“Geçmiş, bir gün kabuğunu kırar...”
KAYMAKLI’DAN BİR ANI...
Dr. Hale Erel
5- 6 çocuk mutfak masasının altında kendimize ait alanda çok mutluyduk . Herşeyin bir oyun olduğunu söylemişti babam. Bebeklerimiz vardı oyuncak ayılarımız da vardı . Herşey yolundaydı . Sadece oradan çıkmamız yasaktı . Ara sıra başımızı çıkarıp etrafı kontrol ediyorduk çocukça bir merakla ama o kadar . Abiler başlarında oyuncak asker şapkalarını geçirmişler ellerinde oyuncak tabancalar tüfeklerle, terasla salon arasında gıidip geliyorlardı . Şapkalar bazen el değişiyor babanın, dayının, eniştenin kafasına geçiyordu . Herkes oyun oynuyordu belli ki . Bazen masanın altına bir tabak uzanıyordu içinde biraz yiyecekle . Çok yememiz de yasaktı . Hiç anlamıyorduk şu büyükleri . Kimse bizimle ilgilenmiyordu . Evdeki herkesle birlikte çok güzel bir oyun oynuyorduk . Sesimizi çıkarmamalıydık . Bahçeye çıkamıyorduk . Abilerin ve erkeklerin yanına gitmemiz yasaktı . Masanın altı da her yerden daha güvenliydi . Ve biz 2-5 yaş arasındaki çocuklar mutlu ve mesuttuk.
Sonra bir akşam kapı çaldı. Çok kızmıştı dışardaki yabancı adamlar, kapıyı kıracaklardı sanki; nereden çıkmıştı şimdi bunlar? Evin en yaşlı erkeği yüzü kıpkırmızı olarak yerinden kalktı . Diğerlerine baktı, kapıyı açmalıydı.Yürüdü ve kapıyı açtı ve salona tanımadığımız, ellerinde silahlar olan adamlar doluştu . Onar da oyuna katılmaya çalışıyorlardı belli ki . Ama biz çok korkmuştuk, bağırıyorlardı, odalara girip çıkıyorlardı; sonra evdeki 10 yaş üstü erkekleri bahçeye çıkarıldılar onlarla birlikte . Sonra gittiler.. O kadar... Gittiler .
Annem ağlıyordu , halam telaşla öfke karışımı elleriyle bacaklarını dövüyordu . Bu nasıl bir oyundu? Böyle herkes ağlarken oyun oynanamazdı ki. Zaman kaybolmuştu .
Kızlar bizim karnımızı doyurmaya çalışıyorlar, çünkü kimse yemek yemiyor artık . Benim masanın altından çıkıp odalarda gezinmeye çalıştığımı kimse farketmiyor, benim varlığımın farkında bile değiller. Gece güne bağlandı, gün geceye. Sonra bahçe kapısının önünde bir araba durdu büyük bir gürültüyle . Koyu yeşil renkli karanlık bir araba. İçinden eli silahlı askerler çıktı önce, evdeki erkekler geri gelmişti, geride kalan kadınlar çok mutlu olmuşlardı. Oyuna devam edilecekti. Sadece babam yoktu aralarında . Önce annem telaşlandı sonra halam, sonra herkese bulaştı bir telaş. Gözyaşlarına kimse dur demiyordu . Biz de oyunun bu bölümünde ağlamamız gerektiğini anladık. Bebekler, oyuncaklar bir yana, biz bir yana. Annemin eteklerine sarıldım, gözyaşlarımız karıştı. Gün karardı kapıda ayak sesleri. Kapıdakiler çok telaşlı, annem halama baktı, birlikte kalktılar kapıya baktılar . Kapı açıldı babam içeriye girdi. Annem neden hala ağlıyor , eksik kalmamıştı ; herkes geri dönmüştü. Hatta bir fazlamız vardı babamla birlikte gelen sakallı, karanlık adam. Uzun siyah paltosu yerlere sürünüyordu. Elindeki tüfek yetmemişti cebinden de bir tabanca çıkardı; çok büyüktü. Babama sus işareti yaptı önce, sonra da ; ''Sabah 6'da” dedi, kapıyı kapadı ve gitti.
Babam suskun annem suskun, demek ki son gece hep böyle suskun geçermiş. Gözyaşlarının sesini duydum sessizlikte, ağlamanın sessiz olduğunu öğrendim o gece. O gece, içim çok acıdığı zaman, ama gerçekten çok acıdığında susmayı öğrendim babamın gözlerinde ve hiç konuşmamayı. Sonra anladım ki bir daha gelecekmiş o sakallı karanlık adam, birlikte gideceklermiş babamla ve bir daha dönmeyeceklermiş. Ben babamın kucağında, babam paltosuna sarılmış, bekliyoruz sabahı. Sabah erken gelmesin diye ışıkları açmıyoruz . Gün doğmasın istiyoruz . Ama dünya durmuyor dönmeye devam ediyor inatla .Ben karanlıktan korkuyorum; güneş doğmasın istiyorum. Sonra hep karanlıktan korkuyorum. Gün ışımaya başlıyor, annem suskun zaman durgun. Kulağımız kapıda. Kapının önünde sesler duyuyoruz . Bir araba sesi geliyor kulaklarımıza. Annem babama bakıyor, babam anneme bakamıyor. “Çocuklar sana emanet” diyor; aslında bir şey demiyor ben anlıyorum. Sessiz kalmayı işte o akşam öğreniyorum. Kaybetmenin ne kadar sessiz olduğunu, bir daha konuşmamak gerektiğini sözsüz anlatıyor babam bize. Gözyaşı akmadan ağlamayı, isyan etmeden kabullenmeyi, kaybedince susmayı, gidenin arkasından sessizce bakmayı o akşam benliğime kaydediyorum. İnsanın sevdiklerini bırakıp gitmesinin çok zor olduğunu anlatıyor babam gözleriyle. Usulca kalkıyor gözleri herbirimizin üstünde ayrı dolaşıyor; gözleriyle bize veda ediyor. Kimse diğerinin farkında değil, benim ellerimi abilerim tutuyor. Evin direğini kaybetme acısı sarıyor benliğimizi. Kapıyı açıyor babam, şaşırıyoruz; gözlerimize inanamıyoruz; elinde şekerlerle bize gülen öteki, farklı adamlar odaya giriyor. Diğer karanlık adamlar bir daha gelemiyor bizim olduğumuz yere. Öteki adamlar bizim kapının önünde bekliyorlar bir yere ayrılmıyorlar sabaha kadar. Babamın götürüleceğini duymuşlar, engellemek için gelmişler, oyun bozulmasın istemişler. Oyuna onlar da dahil oldular. Oyun oynamayı, oyuna kaldığım yerden devam etmeyi, onlar öğrettiler bana. Hayatın her zaman sürprizlerle dolu olduğunu, her sabah güneşin yeniden doğduğunu o karanlık geceden sonra öğrendim . Ama bir daha boyalı şekerleri sevemedim. Çocuklar gibi hissedemedim. Elime tutuşturulan o çikolataların tadından olmalı, ben aslında çikolatayı da sevemedim.
Sabah oluyor kapının önünde kocaman bir çöp kamyonu görüyorum . Hemen gidiyoruz diyor babam , öne şöförün yanına oturuyor beni de kucağına alıyor, en yeni kırmızı paltomu giyiyorum. Herkes kamyonun arkasına, çöplerin arasına yerleşiyor . Annem kapıları kapatıyor kilitliyor, bir daha o eve dönemeyeceğini kabul edemiyor; kamyona geliyor ki, bende feryat figan. oyuncak ayımı istiyorum . Annem dayanamıyor paltosunun cebinden anahtarlarını çıkarıyor, eve dönüyor, kapıyı açıyor; sonra kilitlemeyi unutmuyor , elinde ayımla geri dönüyor bana uzatıyor. Hava çok soğuk, insanın içi üşüyor.
Gözlerimi açtığımda hala ağlıyorum. Bu bir kabus olmalı. Yastığım ıslanmış, yatak çarşafım buruşmuş, ben hıçkırıyorum. Annem yanımda değil, babam da yok. Yatak bir savaşa tanıklık yapmış. Dudaklarımdan fırlayan fısıltı beni korkutuyor ; ''Geçmiş bir gün kabuğunu kırar''. İşte o gün hayat bir daha eskisi gibi olmuyor.
(Dr. Hale Erel - [email protected])