Panos, Gülay Kaşer, Yolanda Hristodulu, Mihail Kirliçça, Kostis Ahniodis, Mehmet Öke, Marios Tembriotis ve daha isimlerini anımsamadığım birçok arkadaşımız...
Geçen Aralık ayında Lenamızı da yitirdik. Lena'nın gerek çalışmalardaki o zorluklarla dolu Pile seyehatlerindeki özverilerini, polis takiplerinden sıyrılışlarımızı, Barikatlarda tutuklanmalarımız-gecenin uzayan vakitlerine kadar Beyarmudu karakolundaki soruşturmalar, eşyalarımıza el konulmalar (Kitaplarım bile maalesef bu tutuklamalardan ve el koymalardan nasibini almıştı), telefonlarımızın dinlenmesini.. Hele hele köy içinde maalesef Kuzey Kıbrıs Polisi'nin tacizci müdahalelerini ve buna rağmen koro ve HADE Dergisi çalışmalarımızın devam etmesini bu şarkıları dinlerken anımsıyorum. Hiçbirşey olmamış mı? Hiçbir sonuç olmamış mı? Bana göre oldu. Barikatlar ve zorluklar bitti... Bugün herkes Güney'e gidip geliyor. 1990'lı yıllardan 2003 yılına kadar uğruna ölüm bile olsa Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk tüm arkadaşlarımızın bu uğurda mücadeleleri oldu. Bana ve Sevgül'e hatta Neşe'ye yapılan rahatsızlıklar, saldırılar ve kampanyalar bu arada Yolanda-Argiru ve Lena arkadaşlarımıza Güney'den yapılan ELAM saldırıları nasıl unutulabilir ki? Şu anda Lenamız karşımızda; Rana Uluçay Hanım, Erkan Dağlı, Kastantonis, Yıltan Taşçı ve soprano Georgia Poliniki arkadaşlarımızı (Kastantonis’in bestesi harikaydı), Neşe’yi ve şiirinden yapılan besteyi (Halil Akansel arkadaş çok güzel bir beste yaptı tebrikler), Neşe'nin güzel bir şiirinden yapılan şarkısı, Sevinç arkadaşımızın güzel sunumlarını, Şerife Korucan arkadaşımızın sunduğu Mihalis'in güzel şirini dinliyorum sahne karşımda, İsrail'de Neva Şalom'da Maro ve Lena'nın espritüel sohbetlerini (2000 yılında Lena ve K.Rum-K.Türk arkadaşlarla İsrail ve Filistin'e gitmiştik) kulaklarımda yankılanıyor. Lena'nın efsanevi ve kahramanlaşan silüeti orkastrayı idare ederken gözlerimin önünde.
Lena'yı unutmayacağız. O artık devleşen ve efsaneleşen kahraman bir kadındır. Yıldızlar ebediyyen yoldaşın olsun sevgili Lena arkadaşım...
İKİ TOPLUMLU (ÇOK TOPLUMLU) KORO VE LENA'YI ANARKEN
İki Toplumlu Koro’nun (Artık çok toplumlu) kuruluş zamanı bizim HADE Dergisi için hazırlıklara girişimizin tarihiyle de birdir. Birçok defalar dergimizde bu koro hakkında da yazılar çıkmıştır ve hatırladığım kadarıyla Lena gibi arkadaşlarımız da bu dergide yazılar yazmıştır. O günlerde Kıbrıslırumlar’la birlikte olmak bir tabuydu. Kuzey'de barışı savunmak idamlık suçlu seviyesine gelmeniz demekti. UHH beni topun ağzına çıkarmış ve niye Rumlarla Barış istedim diye Bayrak Radyosu ve Televizyonu'nda adeta infazım Ordu postalları ve tankların eşliğinde gösterilmekte, ta Türkiye'deki Aydınlık Dergisine (Meşhur Perinçek'in Dergisi) kadar Uluslararası Ajanlığım konuşulmaktaydı. Annem bile benimle sırf bu faaliyetlerde yer aldığı için çok uluslu CIA ajanlığıyla suçlanmaktaydı bu UHH çevreleri ve medya tarafından. Dünyayı bize de, yakınlarımıza da dar getirmeye çalışıyorlardı. Akşam, Lena arkadaşımızı anarken bunlar geldi aklıma. 2000-2005 yılları arasında sözde kaset müzik kaçakçılığı yaptım diye ama özünde barış aktivitelerimden dolayı infazım sosyal medyada savunulur olmuştu. 15 yıl ağır hapsimi istiyorlardı ve her gün bazen hafta başı Lefkoşa Ağır Ceza’da yargılanmaktaydım. Suçum "Barış" istemekti. Barış istememeliydim... Bugünse infazımı savunanlar "Aman da Kıbrıslırumlar çarşıya gelmezsa iflas edeceyik" diyenler ve de Makarios Hastahanesi’nde tedavi görenler... Her neyse. Akşam Lena'yı anarken 25 yıl önce koroda bulunan arkadaşlarımızdan sadece birkaç kişinin faaliyetine veya aktivitelerine devam ettiğinin farkına vardım. Çoğu ya vazgeçmiş veya size ömür Lena arkadaşımız gibi cennete gitmiş. Onlardan, bilhassa Kıbrıslırum arkadaşlarımızdan bazıları güçlükle hatırlayabildi beni ama bazıları hemen hatırladı. Belki de ilerleyen zamanda onları da koroda göremeyeceğiz ama koro Lena'dan da aldığı aydınlıkla faaliyetlerine devam edecek. Bu arada eski yıllardan faaliyetlerine devam eden Sevinç arkadaşımız da vardı hala faaliyet gösteren ve belli ki o da daha uzun yıllar devam edecek. 25 yıl önceki arkadaşlarımızın çoğu olmamasına rağmen gene de koro faaliyetlerine aynı dinamizmle devam ediyor. Hala daha Lena'nın dinamizmi ve aydınlığı koronun en büyük dinamizmi diyorum. Lena arkadaşımız sonsuza kadar yıldızlarla yoldaşlığına devam edecek. Koromuz da Kıbrıs birleşene kadar faaliyetlerine...
'Nazi avcısı' Efraim Zuroff: 'Bir toplu mezarın kıyısındaydım, büyük amcam onlardan biriydi'
Swaminathan Natarajan
Nazilerin Avrupa'da Yahudi nüfusunu yok etmek için Holokost'un başlatmasından bu yana 80 yıldan fazla, bu toplu katliamın mimarlarından bazılarının yargılandığı Nürnberg davalarının sona ermesinden bu yana 75 yıl geçti. Bu katliamda payı olup da hayatta kalan tüm suçlular artık yaşlandı.
Peki, uzun süredir "Nazi avı" yapan Dr. Efraim Zuroff'u onların izini sürmeye devam ettiren neydi?
Zuroff bunun birçok nedeni olduğunu söylüyor; ama hepsinden önemlisi, Nazilerin yaptıklarından dolayı üzüntü duymamalarına inandığını ve nedeninin bu olduğunu söylüyor.
İsrail'deki evinden BBC'ye konuşurken, "Bunca yıldır pişmanlık ifade eden ve kefaret isteyen hiçbir Nazi suçlusuna rastlamadım" diyor.
İsrail merkezli Simon Wiesenthal Merkezi'nin baş Nazi avcısı ve Kudüs ofisinin yöneticisi Dr Zuroff, Nazi suçlularının ileri yaşının hafifletici bir faktör olarak görülebileceği yönündeki ifadeler karşısında dehşete düştüğünü söylüyor.
Hâlâ kanundan kaçan birkaç yüz Nazi olduğunu tahmin eden Zuroff, onları adaletin karşısına çıkarmaya niyetli.
Bir gün kapının çalınması
Zuroff, "Bu çaba devam ettiği sürece, bu insanlar teorik olarak huzur içinde uyuyamaz ve bir gün kapılarının çalınmayacağından asla emin olamazlar" diyor.
Aradan geçen zamanın suç unsurunu hafifletmediğini ve iğrenç suçların cezalandırılması için yaşlılığın mazeret olmadığını savunuyor.
Başarılı bir kovuşturmanın, mağdurlara ve ailelerine adalet sağladığını ve gelecekteki potansiyel failler için güçlü bir caydırıcı görevi gördüğünü söylüyor.
Yasal zaferler
Son 40 yılda Dr. Zuroff, 20 ülkede yaşayan 3 binden fazla şüpheli Nazi suçlusunun izini sürmeye çalıştı, ancak bunların bazıları Zuroff onlara ulaşamadan öldü.
Sadece 40'a yakın dava fiilen yargılanma sürecine taşındı ve bunların sadece bir kısmı mahkum edildi. Ancak Zuroff, yasadaki bir değişiklikten dolayı çok iyimser:
"Geçmişte, 12-13 yıldan fazla bir süre önce, Almanya'da Nazileri kovuşturmak için bu kişinin belirli bir kurbana karşı belirli bir suç işlediğini ve motivasyonunun ırksal nefret olduğunu kanıtlamanız gerekiyordu."
Bunun çoğu durumda neredeyse imkansız olduğunu söylüyor. Ancak yasadaki değişiklikle bu gereklilik ortadan kalkmış:
"Bugün tek yapmanız gereken, bu kişinin gaz odaları olan veya ölüm oranı yüksek olan belirli bir ölüm kampında hizmet ettiğini kanıtlamak. Dava başvurusu bu belgelerle yapılabilir."
Momentum kaybetmek
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından birçok ülke Nazileri ve işbirlikçilerini tespit edip yargıladı.
Dr. Zuroff, "Nürnberg davaları buzdağının görünen kısmıydı" diyor ve ekliyor:
"Avrupa'nın her ülkesinde yüzlerce, hatta binlerce Holokost davası vardı. 1949'dan 1985'e kadar Batı Almanya'da 200 bin soruşturma, 120 bin iddianame düzenlenmiş, ancak 7.000'den az mahkumiyet verilmişti."
Dr. Zuroff, Arjantin'de "Son Şans Operasyonu" tanıtımını yapıyor. Nazi suçluları hakkında bilgi verenlere para ödülü vaat edilmişti.
Nazileri adalete teslim etme konusundaki ilk coşkulu girişimler 1960'lardan itibaren azaldı. Zuroff, yetkililerin bu konuya zaman ve kaynak ayırmamak için çok açık nedenleri olduğunu söylüyor.
"90 yaşındaki bir Nazi'yi bir seri katille karşılaştırın. Herhangi bir normal ülkede polis seri katili arar çünkü durdurulana kadar öldürmeye devam edeceklerdir. 90 yaşındaki bir Nazi'nin birini öldürme ihtimali nedir? Sıfır" diyor.
Yani Naziler adalete teslim edilecekse, bu zor işi Zuroff gibi Nazi avcılarının yapması gerekiyor ve bunun için zamana karşı bir yarış içindeler.
Zuroff girişimlerini hızlandırarak, Nazi suçluları hakkında bilgi için 25 bin dolar ödül vaadiyle on yıl önce "Son Şans Operasyonu"nu yeniden başlattı.
Başarılar
Dr. Zuroff'un bugüne kadarki en büyük başarısı, 1944'te günümüz Hırvatistan sınırları içinde yer alan Jasenovac toplama kampına komuta eden ve hayatta kalan son bilinen toplama kampı komutanı Dinko Sakiç'in mahkumiyetiydi.
Kampta 100 bine yakın insan öldürülmüştü. Zuroff'un çalışması sonucu Sakiç, 4 Ekim 1998'de 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Zuroff, kararın ardından mahkeme salonundan çıkarken, kendisine yaklaşıp teşekkür eden bir adamın "Siz olmasaydınız, bu deneme asla gerçekleşmeyecekti" dediğini ve o zaman bu adamın kim olduğu hakkında hiçbir fikrinin olmadığını söylüyor.
Bu adam 1944'te kampta tutulan Karadağlı bir doktor olan Milo Boskoviç'in kardeşiydi.
Boskoviç, direniş faaliyetlerini cezalandırmayı amaçlayan Sakiç tarafından rastgele kampa gönderilmişti.
Zuroff, "Milo Boskoviç, Sakiç'e asılmak istemediğini söylemişti. Sakiç tabancasını çıkarmış ve kafasından vurmuştu. Onu katletti" diyor:
"Boskoviç'in kardeşinin demokratik Hırvatistan'ın, Dinko Sakiç'i mahkemeye çıkaracağını asla hayal etmediğini size temin edebilirim; ama bu oldu."
Zuroff, Nazilerin işledikleri suçlara karşı pişmanlık duymama tavrı gibi Sakiç'in de pişmanlık göstermediğini söylüyor.
Olumsuzluklar
Dr. Zuroff'un ısrarı çoğu durumda işe yaramıyor.
Eski bir Macar subayı olan Sandor Kepiro'yu adalete teslim etmeye çalışmış ve yıllar süren yoğun çalışmaların ardından Kepiro 2011'de Budapeşte'de yargılanmıştı.
Zuroff, Kepiro'nun Ocak 1942'de 3 binden fazla insanın öldürüldüğü Novi Sad katliamına karışan 15 Macar subayından biri olduğunu iddia etti.
Kepiro ve diğer subaylar 1944'te yetki verilmediği halde operasyon düzenleme suçundan yargılanıp mahkum edilmişlerdi ancak haklarında herhangi bir işlem yapılmamıştı.
Zuroff, iddialarını kanıtlamak için bu duruşmanın tutanaklarına güvendi, ancak mahkeme bunu kanıt olarak kabul edemeyeceğini söyledi.
Zuroff bu dava için beş yıl çalışmış ve hatta hayatta kalanlarla buluşmak için Novi Sad'a gitmişti. Aldığı sonuç acı vericiydi.
"Ertesi gün İsrail'e dönmeyi beklerken ağlamaya başladım… Ama kurbanları, hayatta kalanları düşünüyorum. Onların yaşadıkları benim başıma gelenlerden çok daha kötüydü" diyor.
Kişisel motivasyon
Dr. Zuroff oradaki Yahudilere ne olduğunu araştırmak için Litvanya'ya gittiğinde, genel bir trajedi ve onun kendi yaşamındaki yakın bağlantısıyla yüzleşmek zorunda kaldı.
Zuroff'a, Litvanya'da haham olan büyük bir amcasının ardından Efraim adı verilmişti. Bu akrabası, Holokost'un ilk kurbanlarından biriydi.
Amcasının kaldığı daireye gittikten sonra, Litvanya'da 35 ve Belarus'ta beş ayrı toplu katliam bölgesini ziyaret etmişti:
"Her gün iki ya da üç toplu mezara gittik ve ölen kurbanlar için dua ettim. Bir zamanlar yüzlerce, hatta bazen binlerce ölüyle dolu olan büyük bir toplu mezarın kıyısında durduğumun farkındaydım.
"Büyük amcamın onlardan biri olduğunu biliyordum. Çok yoğun bir duygusal deneyimdi."
Litvanya'da yaşayan 220 bin Yahudi'den 212 bininin Nazi işgali sırasında öldürüldüğünü söylüyor:
"Büyük amcam Haham Efraim Zar, 13 Temmuz 1941'de Vilnius'ta sakallı Yahudileri arayan bir grup Litvanyalı tarafından kanunsuz bir şekilde yakalandı. Lukoshkis Hapishanesi'ne götürüldü ve ya orada ya da 70 bin Yahudi'nin öldürüldüğü Ponar toplu katliam yerinde öldürüldü."
Zuroff, "Katilleri bulamadım" diye yakınıyor.
Gelecek
Taş ocakları gibi, Nazi avcıları da yaşlanıyor.
Zuroff şimdi 73 yaşında ve 15 torunu var. Torunları yetişkinliğe erişmeden önce kalan Nazilerin muhtemelen ölüp gideceklerini biliyor.
Zuroff, torunları yetişkinliğe erişmeden önce tüm Nazilerin ölmüş olacağını, bu nedenle zamanla yarıştıklarını söylüyor.
Çalışmalarının Holokost'un anısını canlı tutmaya yardımcı olmasından gurur duyuyor ve Nazi avcılarının kullandığı yöntemlerin insanlığa karşı suç işleyen diğer kişileri adalete teslim etmek için kullanılabileceğine inanıyor.
Ancak bugüne kadar yaşadığı deneyim, mevcut adli çerçevelerin, soykırım mağdurlarına adalet sağlama kapasitesinden şüphe duymasına neden oluyor ve 1994'te soykırımdan sonra uzman tavsiyesi vermeye gittiği Ruanda örneğini veriyor.
Hapishanede 140 bin şüpheli olduğunu, ancak onları yargılamanın lojistiğinin çok zor olduğunu söylüyor:
"Ruanda'da yargıçların çoğu soykırım sırasında öldürüldü, mahkeme salonlarının çoğu yok edildi. Birinci dünya ülkesi bile böyle bir suça tam adalet sağlayamazdı - bu imkansız."
Soykırım faillerini yargılamanın getirdiği hukuki, lojistik ve siyasi sorunlara çözüm bulmanın büyük bir zorluk olduğunu biliyor, ama pes etmeye hazır değil:
"Bunu kolay bir iş olduğunu düşündüğüm için seçmedim" diyor. "Öldürülen insanlara karşı bir sorumluluk ve yükümlülük duygusuyla seçtim."
(BBC - Swaminathan Natarajan – 22.1.2022)