Geçmiş ve Geleceğin Arasında Kıbrıs⃰
Geçmiş ve Geleceğin Arasında Kıbrıs⃰
Mertkan Hamit
[email protected]
Kıbrıs’ta dün, bugün ve yarına dair meseleleri özet olarak açıklamak oldukça zordur. Dün’e tarih olarak yaklaşırsak, akla gelen ilk mesele tarih eğitiminin iki toplumun ‘yüksek’ siyasi emelleri, ideolojik kavrayışları dâhilinde ele alınmasıyla ilişkilidir. Siyasi emeller, Kıbrıs’ta tarihi kendinle yüzleşmenin bir aracı değil de daha çok tarafların mutlak haklılığını ortaya koymanın bir aracı haline neden olmuştur.
Düne dair tarih yazımında ‘kendi haklılığını kanıtlamak’ aslında ‘haksızlık üzerinden’ yürütülen diyalektik ilişkinin ve ‘kısasa kısas’ anlayışından bir siyasetin devamlılığını güçlendirmiştir. Bu yüzden de bir uzlaşma ortamının yaratılmasına olanak sağlamamıştır. Çatışmanın tarihindeki başlangıç noktasındaki farklılaşma dahi, çatışmaya dair meselelerin önem sırasının değişmesine neden olmaktadır.
Zaten olayları sağlıklı ve ortak bir kronoloji ile okumayı beceremeyişimizin veya daha dürüst söylersek tarihle yüzleşecek cesaretimizin olmamasının bir sonucu olarak Kıbrıs sorununun çözümünde bugüne kadar başarısız olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ancak, Kıbrıs Sorununun uzun sürmesi sadece ulusal bir meselenin yoruculuğundan kaynaklanan bir zorluk değildir. Süreç teknik açıdan da her gün biraz daha zorlaşmaktadır. Mülkiyet gibi teknik konuların çözümlenmesinde verili koşulların dayattığı gerçeklerin yanında aslında toplumların ve toplumsal değerlerin değişiminin etkileri Kıbrıs sorunu müzakerelerinde denenen yöntemlerin sonuca ulaşmayı engelleyici nitelikte olduğuna dair de bir sonucu yaratıyor.
İşin özeti dün yaşananlar Kıbrıs Sorununu adil bir biçimde çözülmesini isteyenler için taşıması zor olan bir yük yaratırken, düne dair sorunu düne ait bir anlayışla çözmek de bugün sahiplenilecek çözümler üretmeyebilir. Eğer yakın müzakere tarihine bakarsak ve bunu da ‘dün’ olarak ele alırsak Hristofiyas – Talat, Hristofiyas – Eroğlu, Anastasiadis – Eroğlu süreçlerinin sadece politik iradeden kaynaklanan bir mesele olmadığını birazda meseleyi kavramaya dair olduğunu görebiliriz.
Tüm konularda anlaşmadan hiçbir konuda anlaşılmamıştır, kapsamlı çözüm dışındaki çözüm çabaları çözüm sürecini yavaşlatır, yeni kapıların açılması sürer durumu normalleştirir gibi varsayımların aslında barışa yönelik atılacak adımlarda eski usülleri ya da dünkü paradigmayı ortaya koyar.
Anlaşılamayan bir virgüle referans verip, uygulanabilir barışçıl politikaları histerik sebeplerle gerçekleştirememiş olmak, aslında bilinçli bir biçimde barış sürecinin inşa edilmesini engeller. Bu noktada sorulması gereken şudur:
Barış sürecini inşa edemeden referandum ile kitlelerin iradelerini çözüm yönünde beyan etmesini beklemek mümkün müdür? Ben bu konuda şüpheliyim.
Çatışma sonrasında barış süreci inşa edilmeden barışın geliştirilmesine yönelik bir tercih, dışardan empoze bir planla karşı karşıya kalan insanların ‘mağdur olma kuşkusu’ yaşamalarını sebep olacaktır. ‘Mağdur olma kuşkusu’ tıpkı Annan Planı’nda olduğu gibi tarafların çözümü reddetmesine neden olacaktır. Reddedilmeyip, kabul edilse bile bu sefer de plan sahiplenmeyebilinir, Troyka paketlerinde duymaya alıştığımız ‘sahip olma problemi – ownership problem’ oluşabilir.
Öyleyse tarihsel yaklaşımlarımızdaki korkaklığımızın yanında dünden çıkaracağımız iki ders var. Birincisi ‘Mağdur olma kuşkusuna’ yönelik tedbir almanın gerekliliği, ikincisi ise ‘sahiplenme problemine’ karşı adanın yeniden birleşebilmesi için ufuk açıcı politikaların önemi…
Tarihin çekiminde boğulmadan bugüne dair düşünmekte yarar var.
Bu sunumu hazırlandığı sırada Kathimerini Gazetesinde çıkan bir anket ile karşılaştım. Aslında bugüne dair önemli bir fotoğrafı ortaya koyuyordu. Ankete göre çözüme dair Kıbrıs Rum toplumundaki olumlu bir hava mevcuttu. Bu ankete göre ortaya konulan İki Bölgeli iki toplumlu Federasyon’a yönelik destek %48 oranındaydı. Bugün için umut verici bir nokta ancak bugüne dair daha önemli bir detay daha vardı. Kazalara göre %48 oranı değişiklik gösteriyordu. Buna göre Lefkoşa yüzde 55, Limasol yüzde 44, Larnaka yüzde 40, Baf yüzde 34, Mağusa yüzde 69 oranında iki toplumlu iki bölgeli federasyona yönelik destek veriyordu.
Bu noktada bugüne dair resimde dikkat çekici iki nokta var: Birincisi Baf’ın %34 oranı, ikincisi ise Mağusa’nın %69 oranı. Bunlar doğal olarak Baf ve Mağusa’ya dair bir olağan üstü halin olduğunu ortaya koymaktadır. Mağusa’da ise 1974 sonrası doğup orada yaşayan ve Mağusa İnisiyatifi aktivisti bir yurttaş olarak Mağusa üzerinden bugüne dair nasıl dersler çıkarabileceğimizi ortaya koymanın faydalı olacağına inanıyorum. Dahası Mağusa’da incelemeye değer bir durum analizi yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bence Mağusa’da ikamet eden Kıbrıslı Rumların ankette %69 oranında çözüme destek vermesi bir istisna olarak bir kenara bırakılacak kadar basit bir şey değildir. Ötesinde, federal devletin yurttaşları tarafından federal devlet kurulmadan ortaya konulan önemli bir eforun, stratejik bir anlayışın ve yoğun bir emeğin sonucu olduğuna inanıyorum.
Tabi ki Mağusalı Kıbrıslı Rumların Kapalı bölge Maraş’a yönelik hassasiyetleri, ekonomik olarak önemli dar boğazlar yaşaması bu sonuca dair önemli girdilerdir. Ancak yerel sorunlara evrensel bir dil dahilinde çözümler üretme anlayışına yatkın bir grup insanın faktörü, meseleleri sadece bir ‘mülkiyet’, sadece bir ‘ekonomik’ problem olmasından çıkararak, bunu ‘barış inşa süreci’ haline getirmekte önemli bir rol oynamıştır.
Mağusa ‘istisnasının’ temeli Kıbrıslı Türk toplumuyla başlar, süreç içinde iki toplumlu hale gelen ‘Mağusa İnisiyatifi’nin rolüyle beraber düşünmek gerektiğine inanıyorum.
Özellikle Kıbrıslı Türk toplumunda siyasi dilin dönüşmesinde Mağusa İnisiyatifi önemli bir açılım yaptı. Kapsamlı çözümü beklemeden Maraş’ın yasal sahiplerine iade edilmesi, Mağusa Limanının Uluslararası Ticarete açık olması ve Suriçi’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine eklenmesine yönelik ortaya konulan 3 aşamalı parçalı çözüm anlayışı, çözüm istediğine dair söz verip de siyasi irade gösteremeyenlere yönelik önemli bir baskı oluşturdu. Bunun yanında Suriçi’nde bulunan Agios Xerinos kilisesinde dini özgürlüklerini yaşamalarına yönelik dayanışma hamleleri, Maraş’ın telle çevrili bölgesinin yanındaki sahilde yapılan barış etkinlikleri ve geçtiğimiz haftalarda eş zamanlı olarak Derinya’nın Kuzey ve Güneyi’nde geçiş noktalarının açılmasına yönelik ortaya konulan irade Mağusalılar arasında barış ortamının oluşmasında rol oynadı. Tabanı örgütleyerek barışı uluslararası dilin jargonundan yerel dile indirgeyen bu girişim Federal bir Kıbrıs’ın kurulmasında Mağusa’daki bahsi geçen farklılığın ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu noktada bugüne dair konuşurken, aslında Mağusa’da bir istisnayı değil tam tersine içten bir biçimde adada federasyon ve barış için çalışan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin samimi çabalarını da hesaba katmamız gerekiyor. Bugün ise ihtiyaç olan Mağusa’da yaşanılan ve uygulananların güçlenmesi ve benzerlerinin adanın diğer yerlerinde gerçekleştirilmesiyle sağlanacağını bir kez daha vurgulamak isterim.
Adanın tümünün anlayacağı ortak dilde konuşan ancak toplumların kendilerine ait hassasiyetleri de algılayabilen federatif siyasetin önemi bugün ile yarın arasında bir köprü kurabilir. Taban tarafından içselleştirilecek, karar alma mekanizmalarının çoğulculuğa yer vereceği bir biçimde kurgulanması, çözüm müzakerelerinin sadece uluslararası hukuk jargonunun kelime oyunlarından öteye taşırken, aynı zamanda barış inşa sürecine dönüşeceği bir tutum bizi yarına hazırlayabilir. Aksi bizi düne hapseder.
Bu noktada kapsamlı çözümü destekleyecek güven yaratıcı uygulamalar bugün ile yarının köprüsü olabilir. Güven Yaratıcı Önlemler ile adım adım kapsamlı çözüme ulaşmak bir paradigma değişikliğidir. İçinde barış inşa sürecini taşır bu yüzden de barışın anahtarı olma niteliğindedir. Sadece sembolik düzeyde olmayan gerçekten ‘zor’ olan adımlar da Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında Yarını inşa etmek için atılmalıdır. Geçiş noktalarının sayılarının arttırılarak ticari ilişkilerin geliştirilmesine yönelik işbirliklerinin desteklenmesi, doğrudan uçuşların sağlanması, askersizleştirme, Maraş’ın yasal sahiplerine iadesi öncesinde uzmanların ara bölgeye girmesi, sadece doğal gaz değil adadaki tüm enerji kaynaklarının ortak kullanılarak ölçekten yararlanılması vs… gibi adımlar ilk anda akla gelenler olabilir…
Sonuç olarak dünden çıkarılacak ders çıkarırken, bugünü doğru bir biçimde algılayıp cesaretli adımlarla federasyona yönelik çalışmalar yapmak yarını inşa etmenin önemli bir adımı olacaktır. Bugün ise DİSİ gençlik örgütünün gerçekleştirdiği bu etkinliğin barış inşa etmeye yönelik cesaretli bir adım olduğunu belirtmek isterim
⃰ Bu metnin daha geniş versiyonu 25/05/2015 tarihinde DİSY Gençlik Örgütü – NEDİSİ tarafından organize edilen etkinlik kapsamında sunulmuştur.