1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Geçişlerin 20’nci yılı: Üstesinden gelmek!
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Geçişlerin 20’nci yılı: Üstesinden gelmek!

A+A-

Kapı” nedir?
Bir memleketse söz konusu, sizi “kapatan” yer aslında!
Birilerinin kontrolü elinde tuttuğu, kilide sahip olduğu, sıkışmışlık duygusunu güçlendiren, toplumları ayrıştıran, hayatı sınırlayan bir engel gibi…
Kanayan yer göğsümde” misali…

Kıbrıs’ın “kapıları” hepimize görünür ya da görünmez duvarlar örüyor; kah zihinlerimize, kah adımlarımızın önüne...
Hele Kıbrıslı Türkler için dünyanın kapılarını yüzümüze çarpan çaresizlik olarak yükseliyor.

Kıbrıs ülkesi epeydir bölünmüş!
Son 20 yıldır ateş kes hattında kontrollü geçişler var.
Yeşil Hat” giderek bir “sınır”a dönüşüyor ve bu çok kahredici…

***

Geçiş noktalarını konu alan belgesel film “Overcoming”i ara bölgede, Goethe Enstitüsü’nde izledik, pek çok insan ayakta kaldı, salon doldu, çoğunlukla Kıbrıslı Türkler, en önemlisi de yoğunlukla gençler…

Sınırlarla” büyüyen çocukların “öteyi” keşfetme anılarına, şaşkınlarına, hüzünlerine, hayal kırıklıkları ve umutlarına tanıklık ettik yeniden…

Barikatlar açıldığında hüngür hüngür ağladım” diyen bir öğretmenden, “Anne bak bunlar da bize benziyor” diyen vicdani retçiye kadar onca farklı deneyim.

***

İlk dönemin rakamlarını anımsıyoruz. Kuzeye 72 bin geliş, güneye 26 bin… Çok doğal! Çünkü 140 binden fazla insan anısını, evini, işini bırakmış bu yanda…. Çocukluğunu, ergenliğini, gençliğini bırakmış… Güneye gidenlerin anılarında büyüdükçe büyüyen evler ufalmış. Kıyılar betonla dolmuş, fidanlar büyümüş, meyvesini dökmüş. Gövdesi odunlaşmış asmaların…

İlk günlerin ardından Kıbrıslı Türkler çok daha fazla gitmeye başlamış güneye…. O dönem iki TL, bir Euro!

Şimdi yeniden kuzeye akın var!
Çünkü Türk Lirası’nın sefaleti sonrası cebinde Euro olan için buralar cennet (!)

***

Barikatların kontrollü geçişlere açılması kimi yargıları yıktı; kuzeyde ya da güneyde insanlar birbirine saldırmadı, düşmanlık göstermedi, saygısızlık yapmadı.

Ömründe savaş görmemiş çocuklar, resmi tarihin dayattığı düşmanlığa rağmen dostluklar kurdu, iş dünyası ticaret yaptı, en milliyetçiler bile Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği ya da pasaportu için kuyruklarda bekledi, dönüşte yeniden “vatan, millet, bayrak” ezberine sarıldı, heykeller dikildi, ortak başkaldırılarla sesler birleşti.

Eğitimde, askerlikle, resmi bültenler ya da söylemlerde, andlar ya da anıtlarda bu ülkenin bir başka dili konuşan insanına karşı dayatılan düşmanlık, hınç, kin yenildikçe yenildi.

***

Barikatların kontrollü geçişlere açılması toplumları yeniden buluştursa da statükoyu betonlaştırması anlamında kimi olumsuzluklar da içerdi.
Böyle iyiyiz” duygusu derinleşti!
Gidelim, gezelim, geri dönelim” ezberinde geri döndüğümüz yer çözümsüzlüktü, dünyanın dışıydı, uluslararası hukuktan uzaktı, içine kapalıydı, iki yüzlüydü, sahteydi…

Son yirmi senedir Kıbrıs içinde gelişler, gidişler yaşansa da özellikle Kıbrıs Türklerle dünya arasındaki uçurum büyüdükçe büyüdü. “Dış kapının mandalı”na döndü umutlarımız, bedenlerimiz, ruhlarımız…

Kıbrıslı Rumlar içinse kendi topraklarına, mülklerine, evlerine ya da otellerine “misafir” gibi uzaktan bakmak duygusu kuşaktan kuşağa devredildi.

Barikatların bir yanı “sömürge”ye, beri yanı Avrupalı bir kibire dönüştü. Bir yanda ilhak beri yanda korku semirdi. Kuzeyde toprağın, güneyde devletin işgali derinleşti.

***

Başkentin öte yarısını” ilk kez gören çocuklar artık büyüdü.
Büyükler, yaşlandı.
Kıbrıs’ı bütün” yaşayanların toprakla buluştu birer birer bedenleri, bir başka hayat örüldü giderek, milliyetçiliğin ve din dayatmasının ölçüsü kaçtı.

Şimdi…
20 yıl sonra o barikatları kimse kapatamaz kolay kolay…
Yine de korkutucu geliyor, yaşadığımız gerçekliği normalleştirmek…

Hedef, o barikatları “kontrollü” geçmek değil tümden kaldırmak olmalı…
Kapı”ya ihtiyaç yok insanın ülkesinde yaşaması, dolaşması, kendi toprağına kavuşması ve özgürleşmesi için!
Hem barikatlardan, hem de yabancı askerlerden arınmış, bağımsız bir Kıbrıs ideali en haysiyetli seçim olarak duruyor karşımızda halen…

Kontrol” kapılarda - ve o kapıların anahtarını elinde tutan milliyetçilikte değil- toplumlarda olmalı…. Depremde insani yardımları dahi engelleyen kafatasçı zihniyetleri yenmesini başaracak bir bilinçle örgütlemeliyiz yaşamı…

Sokakta olmak yürüyüş yapmaktan öte birbirinize tutunabilmektir” demişti bir genç, haklı…

Birlikte yaşayabiliriz…”
Bunun için izne ihtiyacımız yok!
Kapıya, kontrole, mevziye gerek yok
Üstesinden gelebiliriz.
İnsan ve yurt hakkımız bu…
Birlikte başarabiliriz…”

Barikatları “kontrollü” açanların duvarları örmeye devam ettiği bu büyük köhneliği yıkabiliriz.

Barış, biat etmekten vazgeçtiğimiz andadır.
“Kapı” nedir?
“Önü, arkası sobe!
Giden ne yandadır?”



Belgesele dair

  • Besire Paralik ve Firuzan Nalbantoğlu tarafından hazırlanan belgesel coşkuyla alkışlandı. Önemli bir emek var ortada, pek çok arşiv taranmış, adanın dört bir yanından farklı tanıklıklar dinlenmiş.
  • LGBT, kadın hakları, vicdani ret, sivil inisiyatifler gibi farklı hassasiyetler de belgeselin örgüsü içinde kullanılmış. Kimi anlarda senaryonun bütünselliği dağılsa ya da kronolojinin dışına çıkılsa da yakın tarihimize dair tarihimize önemli bir not düşülüyor.
  • Özellikle belgeselin finali, gençlerin inşa edeceği ortak bir gelecek için umut ışığı tutuyor. Emek veren herkesi kutlarım.  
  • Gösterim sırasında gözyaşlarını tutamayan izleyiciler Kıbrıs’ın acısını ve hüznünü anlatmaya yetti.
     
  • Hollanda Büyükelçiliği’nin katkıları ile gerçekleşen 63 dakikalık belgesel belki biraz daha özetlenebilirdi.
     
  • Belgesel, Türkçe,Yunanca ve İngilizce dillerinde çekildi, altyazıların yalnızca İngilizce olması dikkat çekti.
  • Pek çok anıyı tazeleyen belgeselin "militarizm ve toplumsal cinsiyet normlarına” meydan okuyan odağı önemliydi.
  • Özgün müzikler için Bunfyah, İnal Bilsel, Island Seeds ve Monsieur Doumani ayrıca bir tebriği hak ediyor…

belgesel-1.jpg

 

Onlarca farklı öykü

Kıbrıs’ta barikatların yeniden aralandığı son yirmi yılda kim bilir kaç farklı öykü yaşandı, anı canlandı, hasret çoğaldı.
Keşke tümünü bir araya toplayacak bir kitap çalışması olsa…
Hepsi ayrı bir filmin, romanın konusudur.

Kendi adıma tanıklık ettiğim en duygusal buluşma, esir kampının ardından 42 yıl sonra bir araya gelen Mehmet’le Dino’ydu… İkisi de bakkal çocuğuydu ve belediye pazarında görüşüyorlardı, her gün…

Bir önceki buluşmaları esir kampında… En son orada, “yine görüşürüz” demişlerdi. “Kitaplarımı saklar mısın” diye sorumuştu Mehmet, dostu Dino’ya… O kitaplar 42 sene saklandı…  20’li yaşların sonunda vedalaşan dostlar, yeniden ancak 70’lerinde buluştu.

Vasilidis Mihailidis Sokağı’nda, Limasol’daki o şirin evde buluşmuşlardı. Kitapları, fotoğrafları ve gözlerindeki yaşları sunmuşlardı karşılıklı…
Yüzlerindeki çizgiler yeşil hat gibiydi…

mehmet-dino.jpg

Bu yazı toplam 2876 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar